İçeriği gör

KHK Haber

Editör
  • İçerik

    5.077
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Topluluk Puanı

63 İyi

2 Takipçi

KHK Haber Hakkında

  • Rütbe
    Sistem Hesabı

KHK Bilgisi

  • KHK
    Diğer
  • Kurum
    Diğer Kurumlar
  • Kriterler
    Kriter Yok
  • Komisyon Kararı
    Komisyona Tabii Değil

İdari Yargı Bilgisi

  • İdari Süreç
    Dava Bulunmuyor

Adli Yargı Bilgisi

  • Adli Süreç
    İşlem Yok

Güncel Profil Ziyaretleri

8.892 profil görüntüleme
  1. Anayasa Mahkemesi, kanun hükmünde kararnameyle kamu görevinden çıkarmada “üyelik” ve “mensubiyet” kriteri aranmasını anayasaya aykırı bularak, iptal kararı verdi. Anayasa Mahkemesi, kamu görevinden ihraç edilen 125 bin KHK’lıyı ilgilendiren bir karara imza attı. Yüksek Mahkeme, Milli Güvenlik Kurulu’nca (MGK) devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara “üyeliği” ve “mensubiyeti” bulunduğu gerekçesiyle ihraç kararı verilmesini anayasaya aykırı buldu. Yasadaki “Üyelik ve mensubiyet” ifadelerini iptal eden mahkeme, bir kişinin yasadışı bir oluşuma üye sayılıp sayılmayacağına “olağan dönemde” MGK’nın değil yargının karar vereceğini, düzenlemenin masumiyet karinesine aykırı olduğu görüşünü savundu. CHP, 6 Şubat 2018 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaşan 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun’un bazı maddelerinin iptali talebiyle dava açtı. Yüksek Mahkeme, 4 bin 464 kişinin kamu görevinden ihraç edilmesine neden olan dava konusu yasanın iptali talebini, 24 Haziran’da yaptığı toplantıda görüştü. Toplantıda, kanunun “kamu personeline ilişkin tedbirler” başlıklı 1. maddesinin anayasaya aykırı olup olmadığı tartışıldı. Söz konusu maddede, şöyle deniyordu: “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir.” ‘Üyelik ve mensubiyet’e oybirliğiyle iptal Anayasa Mahkemesi, yaptığı değerlendirme sonucunda, yasa maddesindeki “üyeliği, mensubiyeti” ifadelerinin anayasaya aykırı olduğuna karar vererek, iptaline hükmetti. Karar, oybirliğiyle alındı. AYM: Üyeliği MGK değil yargı belirler Karar, gerekçesi yazıldıktan sonra önümüzdeki aylarda Resmi Gazete üzerinden duyurulacak. Ancak DW Türkçe’nin edindiği bilgilere göre, toplantıda AYM üyeleri tarafından, “olağan dönemde” devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara “üyeliği” ve “mensubiyeti” bulunanları Milli Güvenlik Kurulu’nun belirleyemeyeceği, bunun yargının yetkisine girdiği ifade edildi. Üyeler, mevcut düzenlemenin anayasada güvence altına alınan masumiyet karinesine aykırı olduğunu, kimsenin suçsuzluğu mahkeme kararı olmaksızın suçlu ilan edilemeyeceğini savundu. Toplantıda, bir kişinin milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara “üye” veya “mensup” olup olmadığına ancak mahkemelerin karar vereceği görüşü öne çıktı. Kararın gerekçesine, bu görüşlerin de yazılacağı öğrenildi. Diğer yandan yasa maddesindeki “iltisak” kavramı ise iptal edilmedi. “Üyelik ve mensubiyet”in ceza hukuku alanını ilgilendirdiği, “iltisak” kavramının ise “idare hukukun” alanına girdiği, bu nedenle ihraçların bu kapsamda yapılmasında sorun olmadığı AYM tarafından savunuldu. İhraçlar geri dönecek mi? Peki, bugüne kadar bu gerekçe ile kamu görevinden çıkarılan kişiler mesleğe geri dönebilecek mi? AYM kaynakları, kararın geriye yürümeyeceğini, mevcut ihraçların geçerliliğini koruduğunu ifade etti. Kaynaklar, kararın OHAL dönemini değil, olağan dönemi kapsadığını da belirtti. Anayasa Profesörü Boyunsuz: Devam eden davaları etkiler Ancak Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Anayasa Hukuku Profesörü olarak görev yapan Şule Özsoy Boyunsuz, AYM’den farklı düşünüyor. AYM’nin “kararların geriye etki etmeyeceği” görüşünün mutlak olmadığını belirten Boyunsuz, şu değerlendirmeyi yaptı: “Bu şekilde anlaşıldığı takdirde hukukun başka temel prensiplerinin ve hakların ihlali durumu ortaya çıkabilir. Kesin hüküm halini almış yargı ve idari kararların prensip olarak böyle bir iptal kararından etkilenmeyeceği kabul edilmekle birlikte, özellikle suçta ve cezada kanunilik, masumiyet karinesi gibi çok temel bir takım mutlak hak alanlarının ihlaline yol açan yasal düzenlemelerde kişi lehine hallerde geriye yürüme olacağını kabul etmek gereklidir.” Bu kararın elbette kesinleşmemiş, devam eden uyuşmazlıklara da etkisi olacağını belirten Prof. Dr. Şule Boyunsuz, şunları kaydetti: “Anayasa Mahkemesinin 7086 sayılı OHAL KHK’sinin kabul edilmesine dair kanun için vermiş olduğu iptal kararının gerekçesini henüz yayınlanmadığı için göremedim. Ancak bu karar “mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” yani masumiyet karinesi gereği veriliyorsa, OHAL zamanlarında dahi AY 15 gereği ihlal edilemeyecek mutlak bir haktan söz ediliyor demektir. Bu madde gereği örgüt üyeliği yargı kararı olmadan idare tarafından tespit edilerek, kamudaki görevine son verilen kişilerden davası devam edenler, hakkında ceza davası açılmayanlar veya açılıp da beraat edenler bakımından etkisi olacağı kanaatindeyim.” 125 bin kişi ihraç edildi Olağanüstü Halin ilan edildiği 20 Temmuz 2016 tarihinden bu yana 30 adet Kanun Hükmünde Kararname yayımlandı. Bu KHK’lar, sonraki süreçte TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. 17 Temmuz 2017’de sona eren OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar kapsamında 125 bin 678 kişi kamu görevinden çıkarıldı. Cumhurbaşkanlığı OHAL İnceleme Komisyonu, kendisine yapılan 101 bin 58 başvuruyu reddederken, 14 bin 72 başvuruyu ise kabul etti. 11 bin 544 başvurunun incelemesi ise sürüyor. Kaynak[1] References^ Kaynak (t24.com.tr)Kaynak
  2. Gelecek Partisi sözcüsü Serkan Özcan, Süleyman Özışık’ın OHAL Komisyonu ile ilgili yaptığı açıklamalara tepki gösterdi: Normal bir hukuk devletinde OHAL komisyonu ve Adalet Bakanlığı ne iş yapar?” diye sormak gerekir değil mi? Normal bir hukuk devletinde adama, “Sen savcı mısın, hâkim misin, kimin ne olduğunu nereden biliyorsun? Hangi delillere binaen ona buna kefil oluyorsun?” diye sorulması gerekmez mi? Gelecek Partisi sözcüsü Serkan Özcan gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Süleyman Özışık’ın OHAL Komisyonu ile ilgili yaptığı ve büyük tepki çeken iddialarına OHAL Komisyonu üzerinden tepki gösteren Özcan, ”Normal bir hukuk devletinde; “OHAL komisyonu ve Adalet Bakanlığı ne iş yapar?” diye sormak gerekir değil mi? Normal bir hukuk devletinde adama, ‘Sen savcı mısın, hâkim misin, kimin ne olduğunu nereden biliyorsun? Hangi delillere binaen ona buna kefil oluyorsun?’ diye sorulması gerekmez mi?” dedi. Serkan Özcan’ın konuşmalarından öne çıkanlar şöyle: ‘BU DOSYAYI TEPEMİZDE DEMOKLES’İN KILICI GİBİ SALLANDIRACAKLAR YİNE’ Adam daha ilk günden itirafçı olmayı teklif etti; “Rüşvet verdiğim siyasileri açıklayayım” teklifinde bulundu. Aslında paraları akladığı ülkemiz iktidarına da aba altından sopa gösterdi. “Beni Türkiye’ye alın, orada yargılanayım ki bildiklerim bende kalsın” diye tehdit etti. Şu utanca bakın ki; kara paraları ülkemizde aklayan adam, yine de Türkiye’ye iade edilmek istiyor. Çünkü burada yargılanırsa bir gün bile cezaevine girmeyeceğinden emin. Geldiğimiz nokta bu, maalesef hali pürmelalimiz bu. İşte şimdi; yargı, siyaset ve medya sayesinde öğrenemediklerimizi Amerikan yargısı aydınlatacak. Keşke kabak sadece bu işlerin ortaklarının başına patlasa. Ama öyle olmayacak. Uluslararası yolsuzluk endeksinde de, güvenilirlik sıralamasında da üçer-beşer basamakları çıkacağız yine. Tepemizde bu dosyaları Demokles’in kılıcı gibi sallandıracaklar yine. ‘SEZGİN BARAN KORKMAZ BUZDAĞININ GÖRÜNEN KISMI’ Bu adam sadece bildiklerimizin bir kısmı. Buzdağının görünen kısmı. 15 Temmuz sonrası kurulan düzenden istifade edenlerden sadece bir tanesi. Eğer iktidarın üst düzey isimleriyle içli dışlı olmasa, siyaset, yargı ve medyada geniş ilişkiler ağına sahip olmasa, sadece yandaş medya değil, medyanın geniş kesimleriyle duygusal ilişkilere girmese, Fetö Borsasından istifadeyle o adı geçen şirketlerin üzerine nasıl çökebilirdi? Bu sözde “Yerli-Milli”, sözde “FETÖ karşıtı savaş simsarları” olmasa, Yargının eleğinden nasıl geçebilirdi? Eğer bu kliklerin verdiği güven olmasa; gazeteci kılıklı biri çıkıp oteli tankla basan adamın çok yakın arkadaşı olduğunu, onun davetlisi olarak orada bulunduğunu açıklayabilir miydi yüzsüzce! Eğer bu kliklerin verdiği güven olmasa; Savunma Sanayi Başkanı, aynı sektörden ihaleler alan adamın otelinde ailece bedava tatil teklifini geri çevirmez miydi? Eğer bunların verdiği güven olmasa; Yargıtay üyesi Sezgin Baran Korkmaz’la çekilmiş fotoğrafına “avukatımız ortak” diye bir yorum getirebilir miydi? ŞU YOLDA BULDUKLARI SİYASETÇİLERE, MEDYA ŞAKLABANLARINA BAKIN! “Siyasi ahlak yasası çıkarırsak, ilçe başkanı bile bulamayız” diyenlerle yollarımızı ayırmamız bu anlattıklarımla yakından ilgili. Şu yolda buldukları siyasetçilere, yargı mensuplarına, bürokratlara, medya şaklabanlarına bakar mısınız Allah aşkına? Onlardan biri çıkmış; Masum KHK’lılardan binlercesinin dosyasını İçişleri Bakanına götürüp işlerine iade ettirdiğinden bahsediyor. Şu ülkenin haline bakın. Beyefendi bir de kefil olduğundan dem vuruyor. Gazetecilikten başka her yola tevessül etmişler, bir de şecaat arz ederken sirkatin söylüyorlar. Ülkede hukuk devleti namına hiçbir şey kalmayınca, mahkeme kararlarına dayanmayan mağduriyetler arşa varınca, bu pişkinler de lafın nereye varacağının hesabını yapamıyorlar. İyilik meleği pozlarına bürüneyim derken, ahbap-çavuş sistemini açık ettiğinin farkında bile değil. OHAL kararnameleri ile işten atılan sayısı toplam 142 bin. OHAL komisyonuna başvuran sayısı 123 bin. Toplam iade sadece 14 bin. Demek ki 14 bin iadenin binlercesi, bu sözde yerli ve milli gazeteci ile Sayın Bakanın işbirliği sonucu becerilmiş öyle mi? NORMAL BİR HUKUK DEVLETİNDE BU AÇIKLAMANIN HESABI SORULUR Normal bir hukuk devletinde; “OHAL komisyonu ve Adalet Bakanlığı ne iş yapar?” diye sormak gerekir değil mi? Normal bir hukuk devletinde adama, “Sen savcı mısın, hâkim misin, kimin ne olduğunu nereden biliyorsun? Hangi delillere binaen ona buna kefil oluyorsun? Senin ‘okudum’ dediğin dosyaların sorumlusu yargı makamları değil midir? Hangi dosyalarmış acaba bunlar?” diye sorulması gerekmez mi? Ortalık “FETÖ borsası” iddialarıyla yangın yerine dönmüş, adam resmen ‘bu işler İçişleri Bakanı’ndan sorulur’ diyor. Yine yetkili kurumlar sus-pus. Her şey, her yer arapsaçı. Demek ki OHAL komisyonu görevini layıkıyla yerine getirmiyor ki, böylesi aracı adamlar türüyor. Demek ki mahkemeler görevini yapamıyor, masumiyet ilkesi çiğneniyor ki, kimsenin kendisine kefil olmayacağı bir gazeteci “ben kefilim” diye ortalıkta dolanabiliyor. YAPMAYIN, ETMEYİN DİYE UYARDIK! Başımızı ne yana dönsek, bu kara düzene ve karanlık tabloya dair başka bir sorunla karşılaşıyoruz. İnfaz yasasıyla salıverilen mafya liderinin siyasi parti liderlerini tehdit ettiği günleri hatırlarsınız. İktidarın küçük ortağının siyasetçi, gazeteci, yargıç demeden insanların linç edildiği ortamları nasıl yarattığını da takip ettiniz. Belki o zaman sizler bunları siyasetin bir yol kazası gibi algılamış olabilirsiniz. Maalesef öyle olmadığını, bunun bir siyasi iklim olduğunu, Sayın Cumhurbaşkanının “bunlar daha iyi günleriniz” sözleriyle tekrar anımsamış olduk. “Yapmayın, etmeyin” diye uyardık. “Sizin bu sözleriniz, bu tavırlarınız dosta da, düşmana da mesaj olur. Bu sözler hukuksuzluğa methiyedir, kontrolü zor ortamların yeşermesine sebebiyet verir. Durumdan vazife çıkaranlar çoğalır, sonra kontrol de edemezsiniz. Bu sözler toplumsal barışa da dinamit olur” dedik. Daha sözlerimizin nefesi kurumadan ülkemiz iki siyasi partiye dönük saldırılara sahne oldu. HDP İzmir İl Binasına yapılan saldırıda bir vatandaşımız hayatını kaybederken, AK Parti Hani İlçe Binası da kundaklanmak istendi. Herkes kınama açıklamaları yaparken ülkenin Cumhurbaşkanı yine sus-pus oldu. Bir gün sonra partisinin Antalya teşkilatında konuşmayı tercih etti. İçişleri Bakanı ise sırra kadem basmıştı adeta. Sayın Bakan’ın kafası başka ve daha vahim mevzularla meşgul olacak ki, hala sorumlu bir siyasetçi gibi davranmakta güçlük çekiyor. Ancak bir baktık ki, bu konularda onun boşluğunu dolduran Sayın Bahçeli imdada yetişti. Topluma, olan bitenin kendilerine yapılmış bir “provokasyon” olduğunu, olayın arkasında karanlık güçler olduğunu, haykırıverdi. “Provokasyon” demekle hem failleri buharlaştırdı, hem de hedefin partisi olduğuna ilişkin tuhaf bir resim çizdi. Sadece bununla kalsa iyi. Aynı konuşmada ‘Toplumsal barış’tan ne anladığını da izah ediyordu. Önce “Demokratik uzlaşma kültürü”nden dem vuruyor, ardından elim saldırıda hayatını kaybeden Deniz Poyraz’ı terörist; ana muhalefet partisinin destek olduğunu söylediği 13 binden fazla sanatçıyı da bölücü ilan ediyordu. ASIL TEHDİT, SÜRDÜRDÜĞÜNÜZ NEFRET SAÇAN BU ANLAYIŞ DEĞİL Mİ? Sn Bahçeli! ‘Siyasi Etik Yasası’nı bu kutuplaştırıcı dil ve zihniyetle mi çıkaracaksınız? Parti binasında vahşice katledilen bir insanı, ölümünün ardından terörist diye yaftalamak, cinayeti meşru gören açıklamalarda bulunmak büyük bir sorumsuzluk hali değil mi? Asıl tehdit, hala sürdürdüğünüz nefret saçan bu siyaset anlayışı değil mi? Asıl zehirli dil bu değil mi? Bu iklimi sizler yarattınız. Kafasındaki adaleti kendisinin sağlayacağına inanan bu canilere sizler yol verdiniz. Onları sizler umutlandırdınız. Bütün bir muhalefeti yıllardır terörle yan yana zikreden sizler değil misiniz? “Daha bunlar iyi günleriniz” diyerek, o saldırganları teşvik edenler sizler değil misiniz? Saldırganları İl ve ilçe teşkilatlarınıza başkan yapan, suçluları bulmaya çalışan savcıları örgütlü olarak linçe kalkışanlar sizler değil misiniz? Siyaseti zehirleyen bu dil bumerang işlevini görmeye başlayınca, suçu sağa sola atmanın kime ne faydası var? Kendileri için kutuplaşma ikliminden başka bir beka görmeyenlerin, ülkeyi hapsettikleri bu kısır döngüden çıkmak zorundayız. Toplumsal barışı hedef alan şiddet sarmalı her yanı sarmadan, hepimiz aklımızı başımıza almak zorundayız. Bir siyasi partinin kapatılması, 6 milyon seçmeninin cezalandırılması çabaları dahil olmak üzere, bu sarmaldan çıkılmalıdır! Vatandaşı da, gazeteciyi de, siyasetçiyi de, Anayasa Mahkemesi gibi kurumları da hedef alan şiddet dilinin derhal terkedilmesi, demokrasimiz ve toplumsal güvenliğimiz açısından artık elzemdir. Asıl tehdit ve tehlike buradadır. Sırf iktidarı kaybetmeme adına verilen bu gayrı meşru çaba, adaletsizlik ve hukuksuzluktan başka bir şey getirmez bu topluma. Seçim yasalarını, kendi lehlerinde değiştirmeye çalışan bu iktidar ve ortakları, siyasi enkazın üzerini bu şekilde örtemeyeceğini artık anlamak zorundadır.” Kaynak
  3. Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Süleyman Özışık’ın “Gerek İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya gerek OHAL Komisyonu’na gerek diğer mercilere, masum olduğuna inandığım binlerce insanın dosyasını götürdüm. Görevlerine iade edildiler” sözlerinin ‘paralel yapı’ anlamına geldiğini söyledi. Konya’da Ereğli ilçe binasının açılışında konuşan Davutoğlu, özetle şunları söyledi: ‘İKİLİĞİN ORTAYA ÇIKMAMASI İÇİN YOLA ÇIKTIK’ “Şu anda iki grup var bu aziz ülkede. Bir grup; ürün alım fiyatları; Türk lirasından olan ve her geçen gün bu ürün alım fiyatları eriyen ve ‘Bir daha hasat mevsimini görür müyüm?’ diye Türk lirasıyla malını satmaya çalışan çiftçilerimiz. Diğerleri ise; aylık on binlerce, yüz binlerce dolar alan birtakım milletvekilleri. İki kesim var; işte buradaki esnaflarımız gibi. Akşam birkaç yüz lirayla ‘Acaba eve helal rızık götürebilir miyim?’ diyen esnafımız, diğer tarafta on milyonlarca Euro’luk birtakım rüşvetlerle dolu gazeteciler. İşte biz bu ikiliğin ortaya çıkmaması için yola çıktık. ‘SEZGİN BARAN KORKMAZ’IN DA TÜRKİYE’DE YARGILANMASI LAZIM’ Şu anda yurtdışında kaçak bir iş adamı, sözüm ona iş adamı. Sezgin Baran Korkmaz. Birtakım açıklamalar yapmaya başladı. ‘Gazetecileri maaşa bağladım, benden 10 milyon Euro istedi bir gazeteci’ diyor. Şu anda Avusturalya’da tutuklanmış, bu kişi arkadaşlar. 30 Eylül’de Türkiye’de yurt dışına çıkma yasağı kaldırılıyor. İddia o ki; aralık ayında İçişleri Bakanı bunu çağırıyor, uyararak yurt dışına çıkmasını sağlıyor. Ortada bir iddia var. İçişleri Bakanı şu ana kadar bu iş adamıyla olan, bu suçluyla olan, bu kara para aklayan kişiyle ilişkisi hakkında bir açıklama getirmedi. Sayın Cumhurbaşkanı da susuyor. Şimdi uyarıyorum tekrar; bu Sezgin Baran Korkmaz’ın da Türkiye’de yargılanması lazım. Gıyabında, hemen hukuki işlem başlatılması lazım. Aksi takdirde; bu aziz ülkeyi bu onurlu devleti yine yurt dışındaki mahkemelerde suçlu durumuna düşürecek gelişmeler olur. Bir kez daha söylüyorum; kim bu ülke aleyhine çalışmışsa, kim bu ülkenin parasını pulunu talan etmişse; kim bu ülkenin kaynaklarını tüketmişse hepsinin karşısında Toroslar gibi duracağız. ‘HANİ FETÖ DİYE BİR YAPI VARDI…’ Bir gazeteci çıkıyor diyor ki; ‘binlerce soruşturmaya uğramış bir kişi için dosyaları İçişleri Bakanı’na Adalet Bakanı’na verdim. Ve onları mahkemelerden kurtardım.’ Bu ne demek biliyor musunuz? Hani FETÖ diye bir yapı vardı, paralel yapı diyorduk. İşte bu da paralel hukuk. Bir gazeteci kendisini hukuk yerine koyup gidip İçişleri Bakanı’ndan ve Adalet Bakanı’ndan davaları durdurabilecek güce sahipse işte buna ‘paralel yapı’ denir. (ANKA) Kaynak[1] References^ Kaynak (www.gazeteduvar.com.tr)Kaynak
  4. Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu gündeme dair basın açıklaması yapıyor. Gündeme dair önemli konulara değinen Karamollaoğlu, Makine Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE) için de iktidarı tekrar düşünmeye davet etti. Bir televizyon kanalında Süleyman Özışık’ın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan ricalarda bulunduğu iddiasına da yanıt veren Karamollaoğlu, “Bu nasıl mantık? Şahıslar mı insanların masumiyetine karar verecek yoksa mahkemeler mi, savcılar mı?” dedi. Gündeme dair açıklamalar yapan Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu, Afganistan konusunu ele alarak önemli bilgiler veriyor. Afganistan’ın iç savaşına müdahil olmanın büyük sıkıntılar yaratacağını söyleyen Karamollaoğlu, MKE için de çağrıda bulundu ve özelleştirme hamlesinde vazgeçilmesi gerektiğini savundu. Bir televizyon kanalında OHAL komisyonları için Süleyman Soylu’dan ricalarda bulunduğunu ve bazı isimlerin de ricayla görevlerine tekrar iade edildiğini iddia eden Süleyman Özışık’ın açıklamalarına da değinen Karamollaoğlu, “Artık eskisi kadar itibar var mı bilmiyorum ancak, birileri çıkıp ben buralardan aldığım destekle masum olan ve şuanda hapiste bulunan ya da geçmişte hapiste bulunan insanları görevlerine iade ettirdiğini ‘masum olduğuna inandığım insanları kurtarmak için bunu yaptım’ sözleriyle dile getiriyor ve itibar görüyor. Bu nasıl mantık? Şahıslar mı insanların masumiyetine karar verecek yoksa mahkemeler mi, savcılar mı?” diye sordu. Koronavirüs pandemisi gündemiyle ilgili olarak açıklama yapan Karamollaoğlu, “Büyük fedakarlıklar gösteren sağlık personeline özellikle teşekkür etmeyi bir vazife biliyorum. Hakikaten büyük fedakarlıklar yaptılar ve hala da yapıyorlar. Elbette her kesim çaba sarf etti, gayret gösterdi ancak öyle bir süreçten geçtik ki, aldığımız tedbirler, alınan tedbirler hiçbir zaman yeterli olmadı.” dedi. Normalleşme sürecine geçilirken zorda kalan insanların ve esnafların sorununun çözülmesi gerektiğini söyleyen Karamollaoğlu, “Maalesef bu problemlerin ortadan kalkacağına dair, esnafımızın bu yüklerden kurtulacağına dair bir sürecin başlayacağı kanaati ne esnafta ne vatandaşta ne de biz de var.” diye konuştu. Dış politikada da çok önemli gelişmelere şahit olunduğunu dile getiren Karamollaoğlu, “Özellikle Mısır’da gündeme getirilen idam cezalarını endişeyle karşılıyoruz. Bu idamlar bir ihtilal döneminin arkasından olağanüstü şartlarda alınan kararlardır. Bundan dolayı hem Mısır yönetimini hem de ilgili bütün Mısır makamlarını bu konuda itina göstermeye davet ediyorum. Haksız ve yanlış yönetimler her zaman ülke yönetimlerine ciddi zararlar vermiştir. Biz özellikle kardeş ülke Mısır’ın yeniden bir itibar kaybetmesine gönlümüz rıza göstermiyor.” dedi. KARAR TEKRAR GÖZDEN GEÇİRİLMELİ Kırıkkale’de karşılaştıkları manzaraya da değinmek isteyen Karamollaoğlu, şunları söyledi, “Makine Kimya Endüstrisi Kurumu bir kurum olmaktan çıkarılıp AŞ hüviyetine büründürülmeye çalışılıyor. Bu karar verilmiş aslında. Bunun bir özelleştirme adımı olduğu kanaatine hakimiz. Bu kurum tarihi bir kurumdur. Türkiye’nin savunma sanayiinde çok önemli bir yer işgal etmiştir. Geçmişte Kırıkkale nüfusu burada çalışan insanlardan oluşmuştur. Vakti zamanında o fabrikada çalışan sayısı 20 bine kadar dayanmışken bugün bu rakam bin 500’e kadar inmiş bulunuyor. Ben iktidarın bu noktadaki tavrını bir kere daha dikkate alınması gerektiğini söylemeyi görev addediyorum.” “BİR ÜLKENİN İÇ ÇATIŞMASINDA TARAF OLURSAK ÇOK CİDDİ SIKINTILARLA KARŞILAŞIRIZ” Afganistan’da yaşanan duruma ve Türkiye’nin orada alması istenen pozisyona karşı da açıklamalar yapan Karamollaoğlu, her hangi bir ülkenin iç savaşına müdahil olmanın getireceği sıkıntılardan bahsederek şunları dile getirdi, “Dış politikadaki bazı gelişmeleri dikkatinize arz etmeden geçemeyeceğim. Son dönemde Afganistan’a asker gönderme gündeme geldi. Bu asker gönderme, ne Afgan hükümetinin ne de Taliban’ın talebiyle oldu. Doğrudan doğruya ABD’nin talebiyle böyle bir durumla karşı karşıyayız. Geçmişte de NATO çerçevesinde Afganistan’a asker gönderme konusunda Türkiye zorlandı, daha doğrusu Türkiye’yi zorladılar. Bunun üzerine şöyle bir karar alınmıştı, evet peki biz Afganistan’a asker gönderelim ancak bir şartla; bizim askerimiz kabul korumanın dışarısına çıkmayacak sadece kabul korumasında önemli görev üstlenecek ama çatışmanın içine girmeme kararındayız, denmişti. Bu karar isabetli bir karardı. Orada bugüne kadar askerimiz bulundu, zaman zaman şehir içerisindeki çatışmalara da müdahil olma mecburiyetinde kaldı ancak iç savaşta hiç taraf tutmadı, yer almadı. Geçmişte biz Afganistan’daki çatışmalara Afgan halkının yanında durarak taraf olmuştuk. Ruslar Afganistan’ı işgal ettiğinde, mücahitlere bütün dünyadan, bütün İslam ülkelerinden ve Türkiye’den de yardımlar gitmişti. Ne için, dışarıdan gelen bir işgale karşı direnenlere destek olmak için. Sonra Ruslar çıkarıldı bir yönetim oluşturuldu ancak bu sefer ABD olaya müdahil oldu, NATO müdahil oldu. Şimdi biz, onlar oradan kuvvetlerini geri çekerken, onların yerine görev almaya davet ediliyoruz. 40 kere düşünmek lazım. Biz bir ülkenin iç çatışmasında taraf olursak, haklı haksız ayırmıyorum, o zaman istesek de istemesek de çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalırız. Maalesef ABD ve NATO yıllardır Afganistan’da bulunuyor ancak Taliban’la baş edemedi. Taliban, Amerika’da bizzat Amerikalılarla kaç kez görüştü ama bir mutabakat sağlanamadı. Onların istedikleri tek bir şey vardı, işgal güçleri bütünüyle Afganistan’ı terk etsin. Şimdi biz onların işgal gücü olarak tarif ettikleri yeri doldurmaya kalkarsak, istesek de istemesek de bir taraf olmak durumunda kalabiliriz. Çatışmaların içinde buluruz. Bulabiliriz demiyorum, buluruz. Ve bu Afganistan’la olan münasebetlerimizin daha da gerilmesine ve Allah muhafaza etsin, birçok vatandaşımızın, askerimizin hiç yoktan hayatını kaybetmesine vesile olur. Bundan dolayı hangi şartlarda olursa olsun hükümetin bu kararı yeniden gözden geçirmesi gerektiğine inanıyorum. Aslında onlar da mütereddit, onlar da girmek istemiyorlar ancak Amerika bir emrivakiyle Türkiye’yi karşı karşıya bırakmaya çalıştı, sanki bunu da en sonunda başardı gibi. Onun için biz dost ve kardeş ülke olarak gördüğümüz Afganistan’da iç çatışmalarda yer alınmamalı diye düşünüyoruz.” “NORMALLEŞMEYLE İŞSİZİN, ESNAFIN OMZUNDAKİ YÜK KALKACAK MI ASIL SORU BU” Türkiye gündemi hakkında ve normalleşme çalışmalarıyla ilgili de konuşan Karamollaoğlu, “1 Temmuz’dan itibaren Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarıyla kısıtlamalar bütünüyle kaldırılacak ve normale döneceğiz. Bu durum elbette bir rahatlama getirecek. Ancak kısıtlamalar kalktıktan sonra bugüne kadar insanlarımızın omuzlarında özellikle iş çevrelerinin büyük bir kısmının, esnafın omuzlarındaki yük kalkacak mı? Asıl sorun burada. Maalesef bu problemlerin ortadan kalkacağına dair, esnafımızın bu yüklerden kurtulacağına dair bir sürecin başlayacağı kanaati ne esnafta ne vatandaşta ne de biz de var. Eğer normalleştik artık kendi yağınızda kavrulun derse iktidar, bu problemlerin daha da büyümesine, esnaf üzerindeki yükün daha da artmasına ve bugüne kadar olan iflaslardan çok daha fazlasının gerçekleşmesine vesile olur kanaatindeyiz. Çünkü bu süreçte birçok insan işsiz kaldı, birçok ekmek teknesi kapandı maalesef. Burada kendilerine, bu mağdur kesime iktidarın el uzatacağına onlara bankanın yolunu göstermesi, onları borç ve faizle karşı karşıya bırakması elbette isabetli bir tutum olmaz. İktidara özellikle seslenmek istiyorum; süratle, esnafın, mağdur durumda bulunan insanların, işsizlerin problemlerini çözecek bir takım acil adımlar atması gerekiyor. Bu adımlar atılmazsa perişanlık bundan sonra çok daha fazla olur, etkisi de daha derin olur. Çünkü bir esnafın bir iş yerinin kapanması ve batması bir kişinin, bir ailenin mağdur olmasına değil, orada çalışan bütün insanların, orayla irtibatta olan tüm kesimlerin de zarar görmesine vesile oluyor. Bundan dolayıdır ki, burada iktidarın çok ama çok titiz davranması gerekir. Bugüne kadar geç ve maalesef eksik yürütülen süreç bundan sonra daha zor bir dönemin maalesef habercisi olma mahiyetinde kalır ve bu bizi ciddi manada endişelendiriyor.” “İKİ İŞSİZ İNSAN NASIL HEM BORÇ ÖDEYİP HEM DE GEÇİMLERİNİ SAĞLAYACAKLAR?” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gençlerin evlenme süreciyle ilgili söylediği ‘yeni moda başladı, 30 yaşından önce kimse evlenmiyor’ sözlerine de yanıt veren Karamollaoğlu, “Gençler evlenmiyor mu, evlenemiyor mu?” diye sordu ve ekledi, “30 yaşına kadar bir gencin iş bulma ihtimali hangi seviyede? Eğer gençler çalışmıyorsa, çalışamıyorsa, aldıkları kredileri ödeyemeyecek durumdaysa, ailelerine muhtaçlarsa nasıl evlenecekler? Evlilik o kadar kolay değil ki. İki genç bir araya gelecek, evlenme masrafı bir evi döşeme masrafı, 100 – 150 bin Türk lirası tutuyor. Nereden bulacaklar bu parayı? Ailelerinin de imkanı yok. Devlette zaten böyle bir imkanı gençlere tanımıyor. Yani onlar borçla hayata başlayacaklar manasına geliyor bu. Borçla hayatına başlayan işsiz iki insan nasıl hem borç ödeyip hem de geçimlerini sağlayacaklar? Böyle bunu bir moda gibi tarif etmek isabetli bir yaklaşım değil. Konuyu ya bilmemek ya da bilmiyormuş gibi görünüyor. Gençlerimiz kendi bugünkü problemlerini çözemedikleri için evlenemiyorlar. Ailelerinin desteğine muhtaç olan ve şuanda yaşı 30 altında bulunan gençlerin yüzde 25’ten fazlası resmi rakamlara göre işsiz, bir işe girdiğinde de aldığı maaş belli. Bunun nasıl karşılanacağını düşünmeden bu gençlerimizin bir moda gereği artık genç yaşta evlenmenin zamanı değil, artık 30’dan sonra evlenelim demesini bir moda gibi görmek isabetli olmaz kanaatindeyiz.” “11 YERDEN AYRI MAAŞ ALANLARIN TABİ DERDİ OLMAZ” Birçok farklı yerden maaş alan bürokratlara da değinen Karamollaoğlu, “Bizim gençlerimizle ilgilenmeye, ekonominin içinde bulunduğu problemleri bir bütün olarak görüp çözüm yolu aramaya ihtiyacımız var. Çözüm yolu bazı kesimler için aranıyor. Bazı bürokratlar 3 yerden 5 yerden son zamanlarda çıktı bazıları 11 yerden ayrı maaş alıyor. Onlar için problem yok, aldıkları maaşlar da öyle 2-3 bin değil, ister istemez 100 binlere yaklaşıyor. Elbette onların bir sıkıntısı yok, elbette onların bir derdi yok ama derdi olan insanlar bu ihtiyaçlarını karşılamaktan acizler. O yüzden işsizliğin çözümü, ekonomiyi bütünüyle üretime odaklamaktan geçecektir. Başka türlü bir çözüm bulmak mümkün değil. Bütün hizmet yatırımlarını doğrudan doğruya işçi istihdamına ve üretime sağlamayan yatırımları durdurup üretime dönük yatırımları desteklemek zorunda iktidar. Ümit ediyorum ki bu problem daha ciddi olarak ele alınır.” “İNSANLARIN MASUMİYETİNE ŞAHISLAR MI KARAR VERECEK MAHKEMELER Mİ?” Hakkında aracılık iddiaları çıkan Süleyman Özışık’ın bir yayın kanalında ”Süleyman Soylu’ya masum olduğuna inandığım binlerce insanın dosyasını götürdüm; görevlerine iade edildiler” ifadelerini kullanmasına da değinen Karamollaoğlu şunları söyledi, “Biliyorsunuz ülkemiz son zamanlarda bir takım videolarla sallandı epeyce. Artık eskisi kadar itibar var mı bilmiyorum ancak, birileri çıkıp ben buralardan aldığım destekle masum olan ve şuanda hapiste bulunan ya da geçmişte hapiste bulunan insanları görevlerine iade ettirdiğini ‘masum olduğuna inandığım insanları kurtarmak için bunu yaptım’ sözleriyle dile getiriyor ve itibar görüyor. Bu nasıl mantık? Şahıslar mı insanların masumiyetine karar verecek yoksa mahkemeler mi, savcılar mı? Bazı yerlerde iddialar her tarafa saçılıyor, savcıların kılı bile kıpırdamıyor ancak bir de bakıyorsunuz ki çok küçük bir itiraz, iktidar tarafından gelen şikayetler süratle yerine getirilebiliyor. Ben şahıs bazın bu meseleleri gündeme getirmeyi doğru bulmuyorum. Bildiğiniz gibi düne kadar kısa bir aralıktan dolayı yurtdışına gidip şimdi tekrar yurtiçine getirilmesi gündemde olan bazı kişiler var. Biz bunlarla ülkemizin meşgul edilmesinin doğru olmadığını düşünüyoruz.” “İKTİDAR MUTLAKA ŞEFFAF OLMALI” Dün belediye başkanlarıyla buluşan ve onlara yapılan ihale süreçlerini canlı yayınlamaları talimatında bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasına da vurgu yapan Karamollaoğlu, “Dün Cumhurbaşkanı belediye başkanlarıyla toplantı yaptı. Toplantıda başkanlara bir takım tavsiyelerde bulundu, çok yerinde çok isabetli tavsiyeler bunlar. Aynısının merkezi hükümet tarafından da yapılması gerekmez mi sorusu herkesin ister istemez aklına geldi. Bütün ihaleler şeffaf olsun, vatandaşı çağırın, görsünler ihalenin nasıl yapıldığını ve kime verildiğini diyor sayın cumhurbaşkanı. Peki, aynı durum merkezi hükümet tarafından da gündeme getirilmemeli mi? Takip edilmemeli mi? Şeffaflık çok önemli bir şey. Biz zaten sayarken baştan itibaren lisanımıza dikkat edelim, fikir ve inanç hürriyetini mutlaka koruyalım, bunlar ancak adaletle tecis edilir, liyakate önem verilmezse ülkenin problemleri çözülemez ve iktidar mutlaka şeffaf olmalı diyoruz.” dedi. Kaynak
  5. KHK Haber

    OHAL Komisyonları

    15 Temmuz öncesi AKP’liler Fethullah Gülen ile “el ele” yürüyor, Türkiye’ye dönmesi için “ağlak ağlak” konuşmalar yapıyor, gözyaşları döküyordu… O kadar çok iç içe oldular ki şerefli Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına, “askerî vesayeti kaldırmak” bahanesiyle kumpas kurduklarını en yetkili ağızlardan ikrar ettiler. Ne acı ki; – Türkiye Cumhuriyeti devletinin 26. Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un 26 ay cezaevinde kalmasından, – Ergenekon, Balyoz, Casusluk, Kozmik Oda gibi kumpaslardan yüzleri dahi kızarmadı. AKP iktidarı için “Kara Leke” olan bu kumpaslar 15 Temmuz hain darbe girişimine neden oldu. 251 Şehit verdik bu alçakça hain 15 Temmuz darbe kalkışmasını engellemek için. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin birlik ve beraberliği için Recep Tayyip Erdoğan’ın “Yenikapı 15 Temmuz telin mitingine katılın” çağrısına olumlu yanıt verdi. Ancak Erdoğan o günden bugüne her fırsatta, “Bay Kemal 15 Temmuz Gecesi Atatürk Havalimanı’ndan kaçtı” diye sert eleştiriler yöneltti. Sanki kendisi icraatın başı Cumhurbaşkanı olarak tankların üzerine ya da önüne çıktı da, sanki kendisi Ankara’ya dönebildi de kalkıp muhalefet liderini suçluyor. * OHAL 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edildi… Binlerce FETÖ‘cü asker, polis, öğretim üyesi, savcı, hakim yargı önüne çıkartıldı. Binlerce kişi Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile yargılanmadan işten atıldı. Fethullah Gülen Cemaatine yol verenler ise “Rabbim Affetsin” mazeretine sığındılar. O günlerde Gülen için “Türkçe Olimpiyatları” denilen göz boyama törenlerinde “ağlak ağlak” olanlar bugün hâlâ iktidardalar… Yargıya hesap vermediler… Fethullah Gülen’i Amerika’dan alıp yargılamadılar, Adil Öksüz’ü göz göre göre kaçırdılar. * OHA Değerli okurlarım, Sedat Peker ile Süleyman Soylu arasındaki arabuluculuk ilişkilerinin kilit ismi Özışık kardeşlerden Süleyman Özışık diyor ki? – “Benim bu konularda ilkesel bir duruşum var. – İçeride bir masum olmasındansa dışarıda bin suçlu olmasını tercih eden birisiyim. – Dışarıdaki suçlu bir şekilde yakalanır ama içerideki masumun kul hakkını kimse ödeyemez, sessiz kalanlar da ödeyemez. – Ekranlardan bizi izleyenler şuna şahittir; Ben gerek Süleyman Soylu’ya, gerek OHAL işlemleri komisyonuna, gerek diğer mercilere kadar masum olduğuna inandığım binlerce insanın dosyasını götürdüm. – ‘Bu insanlar eğer masum çıkmazsa hesabını benden sorun’ dedim. – Araştırmaları yapıldı, hepsinin bir iftiraya kurban gittiği ortaya çıktı, hepsi görevlerine iade edildi. – Muhammed Şakiroğlu, Üsküdar’da hiç tanımadığım Şuayip diye biri, Balıkesir’de, Bingöl’de arkadaşlarım var. – Allah şahit yüzlerini görmedim. Sadece dosyalarına baktım, inandım. – Adımın Süleyman olduğuna emin olduğum kadar, Mübariz Mansimov’un FETÖ‘cü olmadığına da eminim.” AKP’nin OHAL uygulamasından sonra bir de “Olağanüstü Hal Ayıbı” (OHA) uygulaması ortaya çıktı. Kurucuları Süleyman’lar: – Süleyman Özışık – Süleyman Soylu OHA araştırmacısı: Süleyman Özışık OHA uygulama yetkilisi: Süleyman Soylu Yargının yapacağı işi yapmak siz Süleymanlara mı düştü? OHA vallahi billahi OHA… * Akil siyasetçi CHP’nin akil siyasetçisi Genel Başkan yardımcısı Bülent Kuşoğlu sosyal medya hesabından attığı Tweet ile dedi ki; “Yüzde 1’i bile doğru çıksa çok vahim denilen iddiaların hemen hepsi doğru çıkıyor ama iktidarın kılı kıpırdamıyor. – Meclis ve yargı kontrolümüzde nasılsa anlayışıyla huzur bulunamaz. – Vicdanlar sızlamaz, kalpler kör olsa da gerçekler/rezaletler mutlaka ortaya çıkar. – Seçim elzemdir!..” CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Meclis grup toplantısında Süleymanların ilişkilerini özetle şöyle değerlendirdi: – “Türkiye’nin geldiği hale bakın Allah aşkına. – Bu mafyayla siyasi ilişkileri götüren bir kişi, TV yorumcusu bir açıklama yapıyor. – FETÖ borsası dediğimiz, işte budur arkadaşlar. – Paranı alırsın, adamını bulursun, dosyayı götürürsün, seni hapisten çıkarır, sen de serbest kalırsın. – Hâkim var mı bu işin içinde? Yok. Savcı var mı bu işin içinde? Avukat var mı bu işin içinde? Yok. – Bir kişi var, o da bütün kara işlere, yeraltı dünyasına ve siyasetçilerle yeraltı dünyası arasındaki ilişkileri kuran birisi.” Kaynak[1] References^ Kaynak (www.yenicaggazetesi.com.tr)Kaynak
  6. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, onlarca hocam ve arkadaşımla birlikte adımıza çıkan kanunu denetleyecek bugün. Daha doğrusu gündemine almış, öncesinde yaptıkları gibi erteleyebilirler de. Dinçer Demirkent hakkında kanun demekten farklı olmayan ekli listelerin yer aldığı 7086 sayılı kanunun 1. maddesi ile 1 sayılı ekli listeyi; 3. maddesi ile 4 sayılı ekli listeyi ve 4. maddesini anayasaya uygunluk bakımından denetleyecek. Yapacakları inceleme, çalışma alanım bakımından merak uyandırıcı olduğu kadar, on binlerce insanı sivil ölü haline getiren rejimin işleyişi bakımından da çok önemli. Türkiye’nin siyasal rejimi içinde Mahkeme’nin konumu malum, fakat iptal kararı vermemeleri durumunda da bir gerekçeli karar yazmaları gerekecek. İşte bu durumda yazılacak kararda ortaya nasıl bir hukuki argümantasyon çıkacağını çok merak ediyorum. Anayasa Mahkemesi, OHAL KHK’lerinin yargısal denetimi konusundaki içtihadını değiştirerek şeklî olarak OHAL KHK’si adıyla çıkarılan metinleri hiçbir biçimde denetlemeyeceğini karara bağlamıştı. Bu kararı ile de sadece TBMM çoğunluğunun denetimine tâbi olan –hatta İçtüzük’teki süreler dikkate alındığında bu denetime bile ihtiyaç duyulmadığı görülecektir- tamamen keyfî bir yürütme gücü kullanımının yolunu açtı. Ardından olağanüstü tedbirler niteliğinde olması gereken yürütme işlemleri hukuk mantığıyla bağdaşması imkânsız biçimde yasalaştırıldı. AYM lütfedip yasalaşan OHAL KHK’lerinin (söylemesi dahi tuhaf) soyut norm denetimine tâbi olduğunu hükme bağladı. Burada ise tuhaf bir durum ortaya çıktı. İki yıl boyunca yayımlanan 36 kararnamede olağanüstü hâl tedbirleriyle birlikte, olağanüstü hâl ile hiçbir biçimde ilişkisi kurulamayacak konularda KHK’ler yayımlanmış; böylece hem yasama fonksiyonu yürütme tarafından gasp edilmiş (çünkü olağan dönem kararnamelerinin aksine OHAL KHK’leri için yasamanın yetki kanunu aranmaz) hem de AYM’nin verdiği kararın ardından kararnamelerin yargısal denetimi de ortadan kalkmıştı. Yürütmenin, rejimin inşasında hiçbir denge ve fren mekanizmasıyla muhatap olmadan operasyonel biçimde kullandığı kararname tekniği ile koyduğu kurallar yasalaşınca, AYM’nin daha önce karşılaşmadığı bir durum ortaya çıktı. Yazı tarihinde Mahkeme’de çalışan Dr. Taylan Barın, Mart 2018’de SBF Dergisi’ne gönderdiği makalede bu durumun içinden nasıl çıkılabileceğine ilişkin bir formül geliştirdi; ardından AYM bu formülü kararlarına yansıttı. Buna göre, soyut norm denetiminde OHAL KHK’leri temel hakların kısıtlanması bakımından Mahkemece iki ayrı rejime göre incelenecekti. OHAL dönemi ile sınırlı, konusu ve amacı olağanüstü hali gerektiren durumla uyumlu olan tedbirler için Anayasa’nın 15. maddesinde düzenlenen olağanüstü sınırlama rejimi; OHAL’in konu, amaç ve süresi ile bağlı olmayan kurallar için Anayasa’nın 13. Maddesinde düzenlenen olağan sınırlandırma rejimi esas alınacaktı. Peki ya ekli listeler? Ya da kapatılan yayın organları?.. Tuhaf durum burada kendini açıkça ortaya koyuyor. AYM’nin bugüne kadarki yaklaşımı da bu tuhaf durumu daha da perçinleyecek bir karar vereceği endişesi yaratıyor. Şöyle açıklamaya çalışayım. Dinçer Demirkent hakkında bir yasa var. Başka bir yasa da OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu adıyla idari bir kurul oluşturdu. Bu kurul hakkımda çıkan yasayı denetliyor. Yani bir idari karar ile yasa değiştiriliyor. OHAL Komisyonu şimdiye kadar 100 binin üzerinde dosya inceledi, 14 bin civarında kabul kararı verdi. Yani münhasıran yasama organı tarafından yapılabilecek değişiklikler 14 bin kere idari bir organın kararıyla yapılmış oldu. Bakanlar Kurulu tarafından kurulan, rejimin değişmesinin ardından Cumhurbaşkanı tarafından süresi uzatılan komisyon yasama ve anayasa yargısının yerine geçmiş idari kararla kanun değiştirmek üzere çalışıyor. AYM’nin muhtemel kararından duyduğum endişe ise şu: AYM 7086 sayılı kanunun soyut hükümlerini 13. madde uyarınca iptal edecek, örneğin (bir daha kamu görevinde çalışamazlar); fakat birel işlem niteliğindeki ihraç listelerini 15. maddedeki sınırlandırma ilkelerine uygun görüp OHAL tedbiri olarak değerlendirecek. AYM’nin formülüne ilişkin Kerem Altıparmak’ın hatırlattığı önemli bir soru(n) var. Altıparmak, medya kuruluşlarının kapatılmasına ilişkin kurallar içeren 668 sayılı OHAL Kararnamesi’nin yasalaşmasının ardından, AYM’nin verdiği iptal kararına uygun olarak idarenin kapatma işlemini de geri alması gerektiğini söylüyor. Olağan dönemde anayasaya aykırı olan yasal dayanak iptal edilmişken, o yasaya dayanarak yapılan kapatma işleminin sürmesinin OHAL’i kalıcı hale getirdiğini gösteriyor. Dolayısıyla Altıparmak’ın hatırlattığı asıl soru şu: Kararname ile alınan önlemle, sonuçları tükenmeyen işlemler hangi rejime tâbi olacak? Yani örneğin Dinçer Demirkent hakkında kanunda yer alan “kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz… Bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak çalıştırılamaz” gibi sonuçları, OHAL süresini bırakın, bir ömür boyu devam edecek sivil ölüm tekniğinde hangi rejim uygulanacak? AYM, yukarıda öngördüğüm gibi yine siyasal bir karar verir ve birel işlemlere dokunmayıp 1. ve 3. maddedeki sivil ölüm uygulamalarına ilişkin iptal kararı verirse, bir yandan sivil ölüm pratiği devam edecek, bir yandan da AYM bu işten kurtulmuş mu olacak? ‘Olağan dönemde sivil ölüm yasaları çıkarılamaz ama olağanüstü dönemde sivil ölüme mahkûm edilmiş yurttaşlar her zaman sivil ölüdür’ demek AYM’yi kurtaracak mı? Ayrıca hem yasamanın hem de AYM’nin yerine geçerek kanun değiştiren OHAL Komisyonu yasa değiştirmeye devam mı edecek? Burada verilecek karar, Mahkeme topu nasıl çevirirse çevirsin, OHAL rejiminin sürüp sürmediğine ilişkin bir karar olacaktır. Danıştay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 1989’da verdiği kararda açıkça ortaya koyduğu gibi, olağanüstü rejimleri tanımlayan şey geçicilik nitelikleridir; olağanüstü hâl rejimlerinde alınan tedbirlerin de buna bağlı vasfı geçici olmasıdır. Bu tedbirlerin kalıcı olması, yani sonuçlarının olağan dönemde devam ettirilmesi -20 Temmuz rejimi içinde alınan tedbirler olağanüstü hâl rejiminin sınırlarını zaten aşmış olduğunu da dikkate alalım- aslında olağanüstü yönetim usullerini olağanlaştıran bir kalıcı diktatörlüğe işaret eder. Olağan dönemde on binlerce yurttaşın mahkemeye erişim hakkını dahi engelleyen OHAL Komisyonu -ki AYM düzenlemeyi iptal etmemiştir- bu kalıcı diktatörlüğün operasyonel aygıtlarından biridir. İLTİSAK VE İRTİBAT Mahkeme’nin soyut norm denetimi yoluyla inceleyeceği kurallardan biri de kanunlaşan KHK’nin birinci maddesinde yer alan “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan…” düzenlemesi. Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği kararlarda iltisak ve irtibat kavramlarında bir muğlaklık görmedi. Tabii bugün Mahkeme’nin gündeminde olan ihraç listeleri konusu, bu muğlaklığın da ötesinde bir anlam taşıyor. Mahkeme yasama organının yasa şeklinde birel idari işlem yapıp yapamayacağını incelemek durumunda. Fakat iltisak ve irtibata; bitişik olma ve bağlantılı olmaya da dönelim. Üzerimizde tepindikleri “düzen”in, hangi çarkların birbirine geçmesiyle işlediğini gördükçe, dört buçuk yıl önce KHK’lerle üzerimize atılan çamurun nereden sıçradığını, neyin üzerinin kapatıldığını da anlıyoruz. Erdoğan’ın meşhur özdeyişindeki gibi: “Kimler kimlerle beraber oluyor?” İrtibat ve iltisak iddiaları şöyle: Bir Özışık, İçişleri Bakanı ile irtibatlı, kimlerin irtibatı ve iltisakı aslında yokmuş diye liste iletiyor. Diğer Özışık, aynı zamanda Sedat Peker’le iltisaklı, Peker’in hukuki ve siyasal geleceği için irtibatlar sağlıyor. Bir Yargıtay üyesi, para aklayan iş insanı ile Tavacı Recep’te iltisak ediyor, fotoğraftan avukatıyla da irtibatı olduğu anlaşılıyor. Venezuela’dan İzmir’e gelecek kokain gemilerinin Türkiye’deki irtibat ve iltisakları nedense bulunmadı, ama güzergahta sırt çantasında test kiti taşıyanları öğrendik. Paramount Otel hakkındaki iddialar milli güvenliğimize ilişkin ciddi bir tehdit oluşturuyor diye düşünmüştüm ama Milli Güvenlik Kurulu harekete geçip bir karar vermemiş olsa gerek ki, otel birden el değiştirivermiş. Oteldeki iltisak ve irtibatlar konusunda endişeliyim. HDP İzmir İl binasında işlenen cinayetin failinin irtibat ve iltisaklarını yalnızca bir gün tutuklu kaldığı, polis abileri uzun uzun sorgulamaya gerek görmedikleri için öğrenemedik ama MHP Genel Başkanı’nın katilin düşünceleri ile irtibatını kuran açıklamalarını dinledik. Arabasında kokain çeken AKP’lilerden başlayarak iddialar çerçevesinde bir irtibat ve iltisaklılar şeması çizsek… Erdoğan ne kadar haklıymış: Kimler kimlerle… Ben AYM’ye katılmıyorum, irtibat ve iltisak kavramları üzerine inşa edilen bir kuralın yasallık niteliği olmadığını düşünüyorum. Ama örneğin, rüşvet, irtikap, ihtilas, zimmet, görevi kötüye kullanma, uyuşturucu kaçakçılığı, suça iştirak, suçu saklama, cinayet, işkence, kötü muamele gibi kanıtlanabilir, ceza kanununda karşılığı bulunan suçlar var. Türkiye’de görev yapan her savcının duyduğuna emin olduğum ihbar niteliğinde açıklamalar da var. İltisak ve irtibatlarını gazeteciler araştırmalı; bu konudaki bütün bilgilerin kamusal alanda siyasal değeri var ama ben bir yurttaş olarak bu suçlara ortak olduğu iddia edilenlerin yargı tarafından soruşturulmasını istiyorum. Kaynak[1] References^ Kaynak (www.gazeteduvar.com.tr)Kaynak
  7. Mahkeme hakkı, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme hakkı, silahların eşitliği ilkesi, açık usul ve çabukluk ilkesi, suçsuzluk karinesi, savunma hakları, yargı kararlarını uygulama. Bu yedi ilke, adil yargılanma hakkının asgari gerekleridir. Ne var ki, kişiler arası ilişkilerden kaynaklanan uyuşmazlıkların sonucu olan hak ihlalleri bir yana, kamu makamlarının hukuk, Anayasa ve akıl dışı işlemlerinden kaynaklanan ihlallere karşı adil yargılanma hakkı bir yana, mahkeme kapıları kapatılmış ise, yargılanma hakkından bile söz edilemez. Öyle olunca, şu tür itiraflarla karşılaşmak şaşırtıcı olmamalı: “Soylu’ya masum olduğuna inandığım binlerce insanın dosyasını götürdüm; görevlerine iade edildiler” (S. Özışık). Neden şaşırtıcı değil? Çünkü Bakan S. Soylu’nun altında imzası bulunan OHAL KHK ek çizelgeleri, tamamen keyfi ve siyasal intikam amacıyla oluşturuldu. Örnek: KHK-686 ek çizelgede dördü anayasacı olmak üzere 330 öğretim üyesi ve toplam 4565 kamu görevlisinin adı yer almakta. “Yargısız infaz” yoluyla onbinlerce kişiye “sivil ölüm” fermanı çıkaranlar, 27. Yasama döneminde yargı reformu söylemini siyasal gündemde tutarak, “çete-parti-Devlet” üçgeni kurdular. Haliyle, hukuk dışı toplu kıyım mağdurları arasında “ihkak-ı hak” yoluyla ayrımcılık yapılması şaşırtıcı değil. Bu karanlık ilişkiler ve “toplu katliamlar sonucu sivil ölümler” gölgesinde Yargı Reformu Strateji Belgesi (Mayıs 2019) ve İnsan Hakları Eylem Planı (Mart 2021) adıyla iki belge açıkladılar. Bu iki belgede 18 amaç, 113 hedef, 649 faaliyet somutlaştırılmakta. AZAMİ VE ASGARİ ÇELİŞKİSİ İnsan hakları ve adil yargılanma hak ihlalleri itirafını perdelemek amacıyla “güçlendirme, ileri götürme, daha çok koruma” vb. sıfatlarla bezeli her iki ayrıntılı belge, şu sorgulamayı gerekli kılıyor: acaba, kısmen de olsa itiraf edilen sistematik ve kitlesel insan hakları ihlallerinin ne kadarı Anayasa’dan ve yasalardan, ne kadarı uygulamalardan kaynaklanıyor? Bu sorgulama, doğru bilgi ve çözümde içtenlik adına önemli. Çünkü belgelerde yer verilen, geçiştirilen veya yadsınan insan hakları ihlallerinin çoğu, uygulama kaynaklı. Şöyle ki, siyasal ve idari makamlar, yargı organlarının ve kolluk güçlerinin görev ve yetkilerine sürekli Anayasa’yı ve yasaları ihlal ederek müdahale ediyor; onların kendilerine tanınmış olan görev ve yetki sınırları çerçevesinde görev yapmalarına engel oluyor. Bunun öncülüğünü Cumhur İttifakı liderleri yapıyor; İçişleri Bakanı ise, bunları izliyor. Bu çerçevede, “yargı bağımsızlığı” (md.138) ve “kanunsuz emir” (md.137), en çok ihlal edilen Anayasa hükümlerinin başında geliyor. Bu nedenle, Anayasa’ya bağlılık andı içen ve en üst kamusal yetkileri elinde tutan kişiler, Anayasa ihlal alışkanlıklarına son vermedikçe yargı reformu adı altında atılan hiçbir adım sonuç vermez. Gerçi, 4. Yargı paketi olarak adlandırdıkları 27 maddelik torba yasa önerisi de, “dağ fare doğurdu” deyişini bir kez daha doğrulamış olsa da, zamanlama olarak bu öneri ile çakışan CHP’nin yargı reformu öneriler dizisi, bir diğer olumsuzluğu pekiştirdi. ASGARİ GEREKLERE BİLE… CHP, Adalet Bakanlığını ve TBMM’de temsil edilen bütün partileri çağırarak başlattığı adil yargılanma yasa önerilerini sonuçlandırarak geçen hafta TBMM Başkanlığına sundu. Adil yargılanma hakkının 7 temel ilkesinin asgari gerekleri ışığında hazırlanan 12 ayrı yasa önerisi, başta Adalet Komisyonu olmak üzere ilgili komisyonlara gönderildi. Ne var ki, TBMM Başkanlığı’na daha sonra sunulmuş olan ve 4. Yargı paketi olarak “torba yasa önerisi” öne alındığı gibi birleştirme önerilerimiz de kabul edilmedi. Oysa, 12 yasa önerisi, değinilen iki Belge’nin gizlediği ve ortaya koyduğu sorunlara çözüm için atılan ve yapıcı demokratik muhalefet örneğini oluşturan mevzuat çalışmasının ilk adımı. Reddi ne anlama gelir? Parti başkanlığı yoluyla tek kişi yönetimi sürdüğü ve Cumhur İttifakı TBMM üzerinde “ters kelepçe” işlevini sürdürdüğü sürece, yasama çalışmalarında müzakere ve uzlaşma sürecini işletme olanağının bulunmadığı bir kez daha doğrulanmış bulunuyor. Neden BirGün? Bağımsız bir gazete olarak amacımız, insanlara hakikati ulaştırarak ülkede gerçek bir demokrasi ve özgürlük ortamının yeşermesine katkı sunmak. Bu nedenle abonelikten elde ettiğimiz geliri, daha iyi bir gazeteciliği hayata geçirmek, okurlarımızın daha nitelikli ve güvenilir bir zemin üzerinden bilgiyle buluşmasını sağlamak için kullanıyoruz. Çünkü banka hesabını şişirmek zorunda olduğumuz bir patronumuz yok; iyi ki de yok. Bundan sonra da yolumuza aynı sorumluluk bilinciyle devam edeceğiz. Kaynak[1] References^ Kaynak (www.birgun.net)Kaynak
  8. Görev ve yetkilerini aşıyorlar, insanları suçlu ilan ediyorlar, ceza yargılamasının ulaştığı karara saygı göstermiyorlar, masumiyet karinesini yok sayıyorlar, beraat kararını kabul etmiyorlar. OHAL komisyonu, beraat edene de takipsizlik kararı olana da “ret” kararı veriyor, görevine iade etmiyor. Gerekçe olarak da “iltisaklı sayılma” denilen o uydurulmuş tuhaf “suçlamayı” gösteriyor. Ret kararını alanlar, OHAL Komisyonunun tam da kendine göre kurduğu, altı adet idare mahkemesinde hak aramak üzere nafile davalar açıyorlar. Ama aynı “iltisak” parantezi, ne gariptir ki onları bu çok “hassas inceleme” yapan İdare Mahkemelerinde de buluyor. İdare Mahkemesi hâkimleri de OHAL Komisyonu üyeleri gibi beraat kararını tanımıyorlar, Anayasa ile kendilerine bağlı saymıyorlar, AYM ve AİHM kararlarını dinlemiyorlar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden ayrı bağımsız derebeylikler sanki bunlar. Kapalı devre iltisak kapanı… Ama anladığım asıl ret nedeni; Süleyman Özışık ile “iltisaklı olmama”… Gideceksin Süleyman’a, o halledecek. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun vurguladığı gibi galiba karşımızdaki “FETÖ borsasının OHAL komisyon ayağı”… Süleyman Özışık’ın bir faydası oldu aslında; “bize ne derler”cilerin şamatasından ürküp yeterince sahip çıkılamayan KHK’lıların çektikleri zulme gözler daha fazla çevrilebildi neyse ki… CHP, bir süredir hak ihlalleri ile ilgili değerli bir çalışma başlattı, bir “KHK Komisyonu” kurdu. Genel Başkan Yardımcıları Gülizar Biçer Karaca ve kendisi de bir KHK’lı olan Prof Dr. Yüksel Taşkın, il il toplantılar düzenleyip KHK mağdurlarını dinliyorlar. Komisyon “khklilarkonusuyor@chp.org.tr” adresi üzerinden de tüm KHK’lılara ulaşmak istiyor. Dün konuştuğum Gülizar Biçer Karaca, çok çarpıcı örnekler verdi. OHAL Komisyon Başkanı’ndan geçen Haziran ayında randevu istemiş, kendisine ancak Ekim ayı için randevu verilebilmiş. Komisyon başkanı görüşme sırasında kendilerinin, “beraat kararı, AYM, AİHM kararları ile bağlı olmadığını” söylemiş. Bir anlama hukuk devletiyle bağlarını kopardıklarını ikrar etmiş… Hiçbir delil bulunmaz ise KHK’lının çalıştığı “kuruma” soruyorlarmış… Gülizar Hanım, “mahkeme kararlarını yok sayarak ‘kuruma’ sorulmasından çok rahatsız olmuştum” diyor. Ben de “kurum’un kim olduğu anlaşıldı” dedim… “Kurum” dedikleri işte Süleyman Özışık’mış, ona soruyorlarmış. Birbirimize, bir zulüm makinasına dönen OHAL Komisyonu’nda yaşananlardan örnekler verdik. Benim takip ettiğim davalardan birinde, OHAL Komisyonu “ret gerekçesi” olarak “kurum soruşturma raporunu” gösterdi. Dosyada görmediğimiz, bilmediğimiz bu raporun istenmesini Ankara 21. İdare Mahkemesi’nden talep ettim. Ortaya bir skandal çıktı. Müvekkilimin çalıştığı İstanbul Üniversitesi “Soruşturma raporu yoktur” dedi. Beraat kararı var! Anayasa Mahkemesi’nin iki hak ihlali kararı var! AİHM kararı var! İdari soruşturma da raporu da yok! Ama ne gam; OHAL Komisyonu da komisyonun hâkimleri de üniversiteden ihracı onayladılar! OHAL Komisyonu işte bu… Gülizar Hanım da bana Adana’daki KHK’lılar toplantısından aynı düzeyde dehşet verici bir başka örnek aktardı: Neden ihraç edildiğini anlamayan bir KHK’lı, araya taraya sonunda neden ihraç edildiğini öğrenmiş: Oğlu bir yürüyüşe katıldığı için “iltisaklı” sayılmış. Şimdi sıkı durum; O KHK’lı insanımızın oğlu yokmuş… Bunlar Nazi Dönemini anımsatan örnekler… Dinlerken bana ulaşan, beraat ettiği ya da takipsizlik kararı verildiği halde işine dönemeyen, hayatlarına çökülen insanların öyküleri aklıma geldi. Adalet haktır, adaletsizlik ise bataklıktır. Sarsılıp, öfkeleniyorum. İktidar, itibar, zenginlik, baş döndürür, akıldan kopartır ve kaybetme korkusu derin bir huni gibi iktidar sahiplerini içine çeker de çeker… Hiçbir kutsal kalmaz… Ahlak ve erdemin yerine utanmazlık, pişkinlik geçer. Ama seçim sandığı bütün bu yapılanların cevabını verecek. Hukuka değil güce teslim olanlara ne olacağını hep birlikte göreceğiz… Yasal düzen, hukukun haksızlığın maşası olmasına izin vermez. Ya da sürekli izin verdiği hiç görülmemiştir… Gün gelir, hukuk hesabını sorar… Kaynak[1] References^ Kaynak (www.karar.com)Kaynak
  9. Cumhuriyet Halk Partisi Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi, 27 milletvekilinin imzasıyla TBMM Başkanlığına sunduğu önergede Süleyman Özışık’ın açıklamaları ile yeniden gündeme gelen “FETÖ borsası” iddialarının araştırılması için komisyon kurulmasını talep etti. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra başlatılan hukuki süreçte kurulan OHAL Komisyonuna 2021 Mayıs sonu itibari ile 126.674 başvuru olduğunu belirten Hakverdi, “Günümüzde dahi halen süreç devam etmekte ve siyasi ayağı hariç FETÖ terör örgütü ile bağlantısı bulunanlar kovuşturulmaktadır. Ancak kamuoyuna yansıyan bazı bilgiler hem bu soruşturmaya hem de darbe sonrası başlatılan hukuki sürece dair vatandaşlarımızın güvenini yitirmesine sebep olmuştur. Birçoğu hakkında bir yargı kararı olmamasına rağmen; Bank Asya’ya hesap açanlardan tutun, askeri okul öğrencilerine, öğretmenlere hatta küçük esnafına kadar birçok kişiye FETÖ ile iltisaklı oldukları gerekçesi ile cezalar verilip, mallarına el konulmuş yine birçok kişi mesleklerinden ihraç edilmişlerdir. Özellikle FETÖ ile irtibatlı ve iltisaklı bazı siyasilerin, iş insanlarının ve birtakım şahısların para karşılığında aklandığı ve dosyalarının sümen altı edildiği ve bu konuda bir FETÖ Borsası kurulduğu iddiaları kamuoyu vicdanını derinden yaralamıştır. Bu konuda gerek AKP milletvekilleri gerekse iktidara yakın “gazeteciler” in yaptığı açıklamalar, o dönem birbiri ardına düşmüş ve FETÖ Borsasının varlığı adeta onaylanmıştır.” dedi. “ÖZIŞIK’IN AÇIKLAMALARI FETÖ BORSASI’NIN İTİRAFIDIR” Hakverdi önergesinde son günlerde birçok iddia ile gündeme gelen Özışık kardeşlerden Süleyman Özışık’ın geçmiş dönemde yaptığı ve yeni açığa çıkan konuşması nedeniyle “FETÖ borsası”nın yeniden kamuoyu gündemine geldiğini belirterek “Özışık’ın açıklamaları FETÖ Borsası’nın itirafı niteliğindedir” dedi. Özışık’in “Gerek Süleyman Soylu’ ya gerek OHAL işlemleri komisyonuna, gerek diğer mercilere, masum olduğuna inandığım binlerce insanın dosyasını götürdüm. Dedim ki; ‘bu insanlar masum çıkmazsa hesabını benden sorun’ ve araştırmalar yapıldı. Hepsinin bir iftiraya kurban gittiği ortaya çıktı.” ifadelerini kullandığını hatırlatan Hakverdi, “Özışık, savcı mıdır? Hâkim midir? Komisyon üyesi midir? Dosyalarını Soylu ve diğer mercilere ilettiği ve “masum olduğuna inandığı” insanlar kimlerdir? Bu insanlar ile nasıl bir bağ kurulmuş “bu masum dosyalar” karşılığında o insanlardan ne talep edilmiştir?” diyerek bir an önce TBMM çatısı altında araştırma komisyonu kurulması gerektiğini ifade etti. PARASI VE SİYASİ BAĞLANTISI OLAN KURTULDU, TÜM SUÇ DİĞERLERİNE KALDI “FETÖ Borsası”na dair iddiaları AKP milletvekilleri ve iktidara yakın gazetecilerin daha önce de dile getirdiğinin altını çizen Hakverdi, “AK Parti Milletvekili Şamil Tayyar, katıldığı bir televizyon programında, “FETÖ borsası kuruldu, itirafçı adı altında iş adamları serbest bırakılıyor.” derken, yine iktidara yakın Sabah Gazetesinde yazan Dilek Güngör’ün “FETÖ soruşturmaları kapsamında içeri atılan örgütün bazı kilit veya paralı elemanlarının serbest kalması için bir tür tahliye oyunu oynanıyor. İddialara göre, her ilde bir FETÖ‘cü kurtarma borsası oluşmuş. Mahkumun önem derecesine ve parasına göre serbest kalma maliyeti belirleniyor. Misal, kiminden 100 bin, kiminden 1 milyon, kiminden 10 milyon TL isteniyor.” şeklindeki ifadelerini hatırlattı. “FETÖ Borsası” konusunda birçok sorunun yanıtsız kaldığını ve bunun hem kamuoyu vicdanını derinden yaraladığını hem de FETÖ soruşturmalarının bu şekilde sulandırıldığını ifade eden Hakverdi “Maalesef savcıların görevini yapmadığı bu dönemde halkımız adına bu araştırmayı yapmak TBMM’de görev yapan milletvekillerine düşmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan kişilerin bir borsa kurularak para karşılığı serbest bırakıldığı iddiaları hala aydınlatılmamıştır. Özellikle Süleyman Özışık’ın yaptığı açıklamada bahsettiği ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya ve diğer mercilere götürerek akladığı binlerce insan olmak üzere, siyasi bağlantılarını, nüfusunu ve maddi gücünü kullanarak aklananların, onlara aracılık edenlerin ve bu süreçte sorumluluğu olanların ve görevini kötüye kullananların belirlenmesi için Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını istediklerini” kaydetti. Kaynak[1] References^ Kaynak (www.cumhuriyet.com.tr)Kaynak
  10. Suç örgütü lideri Sedat Peker’in yayınladığı video sonrası İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun suç duyurusunda bulunduğu, AKP’ye yakınlığıyla Türkiye gazetesi yazarı Süleyman Özışık’ın 18 Haziran 2020’deki İnternet Haber yayınında kullandığı ortaya çıkan ifadeler büyük tartışma konusu oldu. Özışık sözkonusu yayında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya ‘masum olduğuna inandığı’ binlerce kişinin dosyasını götürdüğünü belirterek, şu ifadeleri kullaniyordu: “Gerek Süleyman Soylu’ya gerek OHAL işlemleri komisyonuna gerek diğer mercilere, masum olduğuna inandığım binlerce insanın dosyasını götürdüm. Dedim ki; ‘bu insanlar masum çıkmazsa hesabını benden sorun’ ve araştırmalar yapıldı. Hepsinin bir iftiraya kurban gittiği ortaya çıktı.” HDP Muş Milletvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit, Özışık’ın bu sözlerini İçişleri Bakanlığına sunduğu önerge ile meclis gündemine taşıdı. Koçyiğit, konuya ilişkin Bakan Süleyman Soylu’nun yanıtlaması istemiyle şu soruları yöneltti: 1-OHAL İşlemleri Komisyonu’nun çalışma usulleri içerisinde herhangi bir kişiden emir ve talimat doğrultusunda karar verme yöntemi var mıdır? 2-İçişleri Bakanlığı’nın talimatları doğrultusunda OHAL İşlemleri Komisyon süreci (lehte veya aleyhte) sonuçlanan başvuru sayısı kaçtır? 3-Süleyman Özışık hakkında son günlerde kamuoyunda konuşulan ifşaatlar ile ilgili Bakanlığınızca bir soruşturma başlatılmış mıdır? 4-Komisyon`un çalışmasını düzenleyen usul ve esaslara göre Komisyon, başvurucu hakkında birçok kurumdan (İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Valilikler de dahil olmak üzere) başvurucunun herhangi bir terör örgütüyle ilişkisi olup olmadığına dair bilgi isteme yetkisine sahipken Süleyman Özışık hangi sıfatla delil mahiyetinde bilgiler iletmiştir? 5-Komisyon, suç isnadına ilişkin delil toplama ve değerlendirme yetkisini gazetecilere de mi tanımıştır? 6-Süleyman Özışık; Balıkesir’den, Bingöl’den ve çeşitli illerden birçok kişi hakkında komisyonu, bakanlığı aradığını belirtmiştir. Bakanlığınızın göreve iade ettiği kişiler kimlerdir? 7-Göreve iade edilen kişilerin OHAL Komisyonu’na yapmış oldukları başvurulardaki suç isnatları nelerdir? 8-7075 sayılı Kanun ile kurulan Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu görev süresini ne zaman tamamlayacaktır? Kaynak[1] References^ Kaynak (www.cumhuriyet.com.tr)Kaynak
  11. Olağanüstü Hal (OHAL) İşlemleri İnceleme Komisyonundan yapılan açıklamada, Komisyonun, 7075 sayılı Kanun ile kurulduğu, olağanüstü hal kapsamında doğrudan kanun hükmünde kararname hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları, ilgili kamu kurumlarından temin edilen bilgi ve belgeler kapsamında değerlendirip karara bağladığı belirtildi. Etkili iç hukuk yolu olarak başvurular hakkında ilgili mevzuat kapsamında inceleme yapılarak, bireyselleştirilmiş ve gerekçeli karar verildiği ifade edilen açıklamada, başvuru ve kararlara ilişkin bilgilendirme ve duyuruların, Komisyonun internet sitesi üzerinden kamuoyu ile paylaşıldığı aktarıldı. Açıklamada, “Son günlerde Komisyona ilişkin gündeme getirilen iddialar kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır. Komisyon, hukukun üstünlüğü ilkesini gözeterek, tarafsız ve bağımsız bir şekilde, ilgili mevzuat ile çalışma usul ve esasları kapsamında çalışmalarına devam etmektedir.” ifadeleri yer aldı. Kaynak[1] References^ Kaynak (www.aa.com.tr)Kaynak
  12. Güldalı Kocaoğlu, 6 Ocak 2017 günü uyandığında 24 yıldır emek verdiği Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan ihraç edildiğini öğrendi. O sabah yayınlanan 679 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile işine son verilen 1699 memurdan biri de Sıhhiye Sosyal Güvenlik Merkezi’nde şef olarak görev yapan Kocaoğlu’ydu. Kocaoğlu, 45 yaşındaydı. Üniversiteye hazırlanan oğlu ile birlikte yaşıyordu. Kirasını ödeyemediği için anne ve babasının evine yerleşti. KHK ile terörist ilan edildiği için sigortalı iş bulması mümkün değildi. Bir sitede güvenlik görevlisi olarak çalıştı. Garsonluk yaptı. Örgü ördü. Evde yemek yapıp sattı. Güzellik salonunda meslek öğrendi. Bu arada, ihraç işleminin iptali için Olağanüstü Hal Komisyonu’na başvurdu. Komisyon talebi reddetti. Gerekçe olarak, Kocaoğlu’nun PKK ve Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP) adlı yasa dışı sol örgütle iltisaklı olması gösterildi. Kocaoğlu, TKİP adlı örgütün varlığını o gün öğrendi. “BURASI MUŞ’TUR” DAVASI Komisyon kararı üzerine Kocaoğlu, Ankara 22. İdare Mahkemesi’nde dava açtı. SGK tarafından sunulan personel dosyasında, “TKİP ile iltisaklı olduğu yönünde kanaat bulunduğu; PKK terör örgütünce düzenlenen eylemlere katıldığına ve örgütle irtibatlı olduğuna ilişkin kurum değerlendirmesi mevcut olduğu” bildirildi. Mahkeme Kocaoğlu’nun 1993’ten bu yana taraf olduğu dava ve soruşturmaları inceledi. Hiçbirinin terörle ilgisi yoktu! TKİP veya PKK’ya üyelik, yardım veya propaganda suçundan ya da izinsiz gösteriye katılmaktan soruşturma açılmamıştı. Gel gör ki SGK ısrarcıydı! Neye dayanarak? ‘Özet Bilgi Tablosu’ adlı hukuki değeri olmayan kurum içi belgeye… Belgede “Çevresel araştırmadan ve güvenilir kaynaklardan elde edilen bilgilerden” Kocaoğlu’nun gözaltına alındığı iddia ediliyordu. Mahkeme iddiayı Emniyet’e sordu. Gelen yanıta göre… Kocaoğlu, 29 Nisan 1990’da gözaltına alınmış ve yargılanmıştı. Neden mi? Ankara Cezaevi’nde bayram görüşmesi sırasında “Açık görüşme hakkımız engellenemez” ve “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” diye slogan atmak, savcının aracının cezaevine girmesini engellemek ve “Burası Muş’tur’ türküsünü söylemekten! Kocaoğlu, bu davada beraat etmişti. RAPOR TANZİM EDİLMEMİŞ Mahkeme, SGK’ya yazı yazarak, Kocaoğlu hakkında araştırma, inceleme, soruşturma yapılıp yapılmadığını; hangi bilgi ve belgeler esas alınıp kanaate varıldığını; irtibatın nasıl saptandığını sordu. Skandal, bu soru üzerine gün yüzüne çıktı. Çünkü araştırma, inceleme ve soruşturma raporu tanzim edilmemişti. Somut belge yoktu. İstihbari bilgiden hareketle iltisaklı olduğuna kanaat getirilmişti. Çevresel araştırma neticesinde şifahen bilgi elde edilmişti. İmzalanıp tutanağa bağlanmış kurum kanaati yoktu. Emniyet’teki sorgulamaya göre ne bir ifadede adı geçiyor, ne hakkında bir teşhis, bir bilgi ve bir belge bulunuyordu. Tek bir derneğe üyeydi: Anadolu Beşiktaşlılar Derneği. OY ÇOKLUĞUYLA İPTAL Ankara 22. İdare Mahkemesi, 5 Nisan 2021’de ihraç işleminin iptaline karar verdi. Kararda, Kocaoğlu’nun örgütlerle irtibat ve iltisaklı olduğu yönünde bir değerlendirme içeren ve yetkililerce imzalanarak tutanağa bağlanmış kurum kanaatinin ibraz edilmediği vurgulandı. Kocaoğlu hakkındaki kanaat bütünüyle asılsız, kanaate dayalı olarak karar da dayanaksızdı. Şöyle denildi: “Kurum değerlendirmesine dayanak teşkil eden bilgi ve belgenin olmadığı, konuya ilişkin rapor bulunmadığının açıkça ifade edildiği, mevcut bilgi ve belgelerin davacının terör örgütleriyle irtibat ve/veya iltisaklı olduğunu ortaya koymak için yeterli olmadığı…” ‘İLTİSAK DENETLENİYOR’ Kocaoğlu’nun avukatı Hüseyin Aygün bu kararla KHK’nın dayanağı olan kavramların yargı denetimine tutulduğunu ifade ediyor. Aygün, şöyle devam ediyor: “Mahkeme idareden belge isteyerek, irtibat ve iltisak iddiası yargısal karara konu olmuş mu diye soruşturuyor. Yargı denetiminden geçirirken işten çıkarmanın hukuki temeli olmadığını saptıyor. İltisak ve kurum kanaati gibi kavramlarla ihracın olamayacağını söylemiş oluyor.” Aygün’e göre binlerce KHK’lı bu kararı bekliyor. OHAL’de 125 bin 678 memur ihraç edildi. OHAL Komisyonu’na başvuranlardan 13 bin 109’unun itirazı kabul edildi. 99 bin 140’ı reddedildi. Birisi de Güldalı Kocaoğlu’ydu. HESAP VERSİNLER Kocaoğlu, yargılama sürerken, güzellik uzmanlığı üzerine eğitim aldı, kurslar gördü. Yeni mesleği sayesinde biraz olsun nefes alabiliyor. Yeniden kiraya çıktı. Oğlu iki üniversitede birden okuyor. Kocaoğlu, memurluğa dönmek istiyor. Neden mi? “Haklarımı almak adına zaten döneceğim. Ayrıca yenilmiş olmak ve yenilgiye uğrayıp çekilmek istemiyorum. Devlete döner, bir süre sonra emekliye ayrılırım. Her kim yaptıysa bu yaşadıklarımın hesabını versin istiyorum.” Damadı firari olan İsmail Kahraman TBMM Başkanı, kardeşi 15 Temmuz’un beyin takımında olan Şaban Dişli büyükelçi, ağabeyi FETÖ’den tutuklu bulunan Bekir Pakdemirli Tarım ve Orman Bakanı atanırken, bir dedikodu ile Kocaoğlu’na terörist yaftası vurup hayatını karartanlar… AK Partili damatlar “Allah affetsin” diyerek aklanır ve kamu ihaleleriyle semirtilmiş patronlar FETÖ borsası ile yırtarken; 15 Temmuz’un bütün faturasını bir bankaya para yatırmış ev kadınlarına veya sendikaya üye olmuş öğretmenlere, yani en alttakilere kesenler hesap vermeli. Kaynak[1] References^ Kaynak (www.sozcu.com.tr)Kaynak
  13. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin adından çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) kamudan ihraç edilenlerlerin hak ihlallerinin tespiti için çalışma başlattı. Çalışma kapsamında 35 ilde KHK ile ihraç edenlerin sorunlarını dinleme kararı alan parti yöneticileri, yaklaşık 2 aylık çalışmanın sonucunda tespitlerini raporlaştıracak. CHP’nin İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, hakkında soruşturma olmayan veya neden soruşturma açıldığını bilmeyen çok sayıda mağdur olduğunu ve bunların tapuya gittiğinde şahitliklerinin bile kabul edilmediğini belirterek, “Savunma hakkı bile tanımıyorlar, sivil ölüme terk edilmiş birçok insan var” dedi. CHP, KHK’lar sonucu yaşanan hak ihlallerinin tespiti ve ihlallerin önlenmesi için yerinde ziyaret çalışmasına İzmir’den başladı. CHP’nin Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Taşkın ve Gülizar Biçer Karaca’nın yürüttüğü çalışma sonucunda 35 ilde, KHK’lıların sorunları dinlenecek ve daha sonra da rapor haline getirilerek kamuoyuyla paylaşılacak. Kaynak[1] References^ Kaynak (www.bbc.com)Kaynak
  14. Anayasa Mahkemesi (AYM), darbe girişiminin ardından OHAL döneminde yayımlanan Kanun Hükmünde Kararnameler’le hakimlik ve savcılık görevlerinden ihraç edilen Mehmet Çetinkaya ve D.K.’nin bireysel başvurularını karara bağladı. Mahkeme, haklarında herhangi bir ceza bulunmamasına rağmen ihracın ardından avukatlık yapmak için başvurduklarında, Adalet Bakanlığı’nın itirazı sonrası ruhsatları iptal edilen Mehmet Çetinkaya ve D.K.’nin, “özel hayata saygı haklarının ihlal edildiği” karar verdi. Gazete Duvar’dan Serkan Alan’ın haberine[1] göre, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yayımlanan KHK ile hakimlik ve savcılık görevlerinden ihraç edilen hukukçular Mehmet Çetinkaya ve D.K., ihraçlarının ardından avukatlık yapmak için ruhsat başvurusu yaptı. Başvurular Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından kabul edildi. Kabul kararlarını uygun bulmayan Adalet Bakanlığı kararları TBB’ye geri gönderdi fakat TBB kararında direndi ve hukukçuların baro levhalarına yazılmaları kararı verdi. Bunun üzerine Adalet Bakanlığı, Ankara İdare Mahkemesi’ne başvurarak TBB’ye karşı dava açtı. Bakanlığın itirazını karara bağlayan idare mahkemeleri her iki başvurucunun da avukatlık ruhsatı almalarını sağlayan kararları iptal etti ve hukukçuların avukatlık yapmasını engelledi. Hukukçular, Mehmet Çetinkaya ve D.K., “FETÖ/PDY’ye üye olma” iddiasıyla yargılandıkları davalardan beraat etti, karar istinafta kesinleşti. Haklarında ceza bulunmayan hukukçular, Adalet Bakanlığı tarafından açılan iptal davalarında taleplerinin dikkate alınmadığını ve hukuka aykırı şekilde aleyhlerinde karar verildiğini belirterek Anayasa Mahkemesi’ne “Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği” iddiasıyla bireysel başvuruda bulundu. Hukukçuların başvurularını görüşen AYM, idare mahkemelerinin serbest avukatlık mesleğini icra etmekten alıkoyan kararlarının kanuni bir gerekçesi bulunmadığı gerekçesiyle “özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği” sonucuna vardı. Mehmet Çetinkaya ve D.K’nın tazminat talebini reddeden AYM, kararı oybirliği ile aldı. References^ haberine (www.gazeteduvar.com.tr)Kaynak
  15. Temel hak ve hürriyetler, özüne dokunulmaksızın ancak kanunla sınırlanabilir Konya Bölge İdare Mahkemesi, Olağanüstü Hal (OHAL) Kanun Hükmünde Kararnamesi (KHK) ile ihraç edilen kamu görevlisinin iptal edilen pasaportunun geri verilmesi yönünde karar verdi. Kararında, ilgili hakkında herhangi bir soruşturma/kovuşturma bulunmadığı, kanun ve mahkeme kararına dayanmayan sınırlamanın hukuka aykırı olduğunu belirten mahkeme, davacının pasaportun iptal edilmesi işleminin geri alınması ve pasaportun aktif hale getirilmesi talebini haklı buldu. Böylece başvurucu KHK’lı pasaportunu alabilecek. Davacının avukatı Doğan Erkan, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “siyasi iktidar sözde bir reform yapıyor. Ancak ‘reform’una kendisi uymuyor, davalar açarak idareyi kendi ‘reform’una uydurmak zorunda kalıyoruz ama aradan yıllar geçiyor. 7188 sayılı yasa çıkalı bir buçuk yıl olmuş. Madem uymayacaktınız neden çıkardınız reformu. Zira formel olarak bittiğini söylediğiniz OHAL’i de facto olarak sürdürmek istiyorsunuz, bunu her uygulamanızda görüyoruz” dedi. Erkan bu kararla, 17.10.2019 tarihinde yürürlüğe giren 7188 sayılı Kanun’un “… başvurmaları hâlinde kolluk birimlerince yapılacak araştırma sonucuna göre İçişleri Bakanlığınca pasaport verilebilir” hükmünün de fiilen geçersiz hale geldiğini ifade etti. Erkan şunları söyledi: “Öncelikle OHAL KHK’sı ile ihraç edilenlerin pasaportunun ilanihaye iptal edilemeyeceği ortaya konmuş oldu. Diğer yandan, ihraç kararının kendisi halen OHAL Komisyonunda iken, o süreç tamamlanmadan da pasaportun geri alınmasının yolu açıldı. Ve son olarak, her ne kadar yasada ‘kolluk birimlerince araştırılma yapılması’ dense de, bir yargı makamı suçsuzluk kararından sonra kolluğa yeniden bunun üzerinde dolaylı bir adli-idari takdir yetkisi verilmesi kabul edilemezdi. Mahkeme kararıyla bu engel de fiilen aşılmış oldu. Bu karar, hakkında herhangi bir soruşturma/kovuşturma olmayan ya da bunlardan suçsuzluk kararı almış olan tüm OHAL KHK’lıların pasaportlarının ‘yargı reformu’ uyarınca geri verilmesi gerektiği anlamına geliyor. Ancak bakanlık bunu kendiliğinden yapmayacaktır. Benzer durumda olan tüm yurttaşlar bu kararı emsal göstererek bağlı bulundukları Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Müdürlüklerine başvuru yapmalıdır.” Ne olmuştu? Daha önce OHAL KHK’sı ile ihraç edilen bir başka kamu görevlisinin buna bağlı olarak iptal edilen pasaportunun geri verilmesi için yaptığı başvuru reddedilmiş, ilgilinin avukatı Doğan Erkan, seyahat özgürlüğünün temel bir hak olduğu ve 4 seneyi aşkın bir süre seyahat engelinin bir mahkeme kararı olmadan mümkün olamayacağı gerekçesiyle dava açmıştı. Yerel idare mahkemesinin davayı reddetmesi üzerine kararı istinaf etmiş ve Ankara Bölge İdare Mahkemesi emsal bir karara imza atmıştı. Ancak yasaya dayanan bir mahkeme kararıyla bir temel hakkın –özüne dokunmadan- durdurulmasının mümkün olduğunu belirten Ankara Bölge İdare Mahkemesi, pasaport iade talebinin kabulüne karar vermişti. Bu arada “yargı reformu” olarak isimlendirilen ve 17.10.2019 tarihinde yürürlüğe giren 7188 sayılı Kanun çıkarıldı. Bu kanun ise OHAL KHK’sı ile kamu görevinden ihraç edilenler hakkında “haklarında aynı nedenlerden dolayı; devam etmekte olan herhangi bir idari veya adli soruşturma veya kovuşturma bulunmayanlara, kovuşturmaya yer olmadığına, beraatine, ceza verilmesine yer olmadığına, davanın reddine veya düşmesine karar verilenlere, mahkûmiyet kararı bulunanlardan cezası tümüyle infaz edilenlere veya ertelenenlere, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilenlere, başvurmaları hâlinde kolluk birimlerince yapılacak araştırma sonucuna göre İçişleri Bakanlığınca pasaport verilebilir” düzenlemesi getirdi. İhraç edilen bir başka müvekkili hakkında soruşturma ya da kovuşturma bulunmamasına dayanan Av. Doğan Erkan, bu yeni yasa uyarınca 01.11.2019 tarihinde idareye başvurarak pasaport düzenlenmesini istedi. Ancak idare bu talebe hiçbir yanıt vermedi. İdarenin 60 gün boyunca cevap vermemesini “zımnen red” sayarak konuyu yine idare mahkemesine taşıyan Erkan, İdare Mahkemesinin red kararı üzerine de istinaf başvurusuyla dosyayı Konya Bölge İdare Mahkemesine taşıdı. Konya Bölge İdare Mahkemesi, ilgilinin UYAP kaydında herhangi bir soruşturma/kovuşturma bulunmadığını tespit ederek, Kanun ve mahkeme kararına dayanmayan sınırlamayı hukuka aykırı buldu ve 7188 sayılı “reform” kanununa istinaden pasaportun iptal edilmesi işleminin geri alınmasına ve pasaportun aktif hale getirilmesi talebinin reddedilmesinin iptaline karar verdi. Bölge İdare Mahkemesi bu kararı kesin olarak verdi. Böylece başvurucu KHK’lı, pasaportunu alabilecek. Kaynak T24[1] References^ T24 (t24.com.tr)Kaynak
×
×
  • Yeni Oluştur...