İçeriği gör

KHK Haber

Editör
  • İçerik

    5.077
  • Katılım

  • Son Ziyaret

İletiler bölümüne KHK Haber kullanıcısının eklediği dosyalar


  1. Tarih şöyle yazıyor: Yıl milattan sonra 246.

    Vietnamlı Trieu Thi Trinh, kendisini evlendirmek isteyen kardeşine, “Fırtınaya binmek, tehlikeli dalgaları aşmak, anavatanı geri kazanmak, köleliğin boyunduruğunu yok etmek, insanları boğulmaktan kurtarmak istiyorum. Başımı eğip diz çökmek istemiyorum. Neden kendimi bayağı ev işlerine adayayım?” diyor.

    Akabinde 1000 kişilik bir ordu toplayarak Çin ordusunu tam 30 kez püskürtmeyi başarıyor.

    Savaşta öldürüldüğü ya da esir düşmemek için intihar ettiği rivayet ediliyor. Bu dünyada 24 yıl kaldığı biliniyor.

    Tarih yazıyor: Yıl milattan sonra 2020

    Bir kadın cinayeti daha işleniyor. ‘Milli boksör’ denilen bir adam, kalbinden bıçaklıyor Zeynep Şenpınar’ı. Öldürüldüğünde 24 yaşında.

    Ardından AKP İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Hamdullah Arvas şunu söylüyor:

    “Hikaye aynı; özgürlük düşkünü bir kadın ve gayrimeşru yaşantısı içinde geçen bir ölüm hikayesi. Sizce bu tesadüf mü, yoksa maksatlı yapılan bir algı yönetimi mi? Edep yahu”

    Sanık Boksör Selim Ahmet Kemaloğlu savunmasının bir yerinde, “Burada bir mağdur varsa Zeynep’ten sonra benimdir” diyor.

    Trieu’dan 1773 sene sonra biz fırtınaya binip, dalgalar aşıp, köleliğin boyunduruğunu yok edebileceğimize ikna etmeye çalışıyoruz bir yandan da öldürülemeyeceğimize.

    Önümüze konulan her ket, dünyanın, halkların, gelişimin, olası zaferlerin zararına aslında. Dinletemiyoruz. 

    Bırakın orduların başına geçmemize izin verilmesini, biz daha mağduriyetimize ikna edemiyoruz.

    Kadın evin süsüdür, analık bir kadının en önemli kariyeridir, yuvayı dişi kuş yapar, kadınlar iş aradığı için işsizlik oranı yüksek çıkıyor vesaire vesaire...

    Kadını eve, bir erkeğin güdümüne hapsetme çabası sürüyor.

    Newyorklu kadın işçilerin yaşamları pahasına yükselttikleri “eşit işe eşit ücret” şiarına borçlu olduğumuz 8 Mart’ta, emeğimizin sömürüsü, can derdi ile başa baş gidiyor.

    Kentli genç kadın işsizliği yüzde 42’lere dayanmış, pandemide kayıt dışı iş gücünün önemli bir bölümü olan temizlik emekçisi kadınlar hepten işsiz kalmış, ev içi şiddet artmış, küçük çocuğu olan kadınlar evden çalışma ve çocuk bakımını birlikte yürütmekte zorlandığı için işi bırakmak zorunda kalıyor, kadınlar hayatta kalmak derdinde bu iktidar konuyu eviriyor çeviriyor, namusa getiriyor. 

    İktidarın küçük ortağı kalkmış muhalefetin kadın genel başkanına “fosforlu” diyerek sosyal medya kampanyası yapıyor, biri çıkmış bir diğer muhalefet partisi eş başkanına cinsel taciz içeren tweetler atıyor.

    Ortalık erkek devlet dilinden, ataerkil sistemin baş belası namus mevhumundan yıkılıyor.

    İktidar yanlısı değilseniz size mağdur olma ihtimali tanınmıyor. 

    Oysa bir iktidar vekili kadın, hakkında eleştirel 50 bin tweet atılmışken, içlerinden bir tanesi ahlaksız bir içeriğe sahip olduğundan lince uğramış sayılıyor. Tweeti atan acilen alınsın, yargılansın.

    Hanımefendi çok mağdur oldu, derhal kanal kanal gezip mağduriyetini anlatsın.

    Ömrünü kadın mücadelesine adamış on binlerce aktivist kadının, ekonomik, fiziksel, psikolojik şiddet mağduru milyonlarca kadının, kıdemi verilmemiş, emeği görülmemiş, mobbinge uğramış yüz binlerce kadının ömrüne basıp bize kürsüden parmak sallıyor “Utanmadan kadın hakları da kadın hakları, siz ne anlarsınız kadın haklarından”,

    Başörtüsü yüzünden geçmişte yaşanılan en ufak tedirginlik, bin ömürlük mağduriyet oldu, biz çıplak aransak, işsiz kalsak, işkence görsek, tutuklansak, tehditler alsak, öldürülsek ne yazar? Mağduriyet mi canım bizimki de?

    Eylem yapmışlardı başörtüsü yüzünden, biz kimiz ki eylem yapmış bir kadına “dilin eril dil” dersi veriyoruz?

    Alt tarafı 1921’den beri 8 Mart kutlanıyor ülkede, iki komünist kadın; iki kız kardeş Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova sayesinde.

    1975’ten beri de alanlardayız ama lafı olmaz bu eylemliklerin tabii ki ’90’ların başörtüsü eylemleriyle kıyaslanınca.

    Ülkenin ödüllü akademisyenlerinden, bu iktidarın bir zamanlarki kutsalı başörtülüsüne kadar kadınlara çıplak arama yapılıyor, her yaşta kadın sokak ortasında kameralar önünde kolluk şiddetine uğruyor, güya en yüce kariyer olan analık mertebesindeki kadınlar bebekleriyle cezaevine gönderiliyor ama mağdur olamıyor.

    Onlar ne bilirler başörtüsü ile okula girememek acısını?

    Onunla kıyaslanır mı hiç bunlar?

    Yahu avukatlık yemini ederken başını eğmek zorunda kalan vekilin çektiği acıyla akademiye verdiği onlarca yılı, emekliliği, pasaportu boşa çıkan KHK’linin, ayağında elektronik kelepçe ile ev hapsi alanın, senelerdir sebepsiz yere tutsak kalanın, şafak operasyonları ile kapısı kırılıp gözaltına alınanın yaşadığı travma bir mi Allah aşkına?

    Kolay mı öyle bu ülkenin ilk başörtülü grup başkan vekilini eleştirmek? Bu ülkede ilk kez bir kadın parti genel başkanı olduğunda yıl 1975’ti, şu an bir genel başkan, bir eş başkan kadın ama olsun.

    Başörtülü pek çok kadın var muhalefette hem belediyelerde, hem partilerde, hem Mecliste ama saylanmaz, onlar malum vitrine dahil edildi, geçti gitti. Onlar mağdur olamıyor, onlara ancak mübah oluyor.

    Kadınların defalarca koruma kararı için dilekçe verdiği öldürülünce ortaya çıkıyor, hani İstanbul Sözleşmesi, nerede 6284? diyorsun, “Ya o bizi mağdur ediyor, aile yapısını bozuyor" diyorlar.

    Avrupa İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi de Anayasa da ayrımcılığı yasaklıyor ama LGBTİ+ aile yapısını mağdur edebilir şeklinde ortaya atılan ve kaynağı anlaşılamayan tez üzerine, yönelen nefret suçu yüzünden saldırıya da uğrasalar, işten de atılsalar, okuldan da uzaklaştırılsalar mağdur sıfatı yakıştırılamıyor.

    Bu ülkede bir satır tweet yazdığınız için, hatta bir haber linkini retweet ettiğiniz için, dolarınızı bozmadığınız için, yastık altına bir gram altın sakladığınız için, soğan pahalı dediğiniz için dahi terörist olabilirsiniz ama mağdur olamazsınız.

    Bir şiir yüzünden hapiste geçen üç ayla, başörtüsü yüzünden girilemeyen üniversiteyle, her gün başka yerden hortlayan, ülkenin sabrını sınamaya kalkan bazı dış güçlerle bir mağduriyet kalesi diktiler. Tuğlalarını hesap vermezlik harcıyla ördüler. Surlarına tehdit, tenkit, hakaretleri savunma olarak diktiler. Bize bilinmezlik oklarını yönelttiler.

    Bu satırları 5 Mart Cuma günü yazıyorum. Çünkü cumartesi Kadıköy’de eylem var.

    Daha yeni İnsan Hakları Eylem Planı açıklanmış ama başımıza ne gelir bilmiyorum.

    Orada gözaltı mı olur, gazdan genzimiz mi yanar, cuma akşamından eve gelip evden mi alırlar, bilmiyorum. Hiçbirimiz bilmiyoruz.

    8 Mart Pazartesi Feminist Yürüyüş var. Müdahale ederler mi bilmiyoruz, eve dönebilecek miyiz bilmiyoruz. Salı günü işimize gidebilecek miyiz bilmiyoruz. Birileri doların artacağını bilip bir günde parasını ikiye katlıyor ama biz yarın sabah evde uyanacak mıyız bilmiyoruz.

    Olsun.

    Madem mağdur olamıyoruz, biz de güçlü oluruz o zaman.

    Fırtınaların eğip de kıramadığı sazlar gibi, kesmekle kurutulamayan Amazon Ormanları gibi, çakal sürüye saldırınca tüm tepelerden son hızla yardıma koşan yelesiz aslanlar gibi, kaldırım taşlarını bir arada tutan kum taneleri gibi, harabeler arasında biten devedikeni, ayazda çiçek açan kardelenler gibi oluruz.

    Mağdur olamıyorsak yan yana dururuz. Birlikten gelen güçtür bunun adı.

    Mağduriyetleri için üzgünüm, 20 yıl oldu belki zaman aşımından geçer, biz de geçmiş olsun diyebiliriz.

    Kadınların mağduriyeti yaklaşık insanlık tarihi kadar eski malum, taşa döndü. Kimseye de ağırlığını tartmayı tavsiye etmem.

    En kıymetli taşımı, bir nevi elması, kadınlığımı ve isyanımı alıp çıkacağım yarın sokağa.

    Güçlüyüz ya bu mağdur edebiyatından yeğ.

    Fırtınalara binmek, tehlikeli dalgaları aşmak, köleliğin boyunduruğunu yok etmek için bir kez daha çıkıyoruz sokağa!

    Yaşasın 8 Mart!

    Yaşasın Kadın Dayanışması!

    evrensel-pazar.jpg
    Reklamsız Evrensel için abone ol

    YAZARIN DİĞER YAZILARI

    Kaynak


  2. dsfasd.jpg

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “İnsan Hakları Eylem Planı” Tanıtım Toplantısı’nda vizyonu özgür birey, güçlü toplum, daha demokratik bir Türkiye olarak belirlenen eylem planının 11 temel ilkesinin 3. maddesi, “Hiç Kimseye Ayrımcılık Yapmama” umdesi ile ilgilidir. Birlikte okuyalım:

    "Dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebepler temelinde hiçbir ayrımcılık söz konusu olmaksızın herkes hukuk önünde eşittir.”

    “Benzeri sebepler”, uluslararası hukukta genelde “cinsel eğilimi/tercihi farklı olanlar” yani LGBT’liler için düşünüldüğü belki malumunuzdur. Ama ben bugün bu konuya yer vermeyeceğin. Türkiye’de LGBT’li olmadığı halde bazı sosyal kesimler, hukuka aykırı olduğu halde halen ayrımcılığa tâbi tutulduğu konusuna yer vermek istiyorum. Konuya şöyle bir giriş yapayım:

    Hukuk temeline dayanan bir sosyal devletin en temel görevi, yoldan çıkmış veya suç işlemiş olsalar dahî vatandaşlarını topluma (yeniden) kazandırmak ve insan gibi yaşamalarını sağlayan asgari şartları yerine getirmektir. Bunun içindir ki “İnsanı Yaşat Ki, Devlet Yaşasın” ilkesi, bilhassa devleti yönetenler için rehber niteliğinde önemli bir umdedir. Buna bağlı olarak her sosyal devlet, vatandaşlarının hayata tutunmalarına ve geçimlerini sağlayabilmelerine yardımcı olabilmek için, sosyal siyaset alanında aktif istihdam politikaları geliştirir.

    T.C. Devleti de bu anlayış doğrultusunda suç işlemiş ammâ klâsik ceza adalet sisteminde infaz sürecini tamamladıktan sonra ‘eski hükümlü’ sıfatıyla anılan vatandaşlarına dahî iş bulmaları yönünde kendilerine mevzuat çerçevesinde değişik kolaylıklar sağlamaktadır. Cezalarını tamamlayıp, yeniden özgür olduklarında bu kişilerin hayatlarını idame ettirebilmek adına gerek emek piyasasına, gerekse toplum hayatına yönelik rehabilite edici sosyal politikalar bundan dolayı gereklidir.

    Ne var ülkemizde eski hükümlüler, engelliler, gaziler, şehit aileleri gibi dezavantajlı sosyal gruplara yönelik “pozitif ayrımcılık” anlayışı doğrultusunda yapılan sosyal politikalara ve “insanı yaşat ki…” ilkesine aykırı ve netice itibariyle bir nevi (negatif) ayrımcılığa yol açan uygulamalar, 15 Temmuz hain darbe girişimden sonra da görülmektedir. Hukuku esas alan bir sosyal devlet, bir taraftan sosyal korumayı ihtiva eden kanunî düzenlemelere sahip iken diğer taraftan da tam tersine belirli bir kesimin topyekun sosyal dışlanmasına yol açan kanunî çerçeve oluşturamaz. Ne demek istediğimi daha somut olarak açıklayayım:

    Melun 15 Temmuz darbe teşebbüsünün hemen ardından 21 Temmuz 2016’da Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında ilan edilen Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile 140 bine yakın vatandaşımız, genelde sorgusuz sualsiz kamudan ihraç edildi. Bunlardan birisi de bendenizim. Mahkemece kesinleşmiş beraat kararı almamıza rağmen halen aslî görevimize dönemediğimizi burada ifade etmeliyim.

    FETÖ ile iltisaklıdır diye toplamda 2 bin 500’e yakın kurum ve kuruluş kapatılarak, faaliyetlerine son verildi. Gerek bu kurum ve kuruluşlardan, gerekse diğer kamu ve özel işletmelerden mahkeme kararı olmaksızın ihraç edilen KHK’lar o günden beri ne kamuda, ne de özel sektörde çalışma hakkına sahiptir. Zira OHAL döneminde çıkan kanun, yönetmelik, tebliğ ve genelgeler KHK’lilerin önünde ciddî bir engeldir.

    Mesela Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)’nda önceden toplam 34 kod bulunmaktaydı ve işlemler de bunlara göre yapılmaktaydı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ise SGK tarafından yayımlanan 2016-16 sayılı bir genelge ile 36 numaralı kod eklendi. Buna göre, işverenlerin kendi şahsî takdirleriyle, FETÖ/PDY ile ilişkisi / irtibatı bulunduğu kanaatine vararak, işten çıkardıkları elemanlar, SGK 36 çıkış kodu ile kayda geçirilmiş oldu. Bu ne anlama gelmektedir?

    36 koduyla çıkışı bildirilen sigortalı çalışanların velev ki haklarında beraat veya takipsizlik kararı verilmiş olsa dahî kıdem ve ihbar tazminatı hakkı bulunmamaktadır. Bu işçilere İŞ-KUR tarafından işsizlik maaşı bağlanmamaktadır. Ayrıca 36 kodu “OHAL/KHK” olan vatandaşların İŞ-KUR’un meslekî kurs ve programlarından yararlanmaları da mümkün değildir.

    Bunun yanında en az iki bin engelli kamu görevlisi, OHAL KHK’ları ile ihraç edildi. Bu engelli vatandaşlarımız da halen engellilere tanınan sosyal haklardan faydalanamıyor. Kendisi ya da eşi KHK ile ihraç edilen yoksul kişilere hanelerinde bakıma muhtaç bir engelli olmasına rağmen aslında hak sahibi oldukları halde “engelli bakım ödeneği” verilmiyor.

    '36 kod', suç işlemediği ve dolayısıyla hüküm giymediği halde halen sakıncalı görülen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına yönelik bu gibi haksız uygulamaların kaynağıdır. Sigorta siciline kaydedilen bu fişleme, vatandaşı topluma kazandırma ilkesinin tam tersine bizzat devlet eliyle onu dışlama eyleminin kötü bir örneğidir. Haklarında hiçbir suç bulunmayan vatandaşları otomatik olarak fişlemek, hukuk devletine de aykırıdır. Dağdaki PKK teröristlerin pişmanlık duyup silahlarını bırakarak, devletin merhametli kucağına sarılmaları için, devlet eliyle yapılan insanî çağrılar ne kadar doğru ise devletin sosyal kurumlarından yardım ve destek isteyen KHK’li mağdurları dışlamak da o kadar yanlıştır.

    Hukuk ve İnsan Hakları alanında gerçekten bir reform düşünülüyorsa bu “herkes için sosyal adalet ve fırsat eşitliği” ilkesi doğrultusunda yapılması gerekir ve bu ilkeye ters düşen uygulamalar da derhal kaldırılmalıdır. Daha somut bir ifadeyle SGK’nın işten çıkış sebebi alanında yer alan 36-OHAL/KHK maddesi kaldırılmalı ve masum olduğu mahkemelerce tescil edilmiş vatandaşların sosyal hakları iade edilmelidir. Aksi takdirde ”at izinin it izine karıştığı” bir ülke olarak hiç bir zaman toplamsal barış ve huzur yüzü göremeyiz. Demokrasi ve İnsan Hakları alanında da ileri düzeyde gelişmiş bir ülke de olamayız. “İnsan Hakları Eylem Planı”ndan somut adımlar bekliyoruz vesselâm…

    Kaynak


  3. figen-calikusu.jpg

    KHK mağdurları ile başlayalım.  

    Binlerce kişi bilmem ne terör örgütü ile “iltisaklı” sayılarak ihraç edildi.  

    Bazısı dava açabildi, bazısına henüz o imkan bile verilmedi.  

    Dava açıp, beraat edenler oldu.  

    Ama beraat geriye yürümedi.  

    Neymiş? 

    İltisaklı imiş.  

    Kime göre ? 

    OHAL Komisyonu tarafından kurulan, yanlı idare mahkemesi hakimlerine göre.  

    Bu insanların dertlerine ne kadar ses verdik? 

    Halbuki yapacağımız iş, sadece ve sadece hukuku savunmak olacaktı.. 

    Zulme karşı hukuku savunmaktan korktuk... 

    Devam edeyim.. 

    15 Temmuz ertesi, hukukta depremler oldu, hem de kaç kez...  

    Bir mahkeme, 21 gazeteciyi tahliye ettiği için bir gecede görevden alındı, yerine yeni bir heyet kuruldu. 

    Mahkemelerin “hukuka göre” karar vermesine itiraz eden, bu işlerde pek mahir olan HSK idi.  

    Bu skandal, hukuk devletini ve adil yargılamayı, bağımsız ve tarafsız mahkeme uygulamasını fiilen bitirdi. 

    Bu rezalete tekrarını önleyecek bir gürbüzlükle karşı koymadık. 

    Meşru olanın korktuğu bir ülke olur mu ?  

    Bir başka örnek; 

    Bir kesim öyleymiş gibi yapsa da Anayasa Mahkemesi kararına direnme, ilk defa Enis Berberoğlu ile yaşanmadı.  

    2018 yılında Anayasa Mahkemesi’ni ve Anayasa’yı dört ayrı mahkeme yok saydı. 

    Anayasa ve AYM Kararına direnme gibi anayasal bir suçun yolunun açılmasına karşı ne yapıldı ? 

    Halbuki koca bir ülkenin anayasal düzeni yok edilmekteydi… 

    2018 yılında atılmayan çığlık, 2021 yılına yol oldu… 

    Yol olan o kadar çok şey oluyor ki.. 

    Son davalı gazeteciler, sanki üç ya da dört isim vardı, tutuklu olan gazeteci.  

    Milletvekilleri duruşmaları izledi.  

    Açıklamalar yaptılar, sahip çıktılar. Doğrusu da bu idi.  

    Sevinç ve mutlulukla karşıladım, tahliye oldular.  

    Peki diğer tutuklu gazeteciler ?  

    Hakları savunuluyor mu?  

    Yargılamaları izleniyor mu ? 

    General Metin İyidil davasını hatırlayalım; istinaf incelemesinde beraat ve tahliye kararı verildi ama ne oldu? 

    İstinafta beraat eden kişi tutuklandı. Görülmemiş şey... 

    Dosya kapsamı nedir bilemem ama böyle bir usul yasada yok.  

    Yenildi, yutuldu. 

    Bir başka örnek; 

    Mahkeme, 77 yaşında ve 42 aydır tecritte tutulan bir tutuklunun, bir saat havalandırma iznini dört saate çıkardı. 

    Savcı buna itiraz etti.  

    İnsan hukuku mu, düşman hukuku mu ? 

    Kapatılmaktan zor kurtulan AKP, şimdi küçük ortağı ile birlikte HDP’nin kapatılmasının peşinde. 

    Muhalefet partileri, bu fezlekeleri hazırlayan yargıya mı güveniyor?  

    Siyasallaşmış yargının  ayyuka çıktığı bir ortamda doğrudan buna hayır demek gerekmez mi ? 

    Ne yazık ki öyle olmuyor. 

    Maalesef buralarda önemli olan, hukuk değil siyaset.  

    İktidar da tam da bunu istiyor zaten.  

    Hukuk değil, siyaset önemli olsun istiyor. 

    Mesele hukuk devleti olduğunda, mesele temel hak ve özgürlükler olduğunda sessizlik, aldırmazlık, burun kıvırmak da ne demek?  

    Konu temel hak ve özgürlükler ise mağdurun kimliğine bakmak söz konusu olamaz. 

    Mağdurun siyasal kimliğine bakıp ona göre tavır almak, hukuksuzluğu savunmakla eş anlamlıdır... 

    Eğer sağlıklı bir toplum istiyorsak ortaklaşa hareket edeceğimiz temel hak ve özgürlüklerimiz, devletin hukuk devleti kimliği gibi ‘temel vazgeçilmezlerimiz’ olmalıdır.  

    İktidarın başarılı yürüttüğü bir iş var, toplumu değerler üzerinden bölmek, kutsallara göre karşı karşıya getirmek, çarpıştırmak.  

    Korku salarak bunu sağladığında, toplum eylemsiz, toplum sessiz suskun kalıyor. 

    Oysa haklı olan, meşru olan korkmaz, korkmamalı. 

    Haksız olanı, en başta kendi haksızlığı korkutur. Korku, kendi karanlığında zalimi işte böyle yaratır. 

    Sessiz miyiz ? Evet.  

    Suskun muyuz? Evet... 

    Neden peki?  

    Bize ne derler çekincesinden olmasın sakın... 

    İşte bu çekince yüzünden iktidarın tuzaklarının ortasına düşüveriyoruz. 

    Korkarak hak savunulamaz. 

    Kaynak


  4. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hazırlıkları iki yıl süren İnsan Hakları Eylem Planı, Türkiye'de yargı bağımsızlığının sağlanıp sağlanamayacağı ve bunun Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi içinde mümkün olup olmayacağı tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Planın sivil bir anayasayı hedeflediği ve Türkiye'de hem yargı bağımsızlığı hem de adil yargılanma hakkını güvence altına alacağını vurgulayan Erdoğan'ın açıklamalarına hukuk çevreleri kuşkuyla yaklaşıyor.

    Türkiye'de toplantı ve gösteri hakkı güvencede mi?

    Eylem planını DW Türkçe'ye değerlendiren Anayasa hukukçusu Prof. İbrahim Kaboğlu'na göre Erdoğan inandırıcı değil. Eylem planının toplantı ve gösteri hakkının güvence altına alınacağı bir sisteme gönderme yaptığına dikkat çeken Kaboğlu, ancak son olarak Boğaziçi Üniversitesi'nde yaşananlara işaret ediyor. Kaboğlu, öğrencilerin ve öğretim üyelerinin atanmış bir rektörü protesto hakkının güvence altına alınmadığı gibi Cumhurbaşkanı Recey Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından da "terörist" olarak gösterildiklerini hatırlatıyor.

    Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu

    Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu

    Kaboğlu, "Türkiye’de yurttaşlar anayasadan kaynaklanan düşünce ve ifade özgürlüğü haklarını kullanıyorlar ama bunun için doğrudan hükümet yetkililerince eleştiriliyorlar" diyor. Erdoğan'ın Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini sert eleştirmesini "anayasaya aykırı" bulan Kaboğlu, "Bir siyasi iktidar, vatandaşların anayasal haklarını kullanmalarını engelliyorsa orada ihlalin en büyüğü vardır. Ve o siyasi iktidarın reform sözü asla inandırıcı olmaz" diyor.

    Kaboğlu, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle de hak ve eşitlik mücadelesi için onlarca insanın sokakta olacağını hatırlatıyor ve endişelerini dile getiriyor:

    "Vatandaşların protesto hakkı güvencede mi? Eylem planına göre evet ama herkes biliyor ki; o protestolarda polis, vatandaşlara yapmadığını bırakmayacak. Anayasaya rağmen anayasayı ihlal eden, sistematik biçimde insan hakkı ihlali yapan hükümetin insan hakları eylem planı açıklaması anlamsızdır."

    Hükümetin insan hakları alanında bir 'yol temizliği' yapmak isteyip, istemediği konusunda toplumda ciddi şüpheler olduğunu anlatan Kaboğlu, "Eleştiren, düşünen, konuşan herkesi tehdit eden, onları terörist diye damgalayan siyasi iktidar söylemini değiştirmediği sürece inandırıcılığı olmayacaktır. Dahası Türkiye'de yeni ihlaller ortaya çıkacaktır" diyor.

    "Tek adam sistemi, insan hakkıyla çelişiyor"

    Erdoğan, eylem planının aslında barolar, sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerin desteğiyle hazırlandığı mesajını verdi. Plana göre tüm bu kurumlardan temsilcilerin katılımıyla da bağımsız bir Ceza İnfaz Kurumları İnsan Hakları İzleme Komisyonu kurulacak.

    Ancak İstanbul Barosu Başkanı Avukat Mehmet Durakoğlu, "Barolara sorulması gerekirdi, onların küçücük olsun fikirleri alınmadı. Bu bir vaat planı. Planda olumsuz diyebileceğimiz bir şey yok ama bu vaatlerin uygulamaya geçmesiyle ilgili sorunlar var" diyor.

    İstanbul Barosu Başkanı Avukat Mehmet Durakoğlu

    İstanbul Barosu Başkanı Avukat Mehmet Durakoğlu

    Bu noktada Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin sorgulanması gerektiğini anlatan Durakoğlu, bu sistemin sürmesi durumunda insan hakları ihlallerinin de kesintisiz süreceğini öngörüyor. "Tek adam sistemi, insan hakkıyla çelişir. Çünkü bu sistemde cumhurbaşkanının yetkileri tırpanlanmıyor. Böyle bir düzende de insan hakları vaatleri, tek bir yöneticinin inisiyatifine göre uygulanır ya da olmaz" diyen Durakoğlu, insan hakları eylem planının vatandaşlara 'hukuk güvencesi' sunamadığını düşünüyor. Durakoğlu, "Planda yargı bağımsızlığı, adil yargılanma hakkı güvenceye alınmış diyemem. Çünkü o güvenceyi hissetmiyorum" yorumu yapıyor.

    "Erdoğan muhalefet lideri mi?"

    İdare hukukçusu Prof. Metin Günday ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı dinlerken tuhaf hislere kapıldığını söylüyor.

    Erdoğan'ın açıklamasını DW Türkçe'ye değerlendiren Günday, "Sanki bu ülkeyi sayın cumhurbaşkanımız 2002'den 2021'e kadar yönetmemiş. Sanki başka bir iktidar var ülkede 19 yıldır. İktidar ülkedeki özgürlerin canına okumuş da Erdoğan da muhalefet lideri gibi o iktidara artık kendine gelmesi gerektiğini söylüyor. Ama kendini muhalefet lideri zanneden Erdoğan da bilmeli ki; o bahsettiği hak ve özgürlüklerin zerresi kalmadı ülkede" sözleriyle aktarıyor.

    Erdoğan'ın insan hakları eylem planından söz ettiği gün MHP lideri Devlet Bahçeli'nin HDP'nin kapatılması için Yargıtay'a "hızlı davran" mesajı verdiğini hatırlatan Günday, sözlerini "Yargıya sürekli mesaj veren bir Cumhur İttifakı'nın insan hakkı ihlallerini bitiremeyeceğini biliyoruz. Öncelikle Erdoğan, Türkiye'de yargının bağımsız olmadığını itiraf etmeli ve bir yol temizliği yapmalı" diye sürdürüyor.

    "İrfan Fidan neden AYM üyesi yapıldı?"

    Kamu hukukçusu Prof. Levent Köker ise AKP'nin 2007'de de yeni bir anayasa için girişimde bulunduğunu ve o zaman bu anayasa üzerinde çalışacak teorisyenlere "parlamenter sistem dışında bir sistem düşünmüyoruz" teminatı verdiğini hatırlatıyor.

    Şimdi AKP'nin cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi üzerinden yeni bir anayasaya doğru yol almaya çalıştığına dikkat çeken Köker, "Demek ki doğruları söylemiyorlar. Türkiye'nin çıkmazı da budur. Sisteme güven kalmamıştır" eleştirisini getiriyor.

    İnsan Hakları Eylem Planı gereğince İnsan Hakları Tazminat Komisyonu kurulacak. Komisyonun, Anayasa Mahkemesi'ne başvuruya gerek kalmaksızın uzun yargılama zararlarını karşılaması öngörülüyor. Köker, DW Türkçe'nin "Komisyon hak ihlallerini giderir mi?" sorusuna "Türkiye'de bir işin olmasını istemezseniz, komisyona havale edersiniz. OHAL Komisyonu'na bakın. OHAL bitti, ama o dönemin işlemlerinin hukuki sonuçları devam ediyor. OHAL Komisyonu hak ihlallerini giderdi mi ki, şimdi başka bir komisyon gidersin. İnsan hakkı eylem planında samimi olan yargı kararlarını tanıyacağını ilan eder" yanıtını veriyor.

    Köker, İrfan Fidan'ın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı iken önce Yargıtay üyeliğine de sonra da Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildiğini de hatırlatıyor.

    Kamu hukukçusu Prof. Levent Köker

    Kamu hukukçusu Prof. Levent Köker

    İrfan Fidan, iş insanı Osman Kavala'nın 15 Temmuz soruşturması kapsamında gözaltına alınıp tutuklanması kararıyla hatırlanıyor. Gezi davası ile Kavala'yla ilgili iddianameleri yazan Fidan'ın objektifliğinin, bağımsızlığının çok tartışıldığını söyleyen Levent Köker, "İki yıldır insan hakları eylem planı hazırlıyorsunuz, ama bir gecede Fidan'ı AYM üyesi yapıyorsunuz. Sadece Erdoğan istedi diye AYM üyesi olan bir isim ortadayken kimse hükümetin insan hakkı ihlallerini önleyeceğine ikna olamaz" şeklinde konuşuyor. 

    Köker, hükümetin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını da kendisi için bağlayıcı bulmadığını hatırlatıyor ve "Şimdi bu plan Türkiye'de hukukun uygulanacağını göstermiyor. Plan, Türkiye'yi oyalamak için, Avrupa ve Amerika'ya da –bize çok yüklenmeyin- mesajı vermek için açıklandı. İçinden reform çıkmaz" tahmininde bulunuyor.

    "Partili cumhurbaşkanlığı tüm hukuk düzenini sakatlıyor"

    Ankara Barosu'ndan Avukat Doğan Erkan da planda bağımsız yargı açısından en büyük sorun olan Hakimler Savcılar Kurulu’nun (HSK) yapısına dair hiçbir değişiklik öngörülmediğine dikkat çekiyor. Erkan, "Üyelerin önemli bölümünü cumhurbaşkanı atıyor. Başkanı, Adalet Bakanı. Bu yapısal durumdan bağımsız yargı çıkmaz" diyor.

    Türkiye'de yargı reformunun önündeki en büyük engelin cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olduğunu düşünen Erkan, eylem planına "Partili cumhurbaşkanlığı tüm hukuk düzenini sakatlıyor. Onlarca yargılama makamına dönük de facto yetki, bir siyasi parti genel başkanınca kullanılıyor. Anayasa Mahkemesi üyelerini siyasi parti başkanı atıyor. O Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan sıfatıyla nasıl yargılayacak kendisini atayan siyasileri? Bunlar olmadan yargı reformu olmaz" eleştirisini getiriyor.

    Hilal Köylü / Ankara

    ©Deutsche Welle Türkçe

    Kaynak


  5. davutoglu1-xgsy_cover.jpg

    ANKARA - Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin görüş ve önerilerini paylaştı.

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın insan hakları reformundan bahsetmesinin geç kalmış olmakla birlikte sevindirici olduğunu söyleyen Davutoğlu, OHAL ve KHK meselelerine de değindi.

    Davutoğlu, “Cumhurbaşkanını yargının en yüksek amirine dönüştüren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ilga edilmedikçe bu uygulamalar sona erdirilemeyecek ve insan hakları ihlâlleri de engellenemeyecektir” ifadelerini kullandı.

    Davutoğlu’nun açıklamalarından satır başları şu şekilde:

    BUGÜN TEK BİR KONUYA ODAKLANDIM, İNSAN HAKLARI: Bugün açıklamamı tek bir konuya odaklamak istiyorum: İnsan hakları. Gelecek Partisi olarak sadece hukuk ve yargı alanında değil, sağlık, çevre, ekonomi gibi alanlarda da önceliğimiz insan hak ve onurunun korunmasıdır. Bugün iktidarın insan hakları reformundan bahsediyor olması geç kalmış olmakla birlikte sevindiricidir. Ancak böylesi bir reformun başarılı olması önce sağlıklı bir muhasebe ve özeleştiri yapılmasına sonra da samimiyetle ve tutarlılıkla yaklaşılmasına bağlıdır.

    15 TEMMUZ'DAN SONRAKİ SİYASİ KARARLAR İHLALLERE NEDEN OLDU: Türkiye’de, 15 Temmuz hain darbe kalkışmasının ardından, darbecilerle mücadele adına alınan siyasi kararlar günümüze dek birikerek gelen insan hakları ihlallerine yol açan siyasal, sosyal, ekonomik ve yargısal sorunlar üzerinde etkili olmuştur. OHAL süreci ve bunun uzantısı olarak ilan edilen Cumhurbaşkanlığı kararnameleri kadar, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'yle birlikte gelişen siyaset etme modeli de sorunlar yumağının büyümesinde etkili olmuştur. Cumhurbaşkanını yargının en yüksek amirine dönüştüren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ilga edilmedikçe bu uygulamalar sona erdirilemeyecek ve insan hakları ihlalleri de engellenemeyecektir.

    ON BİNLERCE KİŞİ AİLELERİYLE BİRLİKTE SİVİL ÖLÜME TERK EDİLDİ: Türkiye'deki insan hakları ihlallerinin temelinde yer alan diğer bir faktör, Anayasa'nın 119. maddesinin 6. fıkrasının Cumhurbaşkanına sunduğu Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi çıkarma yetkisidir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi bakanlar kurulunu ilga ettiği için yeni düzende bu yetkiyi Cumhurbaşkanı tek başına kullanmakta. Üstelik Anayasa'nın 148. maddesi, OHAL KHK'larına yargı bağışıklığı sunduğu için bunlar, Anayasa Mahkemesi'nce denetlenemiyor. OHAL mutlak bir keyfilik rejimine dönüşüyor ve yoğun insan hakları ihlallerine yol açıyor. Nitekim Temmuz 2016 ve Temmuz 2018 tarihleri arasında kabul edilen 31 OHAL KHK'sıyla on binlerce kişi, aileleriyle birlikte mağdur edildi ve sivil ölüme terk edildi.

    İKTİDARA ÇAĞRIMIZ İNSAN HAKLARINA SAYGI GÖSTERİN: İktidara çağrımız: Bugüne dek yapmayı beceremediğiniz işi yapın ve hukuk devleti ilkelerine uyun! Evrensel insan hakları değerlerine saygı gösterin! Bunu gerçekleştirecek yargıyı da bağımsız kılın! KHK’larla ihraç meselesi, artık bir beyin kanamasına dönüşmüştür! Bir insan hakları eylem planının kangren haline gelmiş bu soruna el atmaması; OHAL Komisyonu'yla ilgili yeni düzenlemelere gitmemesi, süreci hızlandırıp mağduriyetleri gidermemesi beklenemez!

    İKTİDARIN İNSAN HAKLARI KARNESİ DARBE DÖNEMİNİ ARATMIYOR: Bu iktidarın insan hakları karnesi maalesef darbe dönemlerini aratmıyor. Dilleri “28 Şubat şükür ki bin yıl sürmedi” dese de bazı icraatları o günleri bile aratır hale geldi. OHAL Temmuz 2018’de kalksa da bu koalisyon iktidarı fiili OHAL uygulamalarını maalesef sürdürmeye devam etmektedir. Her gün bir başka hukuksuzluğun hayata geçirildiği, süreklileşmiş bir OHAL rejimi görüntüsü vermektedir. “Terörle mücadele” kılıfı altında ağzını açana terörist yaftası yapıştırılmaktadır. İnsan hakları karnesinde 90’lara dönüş başlamıştır. 90’ların iktidarları ile bu iktidarın arasındaki en önemli fark ise asgari mahcubiyetin de ortadan kalkmasıdır. 90’ların vesayet rejimi açık insan hakları ihlalleri yaparken hem ciddi bir itirazla karşılaşırdı hem de asgari bir mahcubiyet gösterirdi. En azından aleni bir şekilde insan hakları ihlalleri ballandıra ballandıra savunulamazdı. Bugün tuz kokmuştur. (DUVAR)

    Kaynak


  6. kapak_230922.jpg

    İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun atamaların yapılmasına “yeşil ışık yaktığı” kursiyerler için CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç, 960 kişinin “sehven Kanun Hükmünde Kararname (KHK) mağduru” olduğuna dikkat çekti.

    FETÖ’nün 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından 900 astsubay ve 60 uzman çavuş olmak üzere Kara Kuvvetleri Komutanlığı Astsubay Temel Askerlik ve Astsubaylık Anlayışı Kazandırma (ASTTASAK) kursiyerinin ataması yapılmadı. ASTTASAK kursiyeri, 30 Ağustos 2016’da astsubaylığa başlaması gerekirken nasıpları yapılmayarak izne gönderildi. Kursiyerlere, 29 Ekim 2016’da yayımlanan KHK ile soruşturmadan dolayı sigortayla ilişkileri kesilerek işlemlerinin iptal edildiği bildirildi. Mağdurların başvurduğu Danıştay, uyuşmazlığın doğrudan KHK’den değil, Milli Savunma Bakanlığı işleminden kaynaklandığı ve bu işlemin idari yargı denetimine tabi olduğu kararını verdi.

    CHP’li Özkoç, TBMM’de yaptığı konuşmada, 960 kişinin “sehven KHK mağduru olduğunu” belirterek, “Haklarında güvenlik soruşturmaları açıldı. Adlarına açılmış herhangi bir dava da yok. Eğer içlerinde varsa kuruyu yaştan ayıklamak da devletin görevidir. Artık atamalar yapılmalıdır” dedi. 

    ‘CİDDİ ZORLUK YAŞIYORLAR’

    Mağdurların avukatı Prof. Dr. Ersan Şen, Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada, adayların eğitimlerini başarıyla tamamladığını anımsatarak birçok idari girişimde bulunmalarına karşın sorunlarının çözülmeyerek mağduriyetlerine sebep olduğunu söyledi. Şen, “Konu ile ilgili açılan davalardan birisinin esastan reddedilmesi ve kararın kesinleşmesi üzerine Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılmış olup neticesi beklenmektedir. Mağduriyete sebep olarak gösterilen 675 sayılı KHK hükümlerinin astsubay kursiyerlerini kapsamadığı ve kendilerini kapsama alan başka yasal bir düzenleme bulunmadığı açıkça ortadadır. Bu kişiler, 2016 yılından bu tarafa hak ettiği parasal haklarını alamadığı gibi sigorta iptal kayıtlarında 675 sayılı KHK’ye yer verilmesi sebebiyle başka iş bulma imkânları kısıtlanmış olup hayatlarını asgari ölçüde bile devam ettirmede ciddi zorluk yaşamaktadır” dedi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Ekim 2019’da katıldığı bir televizyon programında mağdur kursiyerlere, “Az daha sabretsinler. Güvenlik soruşturması yapacağız” diyerek kursiyerlerin atamalarına yeşil ışık yakmıştı.

    Kaynak


  7. cihat-yaycii-A4rp_cover.jpg.webp

    KHK mağduru olanlar ve ben mağdurum diyenler var; konuyla ilgili İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile zamanında konuştum KHK mağduru bir polis memuru yargılanmış ve beraat etmiş, işe geri dönmek istiyor neden almıyorsunuz dedim, kendisi dedi ki: Güven noktasında sorun yaşıyorum emniyete sokmayacağım başka bir yerde çalışsın, Rus Büyükelçiyi öldürenin FETÖCÜ olup olmadığını da biliyor muyduk ki.'' Dedi. Şimdi bu noktada Cihat Yaycı'ya sordum; Süleyman Soylu'nun ya da Türk Silahlı Kuvvetlerin ben bu adamla çalışmıyorum deme hakkı var mı?

    Kaynak


  8. elif-cakir.jpg

    Gazetemizin yazarlarından Ahmet Taşgetiren, HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında kaleme aldığı yazısında “Dünyada insan hakları savunucusu olmak zordur. Çünkü insan haklarını güçlüler ihlal eder, insan haklarını savunmak da güçlüleri sorgulamayı, gerekirse onların gücünü sınırlamayı, güce karşı olmayı gerektirir” dedi. (21 Şubat 2021)

    Ahmet abiye ufacık bir ilavede bulunmak istiyorum.

    Bizim gibi coğrafyalarda “insan hakları savunucusu olmak” daha da zordur. İnsan hakları savunucusu olmak ideolojiyi, siyaseti, fikirleri, inançları hatta mahalleleri bir kenara koyarak bir saniye dahi düşünmeden “amasız, fakatsız, lakinsiz” bir şekilde mazlumun, mağdurun yanında durabilmek, hukuksuzluğa, zulme karşı çıkabilmektir.

    ***

    Bizim gibi coğrafyalarda çoğunluk hala bu gömleklerini üzerlerinden atabilmiş değil. Bizde hala çoğunluk “kendi mahallesinin, bulunduğu toplumsal sınıfın, siyasi görüşün, ideolojik kampın” insan hakları savunucusu durumunda.

    Bir de buna devletin, muktedir iktidarların “vatan haini”, “terörist” ithamlarını eklediğinizde insan hakları savunuculuğu ateşten gömlek haline geliyor.

    KHK mağdurlarını savunduğunda vatan haini, FETÖ davalarında hukuk dışına çıkıldığını söylediğinde kripto FETÖ’cü, kayyım atamalarına karşı çıktığında bölücü terör örgütü gibi etiketler alnına yapıştırılıyor.

    Ömer Faruk Gergerlioğlu hayatını insan hakları savunuculuğuna adamış bir insan. Amasız, fakatsız, lakinsiz mağdurun, mazlumun yardımına koşan bir siyasetçi. Güçlünün yanında değil hak ekseninde çizgisini hiç bozmamış bir isimdir Gergerlioğlu.

    Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde hukuksuzlukları, KHK mağduriyetlerini, cezaevlerinde yaşanan işkenceleri, adam kaçırmaları, adaletsizlikleri dile getiren birkaç nadir isimden biridir.

    590 milletvekili var ama insan hakları savunucusu olarak sadece birkaç isim olması ne kadar hazin!

    Ve yine ne hazindir ki, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin verdiği karar kesinleşip, TBMM’ye gönderildiğinde artık KHK mağduriyetlerini, hukuksuzlukları, adaletsizlikleri dile getiren “o ses” TBMM’de olmayacak!

    ***

    Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin, HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında yerel mahkemenin “terör örgütü propagandası yapma” suçundan verdiği 2.5 yıllık mahkumiyeti onama kararının bende şaşkınlık ve tedirginlik duygusu yarattığını söylemeliyim.

    Şaşkınlık yarattı çünkü ben Sayın Gergerlioğlu’na yöneltilen “PKK/KCK propagandası yapma’ suçlamasının da bu suçlama nedeniyle Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nden çıkan 21 Şubat 2018 tarihli mahkumiyet kararının da Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nden oy birliği ile geri döneceğine inanıyordum. Gergerlioğlu, milletvekilliğinin düşmesine sebep olacak ne suç işlemiş?

    Gergerlioğlu’nun, T24’te 20 Ağustos 2016’da yayımlanan “PKK: Devlet adım atarsa barış 1 ayda gelir” başlıklı yazının linkini sosyal medya hesabından paylaşması!

    Yargıtay 16. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin Gergerlioğlu’na verdiği 2 yıl 6 ay hapis cezasını onama gerekçesini şöyle açıklıyor.

    Dikkatle okuyun lütfen:

    Sanığın, 20 Ağustos 2016 tarihli paylaşımında, örgüt mensuplarının silahlı fotoğraflarının görsel olarak kullanıldığı, örgütün cebir ve şiddet içeren eylemlerini meşru gösteren ve teşvik eden ifadeler içerdiği anlaşılmıştır. Sanığın, PKK silahlı terör örgütünce yayımlanan bir açıklamanın yer aldığı habere link vermesi, böylece haberin sahiplenilmesi, PKK’nın meşru gösterilmeye çalışılması şeklindeki eyleminin bağlamı ve mahiyeti itibariyle örgütün siyasi ve sosyal etkinliğini artırmak, sesinin kitlelere duyurulmasını sağlamak, halkın örgüte sempatisini artırmak ve aktif desteğini sağlamak amacı taşıdığı belirlenmiştir. Bu hususlar nazara alındığında sanığın savunmasına itibar edilmeyip cezalandırılmasına karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.”

    Yayınlanmış bir habere link vermesi Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun 2 yıl 6 ay hapis cezası almasına sebep oldu…

    Gergerlioğlu sosyal medya hesabından verdiği link ile PKK’yı meşru göstermeye çalıştı!…

    Yine Gergerlioğlu sosyal medya hesabından paylaştığı haber linki ile PKK’nın sesinin kitlelere duyurulmasını sağladı, halkın örgüte sempatisini artırmayı amaçladı!

    Örgütün siyasi ve sosyal etkinliğine katkı sundu!

    Soru şu değil mi?

    Gergerlioğlu link paylaşmakla bunlara sebep olduysa bu yazının yayınlandığı yere ne oldu?

    Hayır, dava falan açılmadı, yazı da internet sitesinde duruyor. Ayrıca yayımlanan yazının hukuki olarak suç unsuru taşıdığı falan da yok.

    ***

    Yargıtay 16. Ceza Dairesi açısından daha da vahimi şudur: Daire 1982 Anayasasına referans vererek Gergerlioğlu’nun cezasını onamış:

    Okuyun lütfen:

    Hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması yasağına, 1982 Anayasasının 14, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ise 17. maddelerinde yer verilmiştir.

    Anayasamızın 14/1. maddesinde “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri Devletin ülkesi ve Milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik, laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.” şeklinde temel ilke ortaya konulduktan sonra aksine davranışlara ilişkin müeyyidelere mevzuatta yer verilmiştir. Nitekim seçimden önce bu madde kapsamında suç işleyen milletvekili, Anayasanın 83/2. maddesinde öngörülen yasama dokunulmazlığından yararlanamayacaktır.”

    Dün bu konuyu yazan Yıldıray Oğur’un şu tespitlerinin altına ben de imzamı atıyorum:

    Eğer bu linki paylaşmak terör propagandasıysa, Karayılan’ın Kandil’deki geri çekilme basın toplantısını canlı yayınlamak, ana haberlerde uzun uzun göstermek, Öcalan’ın Nevruz mitinglerindeki mektuplarını canlı olarak vermek, TRT dahil bütün kanalların canlı yayınladığı Dolmabahçe Zirvesi’nde yine Öcalan’ın çağrısının okunması ve son olarak 23 Haziran İstanbul seçimleri öncesinde Öcalan’ın HDP’ye tarafsız kalma mektubunu gece yarısı son dakika gelişmesi olarak haber yapıp, sosyal medyasından duyuran Anadolu Ajansı’nın yaptığı ne oluyor acaba?” (Karar gazetesi, 22 Şubat 2021) 

    ***

    Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin Gergerlioğlu kararı 22 sayfa. Yok, hayır Yargıtay 22 sayfada Gergerlioğlu hakkında oy çokluğu ile verdiği onama kararının hukuki gerekçelerini uzun uzun anlatmıyor. Kararın birinci sayfasında zaten dosyanın esas ve karar numarası, incelenen kararın mahkemesinin adı, karar tarihi, sanığın adı gibi vesaire hususlar yazılı.

    Kararın birinci sayfası dahil Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Gergerlioğlu hakkında neden onama kararını verdiğinin gerekçesini 3,5 sayfada anlatmış.

    Diğer sayfalarda ne mi yazılı?

    Yargıtay üyesi Yusuf Hakkı Doğan’ın Gergerlioğlu kararı hakkında usul ve suç vasfına yönelik yazdığı karşı oy. Şunu söyleyebilirim ki Yargıç Doğan’ın yazdığı karşı oy, hukuk fakültelerinde ders olarak okutulacak nitelikte.

    Çok tuhaf günlerden geçiyoruz. Anayasa Mahkemesi verdiği kararlarda yargıçlara hukuk devleti dersi veriyor, AYM’nin kararlarının bağlayıcı olduğunu anlatıyor. Adalet Bakanlığı’na, kamu kurumlarına, Hakimler ve Savcılar Kurulu’na “anayasal düzeni koruyucusu sadece Anayasa Mahkemesi değildir, siz de anayasal düzenin koruyucularınız” diyerek görev hatırlatması yapıyor.

    Nitekim, Yargıtay üyesi Yusuf Hakkı Doğan da “yargıç arkadaşlarına” hukuk dersi verir gibi çoğunlukla aynı görüşte olmamasının hukuki sebeplerini uzun uzun anlatıyor. Anayasal, yasal ve uluslararası sözleşmelerdeki düzenlemelerin altını çiziyor. Yasama dokunulmazlığının hukuki boyutunu anlatıyor.

    Gerçekten anlamakta zorlanıyorum Yargıtay 16. Ceza’nın bu kararını!

    Kaynak


  9. KHK ile kamudaki görevlerinden ihraç edilen yada yargılama süreci boyunca açığa alınan yüzbinlerce memur sürecin tamamlanarak yeni KHK ile görevlerine iadeyi bekliyor. 5 yıldır at izi ile it izinin ayrılmasını beklediklerini belirten KHK mağduru memurlar. Darbeyi yapan parmağı olan herkes çıkarılsın en ağır ceza verilsin diyerek darbenin faturasının kendilerine kesilmemesi gerektiğini belirtiyorlar.

    Yargıda aklanmalarına rağmen göreve iadeleri gerçekleşmeyen KHK mağdurları yetkililerin gerekli çalışmayı yaparak suçsuzluğu kanıtlanmış memurlar tekrar kamudaki görevlerine iade edilmek istiyor.

    Ekran-Al%C4%B1nt%C4%B1s%C4%B1_28.jpg

    Kaynak


  10. DİYARBAKIR — 

    Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi, OHAL döneminde ihraç edilen üyelerinin, haklarındaki soruşturmaların tamamlanmasına rağmen, göreve iade edilmemesine tepki gösterdi.

    Eğitim-Sen Diyarbakır 1 No’lu Şubesi’nde basın toplantısı düzenleyen sendika yönetimi OHAL döneminde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle ihraç edilen üyelerinin durumuna dikkat çekti. Basın toplantısında konuşan Eğitim-Sen 2 No’lu Şube Eş Başkanı Zuhal Sezer, asker ve polis sayısının toplamından fazla eğitimcinin ihraç edildiğini söyledi.Sezer, Eğitim-Sen üyelerinin OHAL Komisyonu’na yaptıkları başvuruların sadece yüzde 23’ünün karara bağlandığını söyleyerek, “Benzer suçlamalardan dolayı eğitim ve yükseköğretim alanında yaşanan toplam ihraçların sayısı 41 bin 705’tir. İhraç edilen eğitim ve bilim emekçisi sayısı asker ve polis sayısından fazladır. Bu sayılar, darbe girişiminde bulunanları değil muhaliflerini kamudan tasfiye etmek için darbe tiyatrosunun bir lütuf olarak kullanıldığını gösteriyor. Eğitim-Sen’in KHK ile ihraç edilen üyesi sayısı 1602’dır. Bugüne kadar OHAL Komisyonu bütün başvuruların yüzde 90’ını karara bağlamasına rağmen, üyelerimizden yüzde 23’ünün başvurusunu karara bağlamıştır” dedi.

    CFEDB48F-C47F-43D3-A7D1-A726AC935389_w25

    Haklarında takipsizlik kararı verilen eğitimcilerin göreve dönmelerinin önünde engel kalmamasına rağmen geri alınmadıklarını savunan Sezerşöyle konuştu: “Üyelerimizle ilgili suçlama unsuru bulmayanlar süreci uzatarak cezalandırmak istiyorlar. Oyalama ve beklentiye sokarak üyelerimizin biat etmesini bekliyorlarsa bu beklenti gerçekleşmeyecektir. Bugüne kadar haklarında soruşturma yürütülen ve savcılıklar tarafından takipsizlik kararı verilen, aralarında Eğitim-Sen üyelerinin de bulunduğu, onbinlerce eğitim ve bilim emekçisinin görevlerine geri dönmesinin önünde herhangi bir yasal engel yoktur. Bu açık gerçeğe rağmen, arkadaşlarımızın görevlerine başlatılmaması hukuksuzluğun geldiği noktayı göstermektedir.”

    Basın açıklamasına katılan ve göreve dönmeyi bekleyenler, duygularını VOA Türkçe’ye anlattı. 2017 yılında ihraç edilen Fikret Uyar, neden ihraç edildiğini bilmediğini söyledi. Uyar, “Ben ve 16 arkadaşım 2017'de ihraç edildik. Barış akademisyeni olduğumuz için ihraç edildik diye düşünüyorum. Doğrusu niçin ihraç edildiğimizi hala bilmiyoruz. Sanırım barış akademisyeni olduğumuz için. ‘Bu suça ortak olmayacağız’ dedik dediklerimizin arkasındayız” diye konuştu.

    Rozerin Çatak, OHAL Komisyonu’nun yaptıklarını hukuksuz olarak niteleyerek, şunları söyledi: “İhraçların tamamı haksız hukuksuz... İktidarın kendi amaçlarına hizmet etmek için kullandığı bir yöntemdir. Bizi de kendi amaçları için kullanmaya çalıştılar ama biz boyun eğmeyeceğiz, ona hizmet etmeyeceğiz. Bu ihraçlar ne kadar hukuksuzsa, onların uyguladığı politikalar da o kadar hukuksuzdur. OHAL Komisyonu bitmesine rağmen hala hukuksuzlukları ve OHAL uygulamaları devam ediyor.”

    Eğitim-Sen’le birlikte birçok sendika ve sivil toplum örgütünün tepki gösterdiği OHAL Komisyonu, OHAL döneminde çıkan kararnamelerle yapılan işlemlere itirazların değerlendirilmesi amacıyla 22 Mayıs 2017 tarihinde göreve başladı. Görev süresi bir yıl daha uzatılan komisyonun çalışmaları hakkında internet sitesinde şu bilgilere yer verildi: “Olağanüstü hal kapsamında yayımlanan KHK’lar ile 125.678’i kamu görevinden çıkarma olmak üzere toplam 131.922 tedbir işlemi gerçekleştirilmiştir. 31.12.2020 tarihi itibariyle Komisyona yapılan başvuru sayısı 126 bin 630’dur. 22 Aralık 2017 tarihinden itibaren karar verme sürecine başlamış olan Komisyon tarafından, 31.12.2020 tarihi itibariyle verilen karar sayısı, (13 bin 170 kabul, 99 bin 140 ret olmak üzere toplam 112 bin 310) dikkate alındığında, incelemesi devam eden başvuru sayısı 14.320’dir. Buna göre, Komisyonun karar vermeye başladığı tarihten itibaren 3 (üç) yıllık süre içerisinde toplam başvuruların yaklaşık yüzde 89’u hakkında karar verilmiş bulunmaktadır. Komisyon ayrıca, 3.520 dosya için ön inceleme kararı vermiştir.”

    Kaynak


  11. Mersin’de Kamu Emekçileri Sendikası (KESK) üyeleri Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) görevlerinden ihraç edilen kamu görevlilerinin işlerine iade edilmesi talebiyle basın açıklaması yaptı. Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) Mersin Şubesi önünde yapılan basın açıklamasında “KHK’lar gidecek, İşimize döneceğiz, Biz kazanacağız” şeklinde pankart açıldı.

    KESK adına konuşan Eğitim Sen Mersin Şube Başkanı Mahmut Sümbül, haklarında soruşturma yürütülen ve savcılıklar tarafından takipsizlik verilen on binlerce kamu emekçisinin işine döndürülmemesinin hukuksuzluk olduğunu söyledi.

    Sümbül, 15 Temmuz darbe girişiminin başarısız olmasına rağmen, 20 Temmuz 2016'da ilan edilen OHAL ve ardından çıkarılan KHK ile iktidarın ‘darbecilerle hesaplaşmak' adı altında tehdit olarak gördüğü, herkesi hedef aldığını, kitlesel ihraç politikası benimsediğini belirtti.

    16x9.gif

    “135 BİN KİŞİ İHRAÇ EDİLDİ”

    OHAL döneminde bugüne kadar çıkarılan KHK'larla 135 bini aşkın kişinin normal koşullarda asla suç olarak değerlendirilemeyecek gerekçelerle kamudan ihraç edildiğini belirten Sümbül, “Hukukun temel ilkeleri ayaklar altına alınmıştır. Bu durum bakanlıklar bünyesinde kurulan ‘İhraç komisyonları' eliyle hala devam ettirilmektedir” dedi.

    KHK ihraçlarının hukukla, adaletle açıklanacak hiçbir yanının olmadığını, OHAL ve KHK'lara gerekçe olarak gösterilen ‘darbecilerle mücadele' söyleminin gerçeği yansıtmadığını anlatan Sümbül, “Devlet kurumları bütün kararlarını alırken ve uygularken hukuk ilkelerine bağlı olmak ve herhangi bir konuda soruşturma yürütürken tarafsız ve hukuka uygun davranmak zorundadır. Ancak Türkiye'de özellikle 15 Temmuz sonrasında yaşananlar, idarenin keyfi kararları ile hukukun nasıl göz göre göre katledildiği, temel sendikal hak ve özgürlüklerin kullanılmasının bile ‘suç' kapsamına alınarak doğrudan cezalandırma yöntemlerinin hayata geçirildiğini göstermektedir” ifadelerini kullandı.

    “YASAL ENGEL OLMADIĞI HALDE İHRAÇ EDİLENLER GÖREVLERİNE BAŞLATILMIYOR”

    Bugüne kadar haklarında soruşturma yürütülen ve savcılıklar tarafından takipsizlik kararı verilen, on binlerce kamu emekçisinin görevlerine geri dönmesinin önünde yasal engelin bulunmadığını hatırlatan Sümbül şunları söyledi:

    Bu açık gerçeğe rağmen, arkadaşlarımızın görevlerine başlatılmaması hukuksuzluğun geldiği noktayı göstermektedir. İlgili makamlara dilekçe ile başvuran kamu emekçisi hakkında, ihraçlara neden olan suçlamalarla ilgili herhangi bir soruşturmanın olmadığı ortaya çıkmasına rağmen gerekli adımlar ısrarla atılmamaktadır. Kamu emekçilerinin iç hukuk ve uluslararası hukukta güvence altına alınan demokratik haklarını kullandıkları için suçlanmaları ihraç, açığa alma ve sürgün cezaları ile karşı karşıya bırakılmaları tamamen hukuksuzdur. OHAL KHK'larından güç alarak her türlü hukuksuzluğa imza atanlar yargı önünde mutlaka hesap verecektir.

    Kaynak


  12. khk.gif?resize=696%2C392&ssl=1

    Bilindiği üzere, olağanüstü hal kapsamında doğrudan kanun hükmünde kararnameler ile tesis edilen işlemlere karşı 7075 sayılı kanunla kurulu OHAL Komisyonuna başvuru imkanı getirilmişti. Bu kanunda başvuru yapılabilecek işlemler 2. Maddesinde şu şekilde sayılmıştır:

    a) Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarma ya da ilişiğin kesilmesi.

    b) Öğrencilikle ilişiğin kesilmesi.

    c) Dernekler, vakıflar, sendika, federasyon ve konfederasyonlar, özel sağlık kuruluşları, özel öğretim kurumları, vakıf yükseköğretim kurumları, özel radyo ve televizyon kuruluşları, gazete ve dergiler, haber ajansları, yayınevleri ve dağıtım kanallarının kapatılması.

    ç) Emekli personelin rütbelerinin alınması

    (Ayrıca) Olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnamelerle gerçek veya tüzel kişilerin hukuki statülerine ilişkin olarak doğrudan düzenlenen ve (yukarıda sayılanlar haricindeki) işlemler

    Aynı maddenin 3. Fıkrasında yer alan “Bu maddede belirtilen işlemlere bağlı olarak olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnamelerde yer alan ilave tedbirler ile kanun yollarının açık olduğu işlemler hakkında ayrıca başvuru yapılamaz.” Hükmündeki “ilave tedbirler ile” ibaresi Anayasa Mahkemesinin 24/12/2019 tarihli ve E.:2018/74; K.:2019/92 sayılı kararı ile iptal edildiği için bu boşluğu doldurmak adına 7256 sayılı torba yasanın 41. maddesi ile 7075 sayılı kanuna “İlave tedbirler için başvuru yolu” başlığı ile GEÇİCİ MADDE 4 getirilmiştir. Madde metni şu şekildedir:

    “İlave tedbirler için başvuru yolu

    GEÇİCİ MADDE 4 – (Ek:11/11/2020-7256/41 md.)

    (1) Bu Kanunun 2 nci maddesinde belirtilen işlemlere bağlı olarak olağanüstü hal kapsamında kabul edilen kanunlarda yer alan ilave tedbirlere karşı hakkında tedbir uygulanan kişi, kanuni temsilcisi ya da mirasçıları tarafından tedbiri uygulayan veya tedbirle ilgili olan kamu kurum ve kuruluşlarına bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde başvurulur. Kamu kurum ve kuruluşları, başvuru üzerine yapacağı inceleme sonucuna göre en geç altı ay içinde başvurunun reddine veya tedbirin kaldırılmasına karar verir. 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanununun ek 7 nci maddesi hükmü saklıdır.

    (2) Başvuruların incelenmesi ve sonuçlandırılması için kamu kurum ve kuruluşları bünyesinde komisyon kurulabilir.

    (3) Kamu kurum ve kuruluşları bu madde kapsamında yapılacak başvuruların sonuçlandırılması için her türlü bilgi ve belgeyi ilgililerden talep edebilir.

    (4) Soruşturmanın gizliliğine ve Devlet sırlarına ilişkin ilgili mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla kurum ve kuruluşlar ile yargı mercileri, başvuru kapsamında ihtiyaç duyulan her türlü bilgi ve belgeyi gecikmeksizin başvuru yapılan kamu kurum ve kuruluşlarına göndermek veya yerinde incelenmesine imkân sağlamak zorundadır.

    (5) Bu madde kapsamındaki çalışmalarda kamu kurum ve kuruluşlarınca görevlendirilenler, görevlerini yerine getirdikleri sırada edindikleri kamuya, ilgililere ve üçüncü kişilere ait gizlilik taşıyan bilgileri, kişisel verileri, ticari sırları ve bunlara ait belgeleri, bu konuda kanunen yetkili kılınan mercilerden başkasına açıklayamaz, kendilerinin veya üçüncü kişilerin yararına kullanamaz. Bu yükümlülük görevden ayrılmalarından sonra da devam eder.

    (6) Bu madde ile olağanüstü hal kapsamında kabul edilen kanunlarda yer alan ilave tedbirlere karşı kamu kurum ve kuruşlarına yapılan başvurular hakkında karar verenlerin görev ve fiillerine ilişkin hukuki, idari, mali ve cezai sorumlulukları hakkında 6755 sayılı Kanunun 37 nci maddesi uygulanır.

    (7) Kamu kurum ve kuruluşlarının kararlarına karşı Hâkimler ve Savcılar Kurulunca belirlenecek Ankara idare mahkemelerinde iptal davası açılabilir.

    (8) Bu madde uyarınca yetkili olmayan kamu kurum ve kuruluşuna yapılan başvurular yetkili olduğu değerlendirilen kamu kurum ve kuruluşuna gönderilir ve durum başvurana bildirilir.

    (9) Bu maddenin uygulanmasına ilişkin ortaya çıkabilecek ihtilafları gidermeye Cumhurbaşkanlığı yetkilidir.”

    Kanuna getirilen bu hükümden sonra durumu şöyle özetlemek mümkündür:

    YENİ BİR BAŞVURU İMKANI GETİRİLMEMİŞ İŞLEMLER

    1. Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarma ya da ilişiğin kesilmesi.
    2. Öğrencilikle ilişiğin kesilmesi.
    3. Dernekler, vakıflar, sendika, federasyon ve konfederasyonlar, özel sağlık kuruluşları, özel öğretim kurumları, vakıf yükseköğretim kurumları, özel radyo ve televizyon kuruluşları, gazete ve dergiler, haber ajansları, yayınevleri ve dağıtım kanallarının kapatılması.
    4. Emekli personelin rütbelerinin alınması
    5. Pasaport iptali

    YENİ BİR BAŞVURU İMKANI GETİRİLEN TEDBİRLER

    İhraç, öğrencilikle ilişiğin kesilmesi, kurumların kapatılması, emekli personelin rütbesinin alınmasına bağlı olarak getirilen ilave tedbirlere karşı başvuru yolu getirilmiştir. Peki bu ilave tedbirler nelerdir? Bunu tespit etmek için doğrudan yapılan ihraç, kurumun kapatılması, öğrenciliğin sona erdirilmesini düzenleyen KHK (kanun) hükmüne bakmak gerekir. Örneğin 672 sayılı KHK (7080 sayılı KANUN) ile ihraç edilmiş bir kişi için bu KHK’nın 2. Maddesinin 2. Ve 3. Fıkrası hükmünde yer alan ilave tedbirler için başvuru yapılabilecektir. Bu kanun hükmü de şu şekilde düzenlenmiştir:

    “(2) Birinci fıkra gereğince kamu görevinden, Emniyet Genel Müdürlüğü teşkilatından, Jandarma Genel Komutanlığı teşkilatından ve Sahil Güvenlik Komutanlığı teşkilatından çıkarılan kişilerin, mahkûmiyet kararı aranmaksızın, rütbe ve/veya memuriyetleri alınır ve bu kişiler görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmezler; bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; bunların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bunların silah ruhsatları, gemi adamlığına ilişkin belgeleri ve pilot lisansları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından onbeş gün içinde tahliye edilir. Bu kişiler özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamazlar. Bu kişiler hakkında ilgili bakanlık ve kurumlarca ilgili pasaport birimine derhal bildirimde bulunulur. Bu bildirim üzerine ilgili pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilir.

    (3) Birinci fıkra kapsamında kamu görevinden çıkarılanlar, varsa uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve müsteşar, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamazlar ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamazlar.”

    Şu halde, örnek olarak 672 sayılı KHK ile ihraç edilmiş biri, bu ihraca bağlı olarak kendisinden alınmış aşağıdaki hakları için başvuru yapabilir:

    • Rütbe ve/veya memuriyetin alınması
    • Görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmeme
    • Bir daha kamu hizmetinde istihdam edilememe
    • Doğrudan veya dolaylı olarak (kamu hizmetinde) görevlendirilememe
    • Uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevlerin sona ermiş sayılması
    • Silah ruhsatlarının iptali
    • Gemi adamlığına ilişkin belgelerinin iptali
    • Pilot lisanslarının iptali
    • Özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamama
    • Büyükelçi, vali gibi unvanları ve müsteşar, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamama ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamama

    Bu ilave tedbirlerden hangisinin kişi için söz konusu olduğu, kişinin mesleğine ve durumuna göre değişkenlik gösterir. Ancak belirtmek gerekir ki sadece “görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmeme”, “Bir daha kamu hizmetinde istihdam edilememe”, “Doğrudan veya dolaylı olarak (kamu hizmetinde) görevlendirilememe” gibi ilave tedbirlerin KHK ile ihraç edilmiş herkes için geçerli olduğu ortadadır.

    Bu durumda sonsuza kadar ilave tedbirlerin etkisini devam ettirmemesi adına, ihraç edilen herkesin bu başvuru yolunu kullanmasının uygun olacağını değerlendirmekteyiz. Bu ölçüsüz tedbirlerin sonsuza kadar devam etmesini önlemek, hak ihlalini tescil ettirmek ve ileride AYM veya AİHM tarafından başvuru yollarını tüketmeme gerekçesiyle başvuruların reddedilmesinin önüne geçmek adına bunun yapılmasında yarar olduğu kanaatindeyiz.

    BAŞVURU HANGİ KURUMA YAPILACAKTIR?

    Kanun hükmü başvuru yapılacak kurumları tek tek saymamıştır. Sadece “tedbiri uygulayan veya tedbirle ilgili olan kamu kurum ve kuruluşlarına” ifadesine yer verilmiştir. Buna göre, esas olarak hangi kurum ilave tedbiri uyguluyorsa o kuruma başvuru yapılması gerekir. Ancak bu konuda tereddüde düşülebilir. Belirtmek gerekir ki yanlış kuruma başvurmak da herhangi bir hak kaybına yol açmayacaktır. Zira kanun maddesi “(8) Bu madde uyarınca yetkili olmayan kamu kurum ve kuruluşuna yapılan başvurular yetkili olduğu değerlendirilen kamu kurum ve kuruluşuna gönderilir ve durum başvurana bildirilir.” Şu halde yanlış kuruma başvurulsa dahi, başvuruyu alan kurumun bu başvuruyu yetkili olan kuruma göndermesi kanunen zorunludur. Yani yanlış kuruma başvurulmuş olsa bile kamu kurumları başvurunun muhatabını bulup ona göndermekle yükümlüdürler. Bu durumda başvuru yapılacak kurum konusunda net bir kanaat varsa o kuruma, tereddüde düşülüyorsa en son görev yapılan kuruma başvuru yapılabilir. Örneğin öğretmenler Milli Eğitim Bakanlığına, İl ya da İlçe Müdürlüklerine, Polis olanlar İçişleri Bakanlığı, Valilik ya da Kaymakamlıklara başvurularını teslim edebilirler.

    BAŞVURUDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR NELERDİR?

    Başvurunun, KHK ile doğrudan yapılan işlem (ihraç) açıklandıktan sonra yeni düzenlemeden bahsedilip, bu hüküm çerçevesinde ilave tedbirlerin kaldırılması talep edilmelidir.

    İletişim bilgilerinizin mutlaka dilekçede yer almasına dikkat edilmelidir. Zira cevap verileceği ya da ek bilgi istenileceği zaman size ulaşılması sağlanmalıdır.

    Hazırlanan başvuru dilekçesi kuruma verildiğinde MUTLAKA EVRAK KAYIT NUMARASI teslim alınmalıdır. İleride dava açmak gerekirse, başvurunuzu yaptığınızın ispatı için önemlidir.

    BAŞVURU HANGİ TARİHE KADAR YAPILMALIDIR?

    Kanun hükmü “maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde başvurulur” ifadesine yer verdiği için, başvurunun kanunun yürürlüğe girdiği 17/11/2020 tarihinden itibaren 3 ay içinde yapılmalıdır. Bu durumda başvuru süresinin 17/02/2021 tarihinde sona ereceğinin kabulü gerekir. Ancak başvurunun son güne bırakılmaması tavsiye olunur.

    SONUÇ

    7256 sayılı kanunla getirilen “ilave tedbirler için başvuru yolu”, geçmişteki ihraç ve kurum kapatmalarına ilişkin doğrudan etki doğuran bir başvuru yolu değildir.

    Bu başvuru yolu, geleceğe dönük haklardan sonsuza kadar mahrum edilmemek adına kullanılabilir. Şüphesiz bir hukuk devletinde bunun için sınırlı bir süre söz konusu olamaz. Ancak 3 aylık bir süre öngörüldüğü için, ileride sırf bu yüzden zorluklarla karşılaşılması muhtemeldir.

    Kanun hükmünde işaret edilen ilave tedbirlerin kaldırılması talebine ilişkin gelecekte AYM ve AİHM tarafından “başvuru yollarını tüketmediniz” denilmesi ihtimaline karşı bu başvurunun yapılmasında yarar vardır.

    Gelecekte karşılaşılması muhtemel “kamu hizmetine girme” hakkı önündeki engellerin kaldırılması, hak ihlallerinin tespiti adına başvuru yapmak gerektiği değerlendirilmektedir.

    Kanun metninden de anlaşılacağı üzere, başvuruyu “tedbir uygulanan kişi, kanuni temsilcisi ya da mirasçıları” yapabilecektir.

    Paylaştığımız dilekçe örneğini kendi durumunuza göre doldurduktan sonra bizzat ilgili kurumlara verebileceğiniz gibi avukat aracılığıyla da vekâleten başvuru yapabilirsiniz.

    (Gelen geri bildirimler üzerine başvuru metni şablonu sadeleştirilmiş ve çıktı üzerine elle doldurulabilecek şekle getirilmiştir. Şablonda doldurulacak kısımlar şunlardır:

    • Başvuru yapılacak bakanlık veya makamın adı
    • Ad, soyad, TCKN ve adres bilgisi
    • Başvurunun son kısmında başvurunun yapıldığı tarih bilgisi
    • Başvurunun son kısmında ad, soyad, imza)

    Kaynak

    Başvuru Dilekçesi Örneği – Word (Doc)

    KHK Haber

    İLAVE TEDBİRLERİN KALDIRILMASI ŞABLON DİLEKÇE - kısaltılmış (2).docx


  13. hukuk.jpg?resize=696%2C356&ssl=1

    Sempati boyutunu aşmayan fiiller kamuda istihdam edilebilmek veya noterlik mesleğine girebilmek bakımından engel teşkil edecek midir? İdarenin bu fiiller sebebiyle kişilerin aleyhine bir işlem öngörmesi halinde idari yargı bu fiillerin nitelendirilmesini ne şekilde yapacaktır? Tüm bu hususların karanlıkta kalması hukuk devleti ilkesine gölge düşürmektedir.

    İltisak kavramı hukukumuza ihraç listeleri içeren OHAL KHK’leri ile girmiştir. İrtibat kavramı neredeyse herkesin aşina olduğu bir kavramdır lakin iltisak kavramının hukuk âleminde net bir tanımı KHK’lerden önce yapılmamıştır. Türk Dil Kurumu sözlüğüne bakıldığında; yakınlık peyda etmek, yaklaşmak, birleşmek, birleşip yapışmak, erişmek, lahik olmak gibi anlamlara geldiği anlaşılan bu terimin akademi âleminde demiryolları ile ilgili, mühendislik alanına dahil bir kavram olduğu bilinmektedir. Herhangi bir tanımı yapılmadan KHK metinlerinde zikredilen “iltisak” kavramı hakkında doktrinde bazı görüşler mevcuttur. Örneğin Ersan Şen’e göre:

    “Kanun hükmünde kararnamelerde terör örgütü iddiası ile ilgili “iltisak” kelimesine yer verildiği, bu kelimenin “suçta ve cezada kanunilik” ilkesine aykırı olduğu, örgüt suçunun kapsamını genişlettiği, “yan yana” anlamına geldiği, “irtibat/bağlantı” kavramından hareketle daha geniş anlam taşıdığı ileri sürülmekle birlikte, bu düşüncenin doğru olmadığını ifade etmeliyiz. Çünkü “iltisak” kavramı; bitişme, kavuşma, kaynaşma veya birleşme anlamına gelir. Bu nedenle, hem “ilişki” anlamına gelen irtibat kavramından daha dar, yani oluşması zor ve hem de “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi açısından suç ve terör örgütüne mensubiyet için aranan “bağlantılı olma” ve “birlikte hareket etme” kavramlarına uygun düşer.”  (1)

    Anayasa Mahkemesi (AYM) ise yakın geçmişte yayımlanan kararlarında OHAL KHK’lerinin kanunlaştırılması ile mevcut kanunlarda değişiklik öngören birtakım düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluğunu denetlemiştir. Sözgelimi 657 sayılı Kanun’un 125. Maddesinde öngörülen değişiklikle “terör örgütleriyle eylem birliği içerisinde olmak” devlet memurluğundan çıkarılma sebebi sayılmıştır. Bu hükmün Anayasa’ya aykırı olduğuna ilişkin yapılan başvuruyu karara bağlayan AYM, hükmün Anayasa’ya aykırı olmadığına karar vermiştir (2). Mahkeme, kararında suç ve cezada kanunilik ilkesine riayet edilmesi gerektiğini belirtmiş ve terör tanımının 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yapıldığını dile getirmiştir. Eylem birlikteliğinin olması için 3713 sayılı Kanun’un 1. maddesinde sayılan amaçlara ulaşmak için oluşturulmuş bir terör örgütünün mevcut, somut bir eyleminin olması ve memurun da aynı saiklerle bu eyleme müdahil olması gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme, her somut olaya göre farklı eylem tiplerinin oluşabileceğinden bahisle tüm bu ihtimallerin ayrı ayrı kanunda sayılmasının kanun yapma tekniğine aykırı bir durum oluşturacağını vurgulamıştır. Mahkemeye göre terör örgütleriyle eylem birliği içinde olma fiili somut olaya göre kanuna dayalı olarak idare tarafından belirlenecek ise de idarenin işlemleri mahkemeler tarafından denetleneceğinden bu fiilin nihai kapsamı yargı organları tarafından belirlenecektir. Bu nedenlerle mahkeme söz konusu kuralın belirsiz ve öngörülemez olmadığına kanaat getirmiştir. Kararda mahkemenin birlikte ve aynı amaçla hareket etme unsurlarına dikkat çektiği söylenebilir. Bir başka kararında AYM; yine OHAL kapsamına çıkartılan ve daha sonra kanunlaşan bir KHK marifetiyle 1512 sayılı Kanun’un 7. maddesinin 2. Fıkrasına getirilen “… ile terör örgütleriyle irtibatlı ve iltisaklı bulunanlar…” hükmünün Anayasaya uygunluğunu denetlemiştir. Bu kararında mahkeme ilgili kavramların tanımını nihayet yapabilmiştir:

    “Kuralda terör örgütleriyle irtibatlı veya iltisaklı bulunan kişilerin noterliğe kabul edilemeyecekleri belirtilmekte olup kuralda geçen iltisaklı kavramı kavuşan, bitişen, birleşen; irtibatlı kavramı ise bağlantılı anlamına gelmektedir. Anılan kavramlar genel kavram niteliğinde olmakla birlikte bunların belirsiz ve öngörülemez nitelikte olduğu söylenemez. Bu kavramların hukuki niteliği ve objektif anlamı yargı içtihatlarıyla belirlenebilecek durumdadır.” (3)

    Kararın devamında mahkeme ilgili kavramların belirsiz ve öngörülemez olduğuna ilişkin öne sürülen talepleri değerlendirmiştir:

    “Bunun yanı sıra kuralda öngörülen terör örgütleriyle irtibatlı veya iltisaklı olma durumu farklı şekillerde ortaya çıkabileceğinden bunların kanun koyucu tarafından önceden belirlenmesi ve kanunda tek tek sayılması zorunluluğundan da söz edilemez. Zira kanunların genel ve soyut olması; somut olayın özelliğine göre değişebilecek tüm çözümleri kuralın bünyesinde barındırma, bir başka ifadeyle kuralın amaca uygun sonuca ulaştıracak herhangi bir çözümü dışlamasını önleme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla kuralda temel hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması gerektiğine ilişkin anayasal ilkeye aykırı bir yön bulunmamaktadır.”

    AYM ilgili kararlar bakımından kanun yapma tekniği ve kanunların genel ve soyut olması gerekçesiyle irtibat ve iltisak kavramlarının içinin doldurulmasını idareye havale etmiştir. İlgili hükümler sebebiyle haklarında idari işlem öngörülen kişilerin yargıya başvurma haklarının saklı olduğundan dolayı son söz yargı mercilerine bırakılmıştır.

    Uygulamada Yargıtay somut olaylar üzerinden bir takım kıstasları göz önünde bulundurarak iltisak kavramını yorumlamıştır. Öncelikle Yargıtay’ın kabul ettiği örgüt üyeliği tanımına bakalım:

    “Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. … Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.

    Silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır. Ancak niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı ve menfaatlerine katkısı itibariyle süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk özelliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından işlenebilen suçların faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir. Üyeleri tarafından işlenebilen suçların faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir.”  (4)

    Bu kısımdan sonra Yargıtay hangi düzeydeki fiillerin örgüt üyeliği suçunun oluşması bakımından yeterli olmadığını belirtmiş ve bu suçun manevi unsur şartını tasvir etmiştir:

    “Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir (Evik, Cürüm işlemek için örgütlenme, Syf 383 vd.).Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle hareket etmelidir. Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak suçu için de saikin “suç işlemek amacı” olması aranır (Toroslu özel kısım syf. 263-266, Alacakaptan Cürüm İşlemek İçin Örgüt syf. 28, Özgenç Genel Hükümler syf. 280).

    Gelelim hangi fiillerin örgüt üyeliği suçunun oluşumu bakımından yeterli sayıldığına: Örnek verilecek olursa Yargıtay’ın örgüt üyeliği bakımından yeterli gördüğü “bylock” adlı iletişim uygulamasının kullanılması fiili hakkında mahkemenin değerlendirmesi şu şekildedir:

    “…ByLock iletişim sistemi, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacaktır…”  (5)

    Bir diğer kararda yüksek mahkeme örgütle iltisaklı olduğu gerekçesiyle kapatılan bankaya belirli tarihlerde destek mahiyetiyle para yatırma ve yine aynı nedenlerle kapatılan STK’lara üye olma olgusunun örgüt üyeliği suçlaması bakımından değerlendirmesini yapmıştır:

    “…terör örgütü ile irtibatlı … Sendikasına ve … Derneğine üye ve … Gazetesine abone olan, … derneğine bağışta bulunan, ev aramasında örgüt lideri için dua edilmesi talebini içeren yazı ele geçirilen sanığın eylemlerinin örgüt hiyerarşisine dahil olduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, devamlılık ve yoğunluk içeren yeterli örgütsel faaliyet kapsamında kabul edilemeyeceği değerlendirilerek, bu eylemler nedeni ile örgüt üyesi olarak kabul edilmesine yasal olanak bulunmamakta ise de; örgüt liderinin talimatı doğrultusunda örgütle irtibatlı …(banka)’daki hesabına para yatıran sanığın eyleminin örgüte yardım etme suçunu oluşturacağı gözetilmeksizin suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması…” (6)

    Bir başka kararda ise adeta iltisak kavramının bir derecelendirilmesi yapılmıştır:

    “…örgüte müzahir dernek üyesi olduğu belirlenen sanığın eyleminin; savunması, konum ve kişisel özellikleri dikkate alındığında sempati ve iltisak boyutunu aşan, örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek beraatı yönünde hüküm kurulması gerekirken…” (7)

    Yargıtay’ın yukarıda zikredilen kararlarında görüldüğü üzere örgüt üyeliği bakımından aranan süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylemler ve faaliyetlerin bulunması olgusu Şen’e göre KHK’lerde zikredilen iltisak kavramına işaret etmektedir. Ancak uygulamada OHAL Komisyonu iltisak kavramını Ersan Şen’in belirttiği şekliyle değerlendirmemektedir. Hatta bazı başvurucuların hakkında beraat kararı verilmesine rağmen OHAL Komisyonu bu kişilerin başvurularını reddedebilmektedir.

    Yargıtay birtakım eylemlerin örgüt hiyerarşisine, organik bağla dâhil olunduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, devamlılık ve yoğunluk içermemesi, yani sempati ve iltisak boyutunu aşmayan birtakım eylemlerin varlığını örgüt üyeliği bakımından hüküm verebilmek için yetersiz saymaktadır. Ancak örgütle iltisaklı olduğu gerekçesiyle kapatılan dernek, sendika gibi kuruluşlara üye olmak, örgüte müzahir bankada hesap bulundurmak ve bu hesaba belirli dönemlerde “destek” mahiyetli para yatırmak, Yargıtay tarafından, örgüte yardım suçu bakımından yeterli sayılmıştır. Yargıtay, sempati düzeyinde kalan fiiller, örgüte yardım suçunu meydana getiren fiiller ve örgüt üyeliği suçunu meydana getirecek ağırlıktaki fiiller olmak üzere üç dereceli bir cetvel belirlemiştir. Örgüt üyeliği ve örgüte yardım suçları bakımından hüküm giymiş kişilerin söz konusu örgütlerle irtibatlı ve iltisaklı sayılması mümkün gözükmektedir. Ancak sempati boyutunda kalan fiillerin söz konusu örgütlerle irtibatlı ve iltisaklı sayılma bakımından yeterli görülüp görülmeyeceği tartışmalıdır. Ceza mahkemeleri marifetiyle yapılan değerlendirmeler idari yargıyı veyahut idareyi bağlayacak mıdır? Örneğin sempati boyutunu aşmayan fiiller kamuda istihdam edilebilmek veya noterlik mesleğine girebilmek bakımından engel teşkil edecek midir? İdarenin bu fiiller sebebiyle kişilerin aleyhine bir işlem öngörmesi halinde idari yargı bu fiillerin nitelendirilmesini ne şekilde yapacaktır? Tüm bu hususların karanlıkta kalması hukuk devleti ilkesine gölge düşürmektedir.


    (1) Ersan ŞEN, “Örgütle iltisak ve irtibata dayalı idari tedbirler”, http://www.haber7.com/yazarlar/prof-dr-ersan-sen/2114632-orgutle-iltisak-ve-irtibata-dayali-idari-tedbirler.

    (2) AYM, E. 2018/73, K. 2019/65. 24.07.2019 para.174 vd.

    (3) Anayasa Mahkemesinin 14/11/2019 Tarihli ve E: 2018/89, K: 2019/84 Sayılı Kararı

    (4) Yargıtay 16. Ceza Dairesi 2019/1486 E. , 2019/4719 K.

    (5) Yargıtay 16. Ceza Dairesi 2018/187 E. , 2018/1462 K.

    (6) Yargıtay 16. Ceza Dairesi 2018/1316 E. 2018/4092 K.

    (7)  Yargıtay 16. Ceza Dairesi 2018/7312 E. , 2019/4638 K.

    Süleyman Enes Yiğit Avukat – Kaynak

    KHK Haber


  14. T24 Ankara

    OHAL Komisyonu'nun, akademisyen, yazar Prof. Dr. Mehmet Altan'ın göreve iade başvurusunu idari soruşturma raporunu gerekçe göstererek reddetmesi, buna karşılık bu kararın iptali için açılan davada, İstanbul Üniversitesi'nin idare mahkemesine, "İdari soruşturma yürütülmemiştir, rapor yok" bilgisini vermesi, Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi'ne (CİMER) taşındı.

    Altan'ın avukatı Figen Albuga Çalıkuşu, CİMER'e yaptığı başvuruda, şunları kaydetti:

    "Müvekkilim Prof Dr Mehmet Altan hakkında, KHK ile ihraç kararının iptali için OHAL Komisyonuna başvuru yaptık. Komisyon ret kararı verdi. Gerekçe idari soruşturma raporu ve mahkumiyet kararı olduğu idi. İdari soruşturma raporu olmadığını İstanbul Üniversitesi 26.10.2020 tarih 184258 sayılı yazı ile bildirdi. OHAL komisyonu olmayan bir rapor var gibi karar yazdı.

    "Anayasa yok sayıldı"

    Mahkumiyet kararı kesinleşmemiş ilk derece mahkemesi kararı idi. Anayasa gereği kesin hüküm olmadıkça kimse suçlu ilan edilemez. Müvekkilim beraat etti. Beraat kararı kesinleşti. OHAL Komisyonu inceleme yaparken Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 2016 (23672 başvuru nolu kararı ile üç ayrı anayasal hakkının ihlal edildiğine, FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda hareket ettiği ve bu yapılanmayla irtibatının bulunduğu yönünde somut olgu bulunmadığına karar vermişti. OHAL Komisyonuna bu kararı bildirdik ancak OHAL Komisyonu Anayasa'nın 153. maddesini yok saydı.

    "AİHM kararı da yok sayıldı"

    AİHM, 20 Mart 2018 tarihinde, Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Kararını aynen benimsedi. OHAL komisyonu Anayasa 90. maddesini de yok saydı. OHAL komisyonu kuruluş amacında bildirilen hak kaybı yaratmama işlevi ile özünden çelişen tasarrufta bulunmuştur. Anayasal düzenle çelişen tavrı müvekkilimin yaşamında ağır bir mağduriyet oluşturuyor. Hukuksuzlukları ve haksızlıkları gidermek amacı ile kurulduğu söylenen 7 kişilik bu idari kurulun bu kadar ağar hukuksal yanılgılar içinde bulunması hem hukuken hen siyaseten özenli bir incelemeye ihtiyaç duyuyor. Bu başvurumun temel iki nedeni var. Birincisi müvekkilin anayasal suç işlenerek kasden mağdur edilmesi, ikincisi komisyonun amacının tam zıttı noktada keyfi kararlar vererek varlığını manasızlaştırmasıdır. Başvurunun gereğinin yapılmasını dilerim."

    TIKLAYIN - Mehmet Altan'ın açtığı dava, KHK ihraçlarıyla ilgili 'sırları' deşifre etti: OHAL Komisyonu'nun ihraca gerekçe gösterdiği rapor aslında hiç hazırlanmamış!

    Kaynak


  15. ohal.jpg?resize=642%2C355&ssl=1

    Bilindiği üzere OHAL KHK’ları ile haklarında işlem tesis edilenler için kamu görevinden çıkarılma, öğrencilikle ilişiğin kesilmesi, kurumların kapatılması ve emekli personelin rütbelerinin sökülmesi işlemlerine karşı başvuru yolu getirilmiş ve OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmuştur. Bu komisyonun çalışma usulü 7075 sayılı Kanun ile düzenlenmiştir.
    Bahse konu Kanunun ilk halinde, kişilerin sadece yukarıda yer verilen tedbirlere karşı OHAL Komisyonuna başvuruda bulunabileceği belirtilmiştir. Kanunun 2. Maddesinin 3. Fıkrası ile silah ruhsatlarının, gemi adamlığına ilişkin belgelerin, pilot lisanslarının ve pasaportların iptal edilmesi, kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından tahliye edilme, özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olarak görev alamama vb. kamu görevinden çıkarmaya bağlı ilave tedbirlere karşı OHAL Komisyonuna başvuru yolu kapatılmıştır.

    Bu hususa ilişkin 7075 sayılı Kanunun 2. Maddesinin 3. Fıkrasında yer alan düzenleme hukuka aykırı bulunarak Anayasa Mahkemesinin 24/12/2019 tarihli ve E.:2018/74; K.:2019/92 sayılı kararı ile iptal edilmiştir. Bu sayede ilave tedbirlere karşı başvuru yolunu kapatan kanuni düzenleme ortadan kaldırılmıştır.

    Daha sonra 7075 sayılı Kanuna 11/11/2020 tarihinde eklenen Geçici 4. Madde ile konu hakkında kanuni düzenleme yapılmış ve ilave tedbirlere karşı başvuru yolu getirilmiştir.

    Khklar ile Getirilen İlave Tedbirler Nelerdir?

    Bu konuda her kişi veya kurumun kendisi hakkında çıkarılan KHK’ya göz atması ve orada yer alan ilave tedbirleri tespit etmesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesinin 24/12/2019 tarihli ve E.:2018/74; K.:2019/92 sayılı kararında da aşağıda yer verilen tedbirler örnek verilmiştir.

    Örneğin 672 sayılı KHK da rütbe ve/veya memuriyetlerinin alınması, yeniden kamu hizmetinde istihdam edilmemeleri, her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevlerinin sona ermiş sayılması, silah ruhsatlarının, gemi adamlığına ilişkin belgelerinin, pilot lisanslarının ve pasaportlarının iptal edilmesi, oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından tahliye edilmeleri, özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olarak görev alamamaları gibi ilave tedbirlerin uygulanması öngörülmüştür.

    Yine 675 sayılı KHK‘da ismine yer verilen resen emekliye sevk edilenler, kendi isteğiyle emekli olanlar veya meslekten veya devlet memurluğundan çıkarılanlar ile müstafi sayılanların rütbelerinin alınacağı belirtildikten sonra bu kişilerin görev yaptıkları teşkilata ve kamu görevlerine yeniden kabul edilmeyecekleri, doğrudan veya dolaylı görevlendirilemeyecekleri, uhdelerinde taşımış oldukları mesleki unvanları ve sıfatlarını kullanamayacakları, bu unvan ve sıfatlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamayacakları, uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevlerin de sona ermiş sayılacağı, silah ruhsatlarının, emekli polis kimliklerinin, gemi adamlığına ilişkin belgelerinin, pilot lisanslarının ve ilgili pasaport birimlerince pasaportlarının iptal edileceği, bu kişilerin özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamayacakları hüküm altına alınmıştır.

    Yine 677 sayılı KHK da yer alan dernekler ve basın yayın kuruluşlarının kapatılması öngörüldükten sonra kapatılan derneklere ve basın yayın kuruluşlarına ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrakın Hazineye bedelsiz olarak devredilmesi; bunlara ait taşınmazların tapuda resen Hazine adına, her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak tescil edilmesi gibi ilave tedbirlerin uygulanması öngörülmüştür.

    Tüm bu sayılan ilave tedbirlerinden hangileri kişiler ve kurumlara tatbik edildi ise tespit edilerek bunlara karşı yeniden başvuruda bulunmak mümkün hale gelmiştir.

    İlave Tedbirlere Karşı Ne Zaman, Nereye ve Nasıl Başvurulacak?

    7075 sayılı Kanuna 11/11/2020 tarihinde eklenen Geçici 4. Maddesinin ilgili hükümleri şunlardır;

    (1) Bu Kanunun 2 nci maddesinde belirtilen işlemlere bağlı olarak olağanüstü hal kapsamında kabul edilen kanunlarda yer alan ilave tedbirlere karşı hakkında tedbir uygulanan kişi, kanuni temsilcisi ya da mirasçıları tarafından tedbiri uygulayan veya tedbirle ilgili olan kamu kurum ve kuruluşlarına bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde başvurulur. Kamu kurum ve kuruluşları, başvuru üzerine yapacağı inceleme sonucuna göre en geç altı ay içinde başvurunun reddine veya tedbirin kaldırılmasına karar verir. 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanununun ek 7 nci maddesi hükmü saklıdır.

    (2) Başvuruların incelenmesi ve sonuçlandırılması için kamu kurum ve kuruluşları bünyesinde komisyon kurulabilir.

    (7) Kamu kurum ve kuruluşlarının kararlarına karşı Hâkimler ve Savcılar Kurulunca belirlenecek Ankara idare mahkemelerinde iptal davası açılabilir.

    (8) Bu madde uyarınca yetkili olmayan kamu kurum ve kuruluşuna yapılan başvurular yetkili olduğu değerlendirilen kamu kurum ve kuruluşuna gönderilir ve durum başvurana bildirilir.

    Başvuru için maddenin yürürlüğe girdiği 11.11.2020 tarihinden itibaren 3 (üç) ay süre verildiği görülmektedir. Bu süre hak düşürücü bir süredir ve mutlaka uyulması gerekmektedir.

    Diğer taraftan tedbiri uygulayan veya tedbirle ilgili olan kamu kurum ve kuruluşlarına başvurulabileceği belirtilmiştir.

    Örneğin Pilotluk lisansı ve silah ruhsatı için eski kuruma başvurulabileceği gibi pasaportun iptali için Nüfus Müdürlüklerine başvurulabilecektir.

    Yine de bu mercilerde yanlışlık yapılması halinde yetkili olmayan kamu kurum ve kuruluşuna yapılan başvuruların yetkili olduğu değerlendirilen kamu kurum ve kuruluşuna gönderilerek bu durumun başvurana bildirileceği hüküm altına alınmıştır.

    Ayrıca Pasaport Kanununun ek 7 nci maddesi hükmü kapsamındaki başvuru hakkı saklı tutulmuştur.
    Başvurunun yazılı olarak yapılması gerekmektedir. İleride hak kayıplarına sebebiyet verilmemesi açısında kurumlara elden başvuru yapılması veya iadeli taahhütlü posta ile dilekçelerin gönderilmesi tavsiye edilmektedir.

    Kaynak

    KHK Haber


  16. Prof. Dr. Mehmet Altan, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra gözaltına alınarak tutuklandı. Anayasa Mahkemesi, Altan'ın tutukluğunun hukuka aykırı olduğuna karar verdi ancak yerel mahkeme bu kararı uygulamadı. Anayasa Mahkemesi'nin ikinci kararından sonra, ilk kararın üzerinden dört ay geçmesinin ardından Altan, istinaf mahkemesi tarafından tahliye edildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu süreçte Altan için "hak ihlali" kararı verdi. Ardından Yargıtay, Altan'ın, beraatine karar verilmesi gerektiğini hüküm altına aldı. OHAL Komisyonu ise tüm bunlara rağmen, İstanbul Üniversitesi'nden ihraç edilen Altan'ın, görevine dönmek için yaptığı başvuruyu reddetti. Komisyon, Altan hakkındaki idari soruşturma raporunu kararına gerekçe gösterdi. Komisyonun diğer bir gerekçesi ise daha sonra hakkında beraat kararı verilen Mehmet Altan'ın, henüz yargılamasının sürdüğü dönemde, bu yargılamanın sonucunu beklemeden, "hüküm giymiş" gibi karar vermesi ve bu kararı esas almasıydı.

    Altan, bunun üzerine idare mahkemesine başvurdu. İdare Mahkemesi de İstanbul Üniversitesi'ne, OHAL Komisyonu'nun kararının gerekçesini oluşturan idari soruşturma raporunu sordu. Üniversiteden gelen yanıt şaşırtıcıydı. Üniversite, Altan hakkında idari soruşturma yürütülmediğini, ellerinde herhangi bir idari soruşturma raporu bulunmadığını bildirdi. Şimdi ortada sorular var:

    • Altan hakkındaki ihraç kararı nasıl verildi?
    • OHAL Komisyonu, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararına rağmen, hakkında herhangi bir rapor ve kurum görüşü de olmadan göreve dönme talebini neden reddetti?
    • Ortada bir rapor yokken komisyon, nasıl raporu kararına gerekçe gösterdi? Aynı komisyon, hakkında mahkumiyet kararı olmadan, mahkumiyeti bulunduğuna yönelik bilgiyi kararına nasıl esas aldı?
    • İhraç kararları, kim tarafından, nerede alındı?
    • Komisyon, kararında neden gerçeği yansıtmayan bu bilgiyi gerekçe gösterdi?
    • İdare mahkemeleri, bu tabloda, OHAL Komisyonu kararlarının iptali konusunda bağımsız karar verebilecek mi?

    Komisyonun esas aldığı rapor aslında yokmuş!

    Mehmet Altan, Anayasa Mahkemesi kararlarının yerel mahkemeler tarafından uygulanmamasının ilk örneklerinden. AİHM ve Anayasa Mahkemesi'nin, tutuklanmasının yerinde olmadığı ve hak ihlali oluşturduğu, hemen tahliyesinin gerektiği yönündeki kararlarına rağmen, yerel mahkeme Altan'ı tahliye etmedi. Anayasa Mahkemesi, ikinci kez hak ihlali kararı verdikten sonra istinaf mahkemesi Altan'ın tahliyesini kararlaştırdı.

    Zaman geçti, Altan, Anayasa Mahkemesi ve AİHM'nin ardından Yargıtay tarafından da haklı bulundu. Yargıtay, beraatine hükmedilmesi gerektiğine karar verdi. Yerel mahkeme de bu karara uymak zorunda kaldı.

    Altan, OHAL Komisyonu'na, 30 yıl görev yaptığı İstanbul Üniversitesi'nden ihraç edilmesi nedeniyle başvuru yapmıştı. Hakkındaki yargılama henüz sürüyordu ancak ortada AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları da duruyordu. Komisyon, yargılamanın sonucunu beklemeden, hakkındaki yargılamanın sürdüğünü, İstanbul Üniversitesi'nin idari raporunun bulunduğunu belirterek, AİHM, Anayasa Mahkemesi kararlarını dikkate almadan Altan'ın göreve dönme talebini reddetti.

    İdare mahkemesine gönderildi: Rapor yok

    Yasaya göre, OHAL Komisyonu kararlarına karşı idare mahkemesine başvurulabiliyor. Söz konusu idare mahkemeleri, komisyon kararlarına karşı açılan davalar konusunda özel olarak oluşturuldu. Ankara 21. İdare Mahkemesi de bu mahkemelerden biri.

    Mahkeme, İstanbul Üniversitesi'ne, Altan hakkındaki idari soruşturma raporunu sordu. Zira komisyon, kararına bu raporu gerekçe göstermişti.

    İstanbul Üniversitesi ise mahkemeye gönderdiği yazıda, "Rektörlüğümüzce herhangi bir idari soruşturma yapılmamıştır" yanıtını verdi. Böylece, komisyonun olmayan bir idari soruşturma raporunu kararına esas aldığı ortaya çıktı.

    İstanbul Üniversitesi KHK ile ihraç edilirken   Mehmet Altan hakkında hiçbir idari soruşturma söz konusu olmadığını 26.10.2020 tarih 184258 sayılı yazısı ile mahkemeye bildirdi.

    Halbuki  OHAL Komisyonu, ihraç kararının iptalini reddederken iki gerekçe gösterdi. Mehmet Altan hakkında 'idari soruşturma raporu' ve 'mahkumiyet kararının' olması. İkisinin  de doğru olmadığı belgelendi. Resmi bir kurum göz göre göre nasıl yalan söyler ?

    Hakkında idari soruşturma bile olmayan Mehmet Altan'ın KHK ile ihraç edilmesine kim, nasıl, neye dayanarak karar verdi, bu hukuksuzluğa kim imza attı belli değil.


    Kaynak


  17. 2010-12-08_101437.jpg

    Daha bir ay önce siyasi iktidarın en üst düzeyde dem vurduğu “adâlet reformu”ndan artık söz edilmezken, Türkiye’nin kanayan yarasına dönüşen ve bütün ağırlığıyla dayatılan OHAL KHK’ları da siyasî polemiklerle muallel suni gündemin karambolünde âdeta unutturulmuş.

    En son AKP kurucusu, hükûmet eski sözcüsü ve Meclis Başkanı Arınç’ın “KHK bir fâciadır, bu felâketi kimse savunamaz” diye yakındığı; aslında OHAL’in sona ermesiyle hükümleri sona ermesi kalması gereken KHK’larla yüz binlerce vatandaşın mağduriyeti sürdürülüyor.

    “15 Temmuz”un akabinde 20 Temmuz 2016’da ilân edilen OHAL KHK’larıyla gasbedilen hakların iâdesine bariyerler konulmuş. Yüz binlerce vatandaşın mâruz kaldığı mağduriyetleri giderme perdesinde ihdas edilen OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu bunların başında geliyor.

    HUKUKSUZLUKLARA “YASAL KILIF”

    Bu açıdan yıllardır göreve iâde bekleyen vatandaşların taleplerini Komisyonu Başkanı’na ileten ana muhalefet partisi Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca’nın “Çalışma hakkı elinden alınan, yargı önünde suçsuzlukları ispatlanan insanlar için Anayasa Mahkemesi’nce (AYM) verilen ‘hak ihlâli’ kararları OHAL Komisyonunun insafına bırakılmış. Komisyonda AYM, mahkeme, savcılık kararları bağlayıcı değil, kurumların ‘amir görüşü’ esas alınıyor” tesbiti gerçeği ele veriyor. (gazeteler, 23.12.21)

    Tesbit şu ki bağımsızlık ve tarafsızlığının tasfiyesiyle “siyasetin sopası” haline getirilen yargıya güvenin sıfıra indiği vartada siyasî iktidarın güdümündeki komisyon üzerinden hukuksuzluklara “yasal kılıf” geçiriliyor. 

    Aslında Komisyon Başkanı’nın göreve iâde talepleri ile ilgili olarak “haklarında hiçbir delil bulunmaz ise ‘kurum görüşü’ istenilecek ve o görüş esas alınacak” savunması, komisyonun âdil sorgulama ve hukuka göre değil, yargıda aklanıp haklarının iâdesine karar verilen vatandaşların “kurum görüşü” perdesinde siyasi iktidarın atadığı âmirlerin “tâlimatlı görüşleri”yle mahkûm edilip cezalandırıldıklarının ikrarı olup maksadı ele veriyor.

    Komisyon Başkanı’nın ‘Yargı kararları bizleri bağlamaz, mahkemelerden daha geniş kapsamlı soruşturma haklarımız var ve bu hakkı da sonuna kadar kullanacağız” fütursuzluğu, komisyonun kendisini Yargıtay’dan, AYM’den daha üstün gördüğünün itirafı oluyor.

    Bu bakımdan Karaca’nın “O nedenle mi AYM’nin ‘hak ihlâli’ kararına rağmen haklarında beraat, tâkipsizlik kararı verilen yurttaşlarımızı göreve iâde etmemekte direniyorsunuz? Yoksa bir üst aklın onayını almadan kıpırdayamıyor musunuz?” tepkisi kayda değer. 

    YARGININ ÖNÜNDE BARİYER...

    Kısacası, bu gidişle karar bekleyen on binlerce dosyanın sonuçlanması yıllar alacağından, mağdurların bireysel başvuru hakkı ile AYM’ye ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gitmesine takozlar konuluyor. Yüz binlere ödemek durumunda kalacağı tazminatlardan kaçınan siyasî iktidar, komisyon mârifetiyle hak iâdesini engelleyip öteliyor, hukuku sürüncemede bırakıyor. 

    Özetle, Komisyonun 31 Aralık 2020 tarihi itibarıyla doğrudan KHK’larla yapılan ihraçlara ilişkin 126 bin 630 başvurudan 112 bin 310’u hakkında verilen kararda sadece 13.170 müracaatın kabul edilip 99 bin 140’ının reddedilmesi, OHAL Komisyonu’nun OHAL KHK’larıyla dayatılan haksızlıkları ve yol açtıkları mağduriyetleri telâfi etmek için değil, hak ihlâllerini “yasallaştırmak”, hukuksuzluklara “yasal görüntü” vermek yanıltması amacıyla kurulduğunu ortaya koyuyor.

    Oysa hukukçuların tahliliyle, önemli bir kısmı Meclis’ten geçirilen KHK’larla gasbedilen haklar yeni bir kanuni düzenlemeyle iâde edilebilir. Zira hukukun temel kriterlerinin başında gelen “mâsumiyet” karinesi ve “suç ve cezanın şahsiliği” esaslarına aykırı olarak hukukî tanımı olmayan, çoğu sahte ihbarlarla, istihbarat jurnalleriyle, “irtibat” ve “iltisak”la tek kelime savunmaları alınmadan sorgusuz - sualsiz yargısız infazla dayatılan yasa dışılıkların hiçbir hukukî itibarı ve kanuniliği yok. 

    Bundandır ki OHAL KHK’larıyla dayatılan haksızlıkların giderilmesi için öncelikle hukukun tecellisi önünde bir set olarak konulan OHAL Komisyonu’nun derhal lağvedilmesi, hukukun önündeki engellerin kaldırılıp hukuksuz uygulamaların âcilen yargıya açılması gerekiyor.

    Dört buçuk senedir, sözkonusu komisyon aracılığıyla, Anayasaya ve yasalara aykırı olarak OHAL KHK’larının ikamesi keyfiliğine artık son verilmeli. 

    YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

    Kaynak


  18. egitim2-2-4eIl_cover.jpg

    ANKARA - Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) Genel Başkanı Prof.Dr. Nejla Kurul, Genel Sekreter İkram Atabay ve Genel Örgütlenme Sekreteri Ramazan Gürbüz, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’la görüşme gerçekleştirdi.

    Eğitimde yaşanan sorunların iletildiği görüşmeye ilişkin açıklama yapan sendika, sorunlara ilişkin hazırlanan dosyanın Selçuk’a iletildiğini belirtti. Eğitim alanında yıllardır yaşanan ve Covid-19 salgınıyla birlikte daha da ağırlaşan sorunlara karşı kalıcı çözümler üretilmesi için ivedi adımların atılması gerektiğini belirten sendikanın Milli Eğitim Bakanı Selçuk’a sunduğu dosyanın içeriği şu başlıklardan oluştu:

    UZAKTAN EĞİTİMDE EŞİTLİK SAĞLANMALIDIR: COVID-19 salgınının eğitim alanında yarattığı sorunları etkin bir uzaktan eğitimle çözme sürecinde başta öğrencilerimiz olmak üzere velilerimiz ve öğrencilerimiz ciddi sorunlar yaşamaktadır. Bakanlık süreci, katılımcı bir anlayışla ve aşamaları belirli bir “öğretim tasarımı” bağlamında yürütememiştir. Katılımcı, destekleyici ve planlı bir çalışmanın olmaması nedeniyle eğitim emekçileri, öğretmenler, öğrenciler ve veliler ciddi sorunlarla baş başa bırakılmıştır. Sahada çalışanlar salgında eğitim sürecini el yordamıyla ve deneme yanılma yoluyla yürütmüşlerdir. Bu süreçte karşı karşıya kalınan en büyük problem hâlihazırda var olan eşitsizliklerin daha da artması, katlanarak çoğalması olmuştur. Özellikle sosyoekonomik durumu iyi olmayan düşük gelirli velilerin çocukları, kız çocukları, tarım işçisi çocuklar, anadili farklı olan çocuklar, engelli çocuklar ve dezavantajlı gruplar uzaktan eğitime ulaşamamış, sistemin dışında kalmışlardır. İnternet erişimi olmayan, akıllı telefon, tablet ve bilgisayarı olmayan öğrenciler uzaktan eğitime dâhil olamamışlardır.

    LAİKLİK İLKESİNİ İHLAL EDEN UYGULAMALAR ORTADAN KALDIRILMALI: Cemaatler ve tarikatlarla yapılan protokoller, dinden özerk yaşam süren velilerimizi ve öğretmenlerimizi ciddi biçimde endişelendirmektedir. Yine Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün, il ve ilçe milli eğitim yöneticileri ile okul yöneticilerini öğrencilerin dini içerikli dersleri seçmeleri konusunda yönlendirdiği şikâyetleri sendikamıza sıklıkla iletilmektedir. Seçmeli derslerin ilgi, yetenek ve merakları doğrultusunda öğrenciler tarafından seçilmesi için gerekli özen gösterilmelidir. Öğrencileri dini içerikli dersleri seçmeye yönlendiren eğitim yöneticileri ve okul yöneticileri uyarılmalıdır. Bu konu basında da yeterince yer almıştır. Anayasa ve eğitimle ilgili yasalarda yer alan laiklik ilkesi, Türkiye’de çoğul bir ortak yaşamın güvencesidir. Bilimsel ve laik eğitim ilkesinden vazgeçilmemelidir.

    EĞİTİMDE GÜVENCELİ İSTİHDAM SAĞLANMALI: Öğretmenler arasında kadrolu, sözleşmeli ya da ücretli öğretmen ayrımı yapılması ve bir hiyerarşinin oluşturulması çalışma barışını bozan bir etkiye sahiptir. Eğitimin vazgeçilmez bileşeni öğretmendir ve eğitimin niteliği, öğretmenin niteliği ile doğru orantılıdır. Güvencesizliğin ve düşük ücretlerin yarattığı kaygı, eğitim ve öğretim uğraşını olumsuz biçimde etkilemektedir. Eğitimin niteliği düşünülüyorsa sözleşmeli, ücretli ya da başka bir ad altında yapılan öğretmenlik uygulamalarının tamamına son verilmelidir. Kamu hizmetlerinin sürekliliği, düzenliliği ve halka daha nitelikli olarak sunulması için eğitimde her türlü güvencesiz istihdam uygulamasından derhal vazgeçilmeli, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu kalıcı olarak çözülerek herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.

    KHK’LER KONUSUNDA BAKANLIK DAHA ETKİN OLMALI: Haklarında herhangi bir yargı kararı bulunmayan, hukuken suç olmayan gerekçelerle ihraç edilen kamu görevlilerinin bütün haklarıyla birlikte derhal görevlerine iade edilmeleri gerekmektedir. Halen OHAL Komisyonu’nun inceleme aşamasında bulunan yaklaşık 16 bin dosyanın yaklaşık bin 200’ü sendikamız üyelerine aittir. OHAL Komisyonu tarafından karara bağlanan dosyaların oranı yüzde 87 iken ihraç üyelerimizin karara bağlanan dosya oranı yüzde 21’dir. Bu olgu, üyelerimizin dosyalarının bilinçli biçimde karara bağlanmadığını göstermektedir. Kamu emekçilerinin işlerine dönüşü konusunda Milli Eğitim Bakanlığı daha etkin olmalıdır.

    EĞİTİM-SEN ÜYELERİ SÜRGÜN EDİLDİ: 2017/18 eğitim öğretim yılı başında daha önce katıldıkları sendikal eylemler nedeniyle açığa alınan üyelerimize yönelik olarak MEB tarafından büyük bir sürgün furyası başlatılmış, tamamen idari ve siyasi tasarruflarla 1190 Eğitim-Sen üyesi hukuksuz bir şekilde sürgün edilmiştir. Sürgünlerle sadece üyelerimiz değil, aynı zamanda öğrenciler de mağdur edilmiş, üyelerimizin çocuklarının eğitim hakları bizzat Bakanlık eliyle kesintiye uğratılmıştır.

    EK DERS ÜCRETLERİ ÖDENMELİDİR: Öğretmenlerin mesai saati sonrasında yaptığı dersler ile hafta sonunda yaptığı derslerin, ayrıca halk eğitim merkezlerinde görev yapan kadrolu öğretmenler ile usta öğreticilerin ek derslerinin ödenmediğine ilişkin olarak sendikamıza şikâyetler gelmektedir. Artan hayat pahalılığı ve son yapılan memur zammının düşük oranı da dikkate alındığında öğretmenlerin ek ders ücretlerinin zamanında ve hakkaniyete uygun biçimde yapılması gerekmektedir.

    EBEVEYN İZNİ ARTTIRILMALI: Çalışan kadınlara doğum öncesi 8, doğum sonrası 16 hafta olmak üzere toplam 24 hafta ücretli doğum izni verilmelidir. Doğumdan sonra babaya 10 iş günü ücretli izin verilmeli, sezaryenle veya erken doğum halinde bu izin ücretli olarak 15 güne çıkarılmalıdır. Bunun için; 0-6 yaş grubu çocuklar için, 50 ve üzerinde çalışanı olan bütün iş yerlerinde kreş açılmalıdır. 50’den az çalışanın bulunduğu iş yerlerinde ise çalışma alanlarına yakın ortak bakım üniteleri ve kreşler açılmalıdır. (DUVAR)

    Kaynak


  19. KHK ile ihraç edilen eğitimci Mehmet Nasır Sönmez hakkında yaşamını yitirdikten sonra göreve iade kararı verildi.

    Mücahit Karataş, Bülent Uçar, Ömer Faruk Arsoy, Gökhan Açıkkollu gibi 15 Temmuz darbe girişimi sonrası KHK ile görevden uzaklaştırılan ve ölümlerinin ardından haklarında iade kararı verilen kamu çalışanlarına son olarak eğitimci Mehmet Nasır Sönmez eklendi. Eğitim Sen üyesi olan Sönmez, Tekirdağ Çorlu’da lise okul müdür yardımcılığı ve Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaparken 7 Şubat 2017’de 686 No’lu KHK ile görevden ihraç edildi. 7 Kasım’da oturduğu apartmanın balkonunda iş yaparken 5. kattan kazayla düşerek ölen Sönmez için, OHAL Komisyonu ölümünden 3 ay, görevden alınmasından 3 yıl sonra karar verdi. Göreve iade kararına ilişkin açıklama yapan Eğitim Sen Tekirdağ Şubesi, “Sevinemiyoruz. Sorguluyoruz. Geç gelen adalet, adalet olmuyor. Eşi atanmayan öğretmen, 10 ve 16 yaşlarında 2 çocukları var. KHK’ler gidecek, biz kazanacağız” denildi.

    Kaynak


  20. kapak_175814.jpg

    OHAL Komisyonu, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen Eğitim Sen üyesi eğitimci  Mehmet Nasır Sönmez için göreve iade kararı verdi.

    Ancak komisyonun göreve dönebilirsin dediği Sönmez,  oturduğu apartmanın balkonunda iş yaparken, 5. kattan kazayla düşerek hayatını kaybetmişti. Sönmez Tekirdağ Çorlu’da lise okul müdür yardımcılığı ve Türk dili ve edebiyatı öğretmenliği yapıyordu. 

    Göreve iade kararına ilişkin açıklama yapan Eğitim Sen Tekirdağ Şubesi, “Büyük acı oldu hepimiz için. OHAL Komisyonundan göreve iade kararı çıktı. Sevinemiyoruz. Sorguluyoruz. Geç gelen adalet, adalet olmuyor. Eşi atanmayan öğretmen, 10 ve 16 yaşlarında 2 çocukları var. Başından beri söyledik, söylemeye devam ediyoruz. Tüm arkadaşlarımız göreve dönecek. KHK’ler gidecek, biz kazanacağız” dedi.

    Eğitim Sen'in Twitter hesabından yapılan açıklamada ise,"Geç gelen adalet, adalet değildir! OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu, iki ay önce hayatını kaybeden Mehmet Nasır Sönmez arkadaşımızın göreve iade kararını açıkladı. Üzgünüz, kızgınız keşke iade kararını kendisi duyurabilseydi! Mücadele devam ediyor. KHK’ler gidecek biz kalacağız!" denildi.

    Geç gelen adalet, adalet değildir! OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu, iki ay önce hayatını kaybeden Mehmet Nasır Sönmez arkadaşımızın göreve iade kararını açıkladı. Üzgünüz, kızgınız keşke iade kararını kendisi duyurabilseydi!
    Mücadele devam ediyor. KHK’ler gidecek biz kalacağız! pic.twitter.com/XK7iLHGtaS

    — EĞİTİM SEN (@egitimsen) January 16, 2021

    Kaynak


  21. kapak_175814.jpg

    OHAL Komisyonu, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen Eğitim Sen üyesi eğitimci  Mehmet Nasır Sönmez için göreve iade kararı verdi.

    Ancak komisyonun göreve dönebilirsin dediği Sönmez,  oturduğu apartmanın balkonunda iş yaparken, 5. kattan kazayla düşerek hayatını kaybetmişti. Sönmez Tekirdağ Çorlu’da lise okul müdür yardımcılığı ve Türk dili ve edebiyatı öğretmenliği yapıyordu. 

    Göreve iade kararına ilişkin açıklama yapan Eğitim Sen Tekirdağ Şubesi, “Büyük acı oldu hepimiz için. OHAL Komisyonundan göreve iade kararı çıktı. Sevinemiyoruz. Sorguluyoruz. Geç gelen adalet, adalet olmuyor. Eşi atanmayan öğretmen, 10 ve 16 yaşlarında 2 çocukları var. Başından beri söyledik, söylemeye devam ediyoruz. Tüm arkadaşlarımız göreve dönecek. KHK’ler gidecek, biz kazanacağız” dedi.

    Eğitim Sen'in Twitter hesabından yapılan açıklamada ise,"Geç gelen adalet, adalet değildir! OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu, iki ay önce hayatını kaybeden Mehmet Nasır Sönmez arkadaşımızın göreve iade kararını açıkladı. Üzgünüz, kızgınız keşke iade kararını kendisi duyurabilseydi! Mücadele devam ediyor. KHK’ler gidecek biz kalacağız!" denildi.

    Geç gelen adalet, adalet değildir! OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu, iki ay önce hayatını kaybeden Mehmet Nasır Sönmez arkadaşımızın göreve iade kararını açıkladı. Üzgünüz, kızgınız keşke iade kararını kendisi duyurabilseydi!
    Mücadele devam ediyor. KHK’ler gidecek biz kalacağız! pic.twitter.com/XK7iLHGtaS

    — EĞİTİM SEN (@egitimsen) January 16, 2021

    Kaynak


  22. avw.php?zoneid=7&n=4f16dfd

    OHAL Komisyonu Başkanı Salih Tanrıkulu’nun “Delil bulanamayan KHK’liler için kurumlarından görüş istenecek ve o doğrultuda görevlerine iade edilip edilmeyeceğine karar verilecek” şeklindeki ifadesi sonrası harekete geçen Eğitim Sen, halen görevine iade edilmeyen üyeleri İsmet Akyol ve Gökhan Taner Günsan’la ilgili Çaycuma ve Zonguldak Milli Eğitim Müdürleri ile görüştü.

    OHAL İncelemeleri Komisyonu Başkanı Salih Tanrıkulu’nun kendisiyle görüşen CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca’ya kamuda çalışmaktayken OHAL kararnamesi ile görevinden ihraç edilen ve halen dosyaları üzerinde incelemeleri devam eden kişilerle ilgili, “Haklarında hiçbir delil bulunmazsa kurum görüşü istenecek ve o görüş esas kabul edilerek iade edilip edilmeyeceklerine kararı verilecek” şeklinde bir ifade kullandı. Eğitim-Sen, Tanrıkulu’nun bu ifadesi üzerine, 7 Şubat 2017’de, 686 sayılı OHAL kararnamesi ile görevinden ihraç edilen üyeleri İsmet Akyol ve Gökhan Taner Günsan ile ilgili harekete geçti. Eğitim Sen Çaycuma Temsilciliği Yürütme Kurulu Çaycuma Milli Eğitim Müdürü İsmail Baş ile görüşmelerinin ardından Zonguldak Şube Yürütme Kurulu da Zonguldak Milli Eğitim Müdürü Ali Tosun’la görüşerek, ellerindeki belge ve bilgileri sundu. 

    AYRINTILI BİR DOSYA SUNULDU

    OHAL Komisyonunun göreve iade ya da ret kararı verirken ihraç edilen kişinin görev yaptığı kurumdan gelen görüşü dikkate aldığını belirten ve Milli Eğitimle yapılan görüşmelerle ilgili açıklamada bulunan Eğitim Sen Zonguldak Şube Başkanı Halis Sabah, “Görüşmede İsmet Akyol hakkında yapılan bir ihbarın ardından takipsizlik kararı ile sonuçlanan savcılık kararı ve soruşturma süreci boyunca Çaycuma ve Zonguldak Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi tutanakları, MASAK raporu ve başka kurumlarla yapılan yazışmalar ile bir takım belge ve yazıları içeren ayrıntılı bir dosya sunduk. Eğitim Sen Çaycuma Temsilcisi iken ihraç edilen Gökhan Taner Günsan hakkında ise herhangi bir adli ve idari soruşturma yürütülmediğini de özellikle belirttik. Göreve iade edilmeleri önünde hiçbir yasal engel olmayan arkadaşlarımızın bir an önce göreve iade edilmeleri için girişimlerde bulunulmasını talep ettik” dedi. 

    DÖNEMİN VALİSİ ALİ KABAN, VALİLİĞE GELEN İHRAÇ LİSTESİNİN ANKARA’YA GÖNDERİLDİĞİNİ AÇIKLADI

    Sabah, İsmet Akyol ve Gökhan Taner Günsan’ın ihracından sonra, 1 Mart 2017’de, Eğitim Sen Genel Merkezinden Mesut Fırat ve İsmail Sağdıç’ın, dönemin Zonguldak Valisi Ali Kaban ile görüştüğünü ve Kaban’ın, Akyol ve Günsan’ın ihraç edilmesiyle ilgili Valiliğe gelen listenin hiç değiştirilmeden Ankara’ya gönderildiğini söylediğini de açıkladı.

    SAVCILIK 9 AY SÜREN KAPSAMLI ARAŞTIRMA SONUCUNDA AKYOL’LA İLGİLİ TAKİPSİZLİK KARARI VERDİ

    İsmet Akyol’un, Zonguldak Şube Sekreteri olduğu 19 Temmuz 2016’da, Çaycuma ve Ereğli’de görev yaparken açığa alınan iki Eğitim Sen üyesiyle ilgili yaptığı basın açıklamasının ardından, Çaycuma Milli Eğitim Müdürlüğünce, savcılığa ihbar edildiğini söyleyen Sabah, “İhbara gerekçe gösterilen açıklamadaki iki üyemiz sonraki süreçte görevine dönerken, Çaycuma Cumhuriyet Savcılığı da, Akyol hakkında, dokuz ay süren ayrıntılı bir soruşturma yürüttü. Savcılık bu süreçte, Çaycuma İlçe Emniyet Müdürlüğü, Zonguldak İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünden, MASAK ve diğer kurumlardan FETÖ ve diğer terör örgütleriyle bağının olup olmadığı konusunda bilgi istedi. Emniyet Müdürlüğü ve diğer kurumlardan savcılığa gelen raporlarda Akyol’un hiçbir terör örgütüne üyeliği, mensubiyeti, iltisakı veya irtibatının bulunmadığı belgelerle ortaya konarak hakkında kovuşturmaya yer olmadığına (takipsizlik) dair karar verildi” dedi.

    AKYOL’A, HERHANGİ BİR OLUMSUZ SİCİLİ OLMADIĞI İÇİN PASAPORT VERİLDİ

    Sabah, açıklamasında, “Diğer taraftan Pasaport Kanunu’nda yapılan değişiklikle OHAL döneminde kamu görevinden ihraç edilip pasaportları iptal edilenlerin 'Kolluk birimlerince yapılacak araştırma sonucuna göre’ yeniden pasaport alabilmelerine imkân tanındı. Söz konusu değişikliğin ardından İsmet Akyol’un Zonguldak Nüfus ve Vatandaşlık İşleri İl Müdürlüğüne yaptığı pasaport başvurusu olumlu karşılanarak pasaport verildi. Yalnızca bu bile arkadaşımızın masumiyetinin açık delilidir” dedi. 

    “HAKLARINDA MEMURİYETİ ENGELLEYEN KESİNLEŞMİŞ HERHANGİ BİR YARGI KARARI BULUNMAYANLAR BİR AN ÖNCE GÖREVE İADE EDİLMELİDİR”

    Sabah açıklamasını, “Görev süresi bir yıl daha uzatılan OHAL Komisyonu, 31 Aralık 2020’de yaptığı açıklamada 14 bin 320 başvurunun incelemesinin devam ettiğini duyurdu. Gerçek olan şu ki, OHAL Komisyonunun karar sayısı dikkat çeken bir şekilde düşmüştür. Ayrıca KESK’e bağlı sendikaların, özellikle de Eğitim Sen üyelerin büyük bir kısmının başvuruları sona bırakıldığı gözlenmektedir. İncelemesi devam eden başvurular arasında Eğitim Sen üyelerinin oranı yüzde 80’dir. Akyol ve Günsan’ın başvuruları da henüz karara bağlanmamıştır. Bu durumu kabul etmek mümkün değildir. Takipsizlik kararı verilen Akyol ve hakkında hiçbir soruşturma yürütülmeyen Günsan’ın ihraç edilmelerinin üzerinden dört yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen iade edilmemeleri kamuoyunun vicdanını incitmektedir. Haklarında memuriyeti engelleyen kesinleşmiş herhangi bir yargı kararı bulunmayan kamu emekçileri bir an önce göreve iade edilmelidir” sözleriyle bitirdi. (HABER MERKEZİ)

    Kaynak


  23. 1000x563_cmsv2_a93568b9-fe5e-5a4a-9aca-82f4a44899eb-5273252.jpg

    Birleşmiş Milletler (BM) Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu, Türkiye’den yapılan başvuruları acil eylem prosedürü ile işleme alarak, Ankara'nın Uluslararası Siyasal ve Medeni Haklar Sözleşmesi’ni ihlal ettiğine hükmetti.

    Türk hükümetine 10 Kasım'da bir mektup yollayan Çalışma Grubu, Ankara'dan iki ay içinde konuya ilişkin açıklama yapmasını istemişti. Sürenin dolması üzerine Çalışma Grubu'nun raporu ile Ankara'nın yanıtı kamuoyuyla paylaşıldı.

    15 Temmuz darbe girişiminden sonra tutuklanan 43 kişinin dosyasını inceleyen Çalışma Grubu, daha önce verilen emsal kararlar ışığında, bu kişilerin adli işlemleri boyunca; söz konusu sözleşmenin işkence ve kötü muamele yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı, ifade özgürlüğü ve örgütlenme hakkını kapsayan maddelere aykırı davranıldığını tespit etti.

    Türkiye hükümetine hitaben hazırlanan raporda, darbe girişiminin güvenlik güçlerince yapılmasına rağmen hemen ardından, aralarında akademisyen, doktor ve hakimlerin de olduğu binlerce kişinin "Fethullahçı Terör Örgütü'ne (FETÖ)" üye olma suçlamasıyla tasfiye edildiği ve gözaltına alındığı yazıldı.

    Arama izni veya celp olmadan evlere baskın düzenlendiğini ve kişilerin keyfi gözaltına alındığını yazan Çalışma Grubu, gözaltı kararları çıkarılması halindeyse şüphelilere yöneltilen suçlamaların somut delillere dayanmadığını vurguladı.

    İncelemer sonucunda, raporda adı geçenlerin avukatla görüşme haklarının kısıtlanması, istedikleri avukat yerine barodan avukatın atanması, avukatla görüşmelerin kayıt altında gerçekleşmesi, yine avukat hakkının geçerli bir neden olmaksızın reddedilmesi, savunma için yeterli zamanın ve şartların başvuruculara tanınmaması emsal kararlarda birçok kez hükmedildiği üzere, Uluslararası Siyasal ve Medeni Haklar Sözleşmesi’nin 14'üncü Maddesinin ihlali olarak görüldü.

    Çalışma Grubu, OHAL döneminde gözaltı süresinin toplu halde ve kalabalık ortamlarda geçirilmesini, temel ihtiyaçların karşılanmasında sıkıntıların yaşanmasını 7'nci Maddeye aykırı buldu.

    Hüküm giyenlerin "FETÖ üyeliğinin", ByLock kullanmak, Bank Asya'da hesap açmak, Zaman gazetesine abone olmak, çocuklarını Gülen cemaatinin okullarına göndermek gibi delillerle saptanmasının hukuka aykırı olduğunu kaydeden uzmanlar, bu tür faaliyetlerin suç teşkil etmediğinin aksine Kişisel ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesiyle koruma altına alınan haklar olduğunun altını çizdi.

    Ankara'ya gönderilen raporda, mevzu bahis kişilerin yargılanma süreçlerine dair ayrıntıların yanı sıra tutuklu hamile veya çocuklu kadınların durumu ile ilgili bir dizi soruya da cevap istendi.

    BM makamlarının hak ihlali tespitinde bulunduğu başvurucular arasında kapatılan Zaman Gazetesi yazarlarından Ali Ünal, Fethullah Gülen’in avukatı Nurullah Albayrak, sokak eylemleriyle gündeme gelen Melek Çetinkaya’nın oğlu Harbiyeli Furkan Çetinkaya ile hamile ya da yeni doğum yapmış birçok tutuklu da yer alıyor.

    Ankara'dan yanıt: İddialar temelsiz

    16 Aralık2020 tarihinde BM Çalışma Grubu'na bir mektup yollayan Ankara ise yanıtına 15 Temmuz darbe girişiminin altını çizerek başladı.

    "Darbe girişiminin arkasında olmakla suçladığı Fethullahçı Terör Örgütünün kritik devlet kurumlarına sızdığını, demokrasiyi yıkarak iktidarı darbe ile ele geçirmek istediğini" ve o gece yaşanan saldırılarda 251 kişinin hayatını kaybettiğini belirtilen Türk hükümeti, demokrasiyi tesis etmek ve hak ve özgürlükleri korumak için devlet kurumları, yargı ve ordudaki tüm "FETÖ mensuplarının kökünün kazınması" gerektiğini yazdı.

    Ankara, bu doğrultuda ilan edilen ve 19 Temmuz 2019'a kadar süren Olağanüstü Hal (OHAL) boyunca uluslararası insan hakları yükümlülüklerini yerine getirdiğini, aynı zamanda BM ve Avrupa Konseyi gibi uluslararası kurumlarla da diyaloğu ve iş birliğini sürdürdüğünü savundu.

    Açıklama mektubunda, adil yargılanmaya dair iddialara "kişilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yolunun açık olduğu" ve "OHAL Komisyonunun kurulduğu" yanıtı verildi.

    Çalışma Grubu'na yazılan beyanda "FETÖ'nün işlediği suçları örtbas etmek için kendini insan hakları mağduru olarak göstermeye çalıştığı" öne sürüldü. Mektupta "FETÖ üyeleri, Türkiye aleyhine yaydıkları yalan suçlamalarla uluslararası kamuoyunu kasten manipüle ediyor" ifadeleri yer aldı.

    Ankara, keyfi gözaltı ve tutuklama, işkence ve ortadan kaybolma gibi iddiaların temelsiz olduğunu vurguladığı yanıtında, insan hakları ve özgürlükleri korumayı sürdüreceğini yazdı.

    Kaynak


  24. khk-kisa_16_9_1609548200-670x371.jpg

    FETÖ'cü hainlerin 15 Temmuz'daki darbe girişiminden sonra eli kanlı örgütle bağlantılı oldukları gerekçesiyle kamu görevinden uzaklaştırılanlarla ilgili bugüne kadar yapılanların dökümü çıkartıldı. Başvuru adresi olan Olağanüstü Hal İşlemlerini İnceleme Komisyonu'na toplam 125 bin 678 dosya ulaştırıldı. 22 Mayıs 2017'de göreve başlayan ve 240 personelin görev yaptığı OHAL Komisyonu, bunlardan 112 bin 310'unu incelemeyi tamamladı. 13 bin 368 dosyanın incelenmesi bu yıla kaldı. OHAL Komisyonu, bu dosyalardan 13 bin 170 için “kamudaki görevlerine dönmelerinin uygun bulunduğuna” karar verdi. 99 bin 140 kişinin başvurusu ise reddedildi. Komisyona, KHK ile görevden alınanlara bunlara ilave olarak rütbeleri alınan 3 bin 213 ve yurtdışı öğrenimle ilişikleri kesilen 270 öğrenci ile haklarında kapatma kararı alınan 2 bin 761 kurum ve kuruluş da başvurdu.

    HAKLARINI ALACAKLAR

    Kamuya dönüşlerine karar verilenler, geçmişe dönük mali ve sosyal haklarını da alabiliyor. Komisyon tarafından yapılan incelemede başvurucunun terör örgütleriyle irtibatı tespit edilenlere ilişkin verilen ret kararlarına karşı, kararın tebliğinden itibaren 60 gün içerisinde Hakimler ve Savcılar Kurulu'nca belirlenen Ankara İdare Mahkemeleri nezdinde ilgilinin en son görev yaptığı kurum veya kuruluş aleyhine iptal davası açılabiliyor.

    Kaynak


  25. ohal.jpg?resize=696%2C435&ssl=1

    Olağanüstü Hal (OHAL) İşlemleri İnceleme Komisyonu, kanun hükmünde kararname (KHK) ile bugüne kadar meslekten ihraç edilen ve kapatılan bazı kurum ve kuruluşlara ilişkin 126 bin 630 başvurudan 112 bin 310’unu sonuçlandırdı. Başvuruların 99 bin 140’ı reddedildi, 13 bin 170’i kabul edildi.

    AA’nın haberine göre meslekten ihraç edilenler, bursu kesilen öğrenciler, rütbeleri alınan emekli güvenlik personeli, kapatılan kurum ile kuruluşlara ilişkin başvurulara bakmak üzere kurulan komisyona 126 bin 630 müracaat yapıldı.

    Başvurularla ilgili karar vermeye 22 Aralık 2017’de başlayan komisyon 112 bin 310 başvuruyu, -bu, başvuruların yüzde 89’u anlamına geliyor- karara bağladı. 14 bin 320 müracaatın incelemesi sürüyor.

    Öte yandan, komisyonun, inceleme ve değerlendirmesi aşamasında 20’den fazla kurum ve kuruluştan gelen yaklaşık 500 bin evrakın tasnifi de yapıldı.

    Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin başvuruları da değerlendiren komisyon, aralarında dernek, vakıf, öğrenci yurdu, gazete ve televizyon kanalının da bulunduğu 61 kurum ve kuruluşun tekrar açılmasını kararlaştırdı.

    Kararlar, tebliğ edilmek üzere başvurucuların en son görev yaptığı kurumlara gönderiliyor. Başvurusu kabul edilenlerin atama işlemleri, en son görev yapılan kurumlarca yapılıyor. Ayrıca bu kişiler, geçmişe dönük mali ve sosyal haklarını da geri alabiliyor.

    İptal davası açılabiliyor

    OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunun ret kararlarına karşı, kararın tebliğinden itibaren 60 gün içinde Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından belirlenen idare mahkemelerine iptal davası açılabiliyor.

    Başvurucular, ‘ohalkomisyonu.tccb.gov.tr’ internet adresindeki OHAL Komisyonu Başvuru Takip Sistemi’ üzerinden müracaatlarının kabul ya da reddedildiğine yönelik bilgilere ulaşabiliyor.

    KHK Haber

×
×
  • Yeni Oluştur...