İçeriği gör

Arşivlendi

Bu konu arşivlendi ve daha fazla yanıtlara kapatıldı

MSA

dilekçe OHAL Komisyon Kararına Karşı Dava Açma Dilekçesi - 15 - EGM

Önerilen Yorum

                                ADLİ YARDIMLI TALEPLİDİR

ANKARA NÖBETÇİ İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA
(Gönderilmek Üzere)
………………….. NÖBETÇİ İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’ NA     
    
Davacı            : Derya
T.C. Kimlik No    :
Adresi            :
Davalı Kurum    :: İçişleri Bakanlığı/Emniyet Genel Müdürlüğü ANKARA
Konu            :OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunun verdiği ……….. tarih ve ……… karar no.lu kararın iptaline dair dava dilekçesi
Tebliğ Tarihi    : OHAL Komisyonunun bahse konu ret kararı 20/03/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. (Ek 1)
AÇIKLAMALAR    :
1) Davalı kurum bünyesinde polis memuru olarak görev yapmaktayken, Resmi Gazete'de yayımlanan …… sayılı Olağanüstü Hal (OHAL) Kapsamında Kararname ile kamu görevinden çıkarılmış bulunmaktayım. Söz konusu işleme karşı, tarafımca ……..  başvuru numarası ile Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonuna (OHAL Komisyonu) başvurulmuştur. OHAL Komisyonu, ………. tarih ve ………. no.lu kararıyla başvuruyu reddetmiştir. Ardından söz konusu red kararına ilişkin olarak, OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu'na (OHAL Komisyonu) başvuruda bulunulmuştur. Başvurunun reddine ilişkin ……….. tarih ve …………. sayılı işlemin (Ek-1) iptalini arz ve talep etmekteyim.
2)OHAL Komisyonuna yapılan başvuruda aşağıda açıklanan insan hakları ihlallerinin de giderilmesi talep edilmiş, ancak bu talepler incelenmeden, gerekçesiz şekilde reddedilmiştir. Oysa Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına göre OHAL Komisyonu özellikle insan hakları ihlallerini gidermek amacıyla kurulmuştur. Gerekçeleri aşağıda açıklandığı gibi, bir OHAL KHK’sı ile doğrudan kamu görevinden çıkarma işlemi birçok açıdan insan haklarını açıkça ihlal etmiş olup, komisyon tarafından gerekli değerlendirmeler yapılmadığı ve açıkça hukuka aykırı bir karar verildiği için OHAL Komisyonu ret kararının iptali amacıyla bu dava açılmıştır.
3)Temmuz2016 tarihli menfur darbe girişimi sonrası, 21 Temmuz 2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hal (OHAL) ilan edilmiştir. OHAL döneminde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle (OHAL KHK’ları), terör örgütlerine üye, mensup, iltisaklı veya irtibatlı olduğu iddiasıyla yüz binden fazla kişi kamu görevinden sürekli olarak çıkarılmıştır. Bu duruma, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminin neden olduğu herkesçe bilinmektedir. 

Darbe girişiminin, 2014 öncesi “Cemaat, Hizmet, Gülen Hareketi” gibi isimlerle anılan ve 26 Mayıs 2016 tarihli Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararı ile “FETÖ/PDY” ismi altında terör örgütü ilan edilen yapıya mensup askerlerce gerçekleştirildiği açıklanmıştır. Bu açıklamaya dayalı olarak, darbe girişimi ile ilgisi olmayan on binlerce kişi, söz konusu oluşumla 26 Mayıs 2016 tarihinden önce bir şekilde ilişkisi olduğu iddiasıyla, minimum anayasal güvencelere saygı gösterilmeden kamu görevinden çıkarılmıştır.

4)Şahsım da bir OHAL KHK’sı ile aynı gerekçelerle kamu görevinden çıkarılanlar arasındadır. Bahse konu KHK ile şahsıma karşı ağır bir suçlama isnat edilmiş (terör örgütü üyeliği) ve sonuçları sivil ölüm oluşturur şekilde kamu görevinden çıkarılma cezası ile cezalandırılmıştır. AİHM kararları dikkate alındığında, bu yaptırım ceza hukuku anlamında bir ceza olup, ceza yargılamasındaki tüm güvencelere uygun bir yargılama sonucu uygulanmalıdır. Bu durumun gerekçeleri aşağıda detaylı açıklanmış olup, kısaca, bu davada özellikle ceza hukuku ilkeleri ve güvenceleri dikkate alınarak yargılama yapılmalı ve karar verilmelidir.
5)Bilindiği gibi, terör örgütü üyeliği suçu ancak kasten işlenebilen bir suç olup, bu suç taksirle işlenemez. Bu suç ile suçlanabilmek için “kişinin bu türden bir örgüte, terör örgütü olduğunu bilerek ve isteyerek yardım etmesi veya üye olması” gerekir. Terör örgütüne üye olabilmek için, öncelikle bir terör örgütünün bulunması gerekir. Buna ek olarak, üyelikle suçlanan kişinin, önceden terör örgütü olduğunu bildiği oluşuma üye olduğunu gösteren iradi faaliyet ya da eylemlerinin hukuka uygun olarak elde edilmiş delillerle ortaya konması gerekir. Kısaca, terör örgütü üyeliği suçlaması taksirle işlenebilen bir suç olmadığı için, bireylerin bu suçla suçlanabilmeleri açısından kasten bir oluşuma, terör örgütü olduğunu bilerek yardım etmeleri veya üye olduklarını gösteren eylemlere girişmeleri gerekir.

Bir dernek, vakıf, siyasi parti veya sosyal grup, başlangıçta tamamen sivil toplum örgütü olarak kurulmuş olsa da, zamanla bir suç örgütüne ya da terör örgütüne dönüşebilir. Ancak bahse konu sivil toplum örgütlerinden herhangi birine üye olan bireyler, üyesi oldukları dernek, vakıf, siyasi parti ya da sosyal grup suç örgütüne dönüşeceği ana kadar, suç örgütüne üyelik nedeniyle suçlanamaz. Kişiler, terör örgütü olduğu bir mahkeme kararıyla saptanan ya da toplumu dehşete düşürecek türden şiddet eylemlerine başvurduğu ortaya çıkan bir oluşumun ilk şiddet eyleminden sonra, üyeliği gösteren açığa vurulmuş iradi faaliyetleri nedeniyle sorumlu tutulabilir. Bireyler, resmi üyelik dâhil, bu tarihten önceki faaliyetleri nedeniyle terör örgütü üyeliği suçlamasından dolayı sorumlu tutulamazlar.

Cemaat ya da Gülen Hareketi isimli yapı hakkındaki terör örgütü suçlaması ilk olarak 26 Mayıs 2016 tarihli MGK kararıyla alınmıştır. İlk kez 30 Mayıs 2016 tarihinde, Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası söz konusu oluşum kamuoyuna terör örgütü olarak deklare edilmiş ve bu hususta ne yargı kararı ile saptanmış ne de toplumu dehşete düşürecek türden bir şiddet eylemine rastlanılmıştır. Bu tarihten önceki MGK kararları incelendiğinde görüleceği gibi, bahse konu yapının terör örgütü olduğu yönünde kullanılmış hiçbir ifade de yoktur.
Terör örgütü üyeliği suçunun kasten işlenebilen bir suç olduğu da dikkate alındığında, bireylerin bu husustaki sorumlulukları, ancak 15 Temmuz 2016 tarihinden sonraki hareket ya da kasti eylemleri açısından söz konusu olabilir. Bu bilgiler ışığında, 15 Temmuz 2016 tarihinden önceki eylem ya da işlemlerden dolayı terör örgütü üyeliği ile kimse sorumlu tutulamaz ve suçlanamaz.
Bu hususa ilişkin olarak Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks 7 Ekim 2016 tarihinde yayınladığı değerlendirilmesinde, “Fetullah Gülen hareketi ile bağlantılı olsa bile yasal olarak kurulmuş ve faaliyet gösteren kuruluşlara sadece üyelik ya da bu kuruluşlarla irtibatın cezai sorumluluk oluşturmak için yeterli olmadığını ve terör suçlamasının 15 Temmuz tarihinden önceki eylemlere geriye dönük olarak uygulanmayacağını sarih biçimde ifade ederek bu korkuları bertaraf etmeye davet etmektedir”.
6)Sonuç olarak, belirtilen nedenlerle, kişiler hakkında ortaya konacak ve terör örgütü üyeliği ya da yöneticiliği suçunun unsurlarına dayanak yapılacak deliller, 15 Temmuz 2016 tarihinden sonrasına ilişkin olmalıdır. Hukuk devleti ve hukuki güvenlik ilkeleri ile suç ve cezaların şahsiliği ve geçmişe yürümezliği ilkeleri gereği, kişiler, “Cemaat” olarak adlandırılan oluşumun terör örgütü ilan edildiği tarihten önceki faaliyetlerinden dolayı sorumlu tutulamaz. Hukuk devleti ve hukuki güvenlik ilkelerinin hâkim olduğu bir devlette farklı bir sonuca ulaşmak mümkün değildir, Aksi durumda kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin uygulanmasında ayrımcılık yapılmış olur ve AİHS’nin 7 ve 14. maddeleri birlikte ihlal edilmiş olur.
Yine aynı şekide, AİHS’nin 7. Maddesine göre, “Hiç kimse işlendiği zaman ulusal ve uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz.” Anayasanın 38/1 hükmüne göre de, “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz.”
7)Şahsımın kamu görevinden çıkarılmasına dayanak olan KHK’ya göre, “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan (eklerde yer alan listelerde ismi geçen kamu görevlileri)başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır.” KHK’nın ekindeki listelerde ismime yer verilerek, benim bir terör örgütüne üye olduğum şüpheye yer vermeyecek şekilde kararlaştırılmış, yasa niteliğindeki bir işlemle yargılanmadan cezalandırılmış bulunmaktayım. Hiçbir yargılama yapılmadan, kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadan, şahsım bir terör örgütüne üye olmakla suçlanmış ve mahkûm edilmiştir. Yürütme organının kabul ettiği bir KHK ile terör örgütünün üyesi gösterilerek masumiyet karinesinden yararlanma hakkım açıkça ihlal edilmiştir. Zira Anayasanın 38/4 maddesine göre, “Suçluluğu hükmen (kesin bir yargı kararı ile) sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.”
KHK ile kamu görevinden çıkarılanlar hususunda ilgili KHK’da sadece şu veya benzeri gerekçeler kullanılmıştır: “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan(eklerde yer alan listelerde ismi geçen kamu görevlileri)başkaca hiçbir işleme gerek kalmaksızın kamu görevinden çıkarılmıştır.” Böylece, şahsım, yargılanmadan bir terör örgütünün üyesi gösterilmiş, Ceza Kanunu anlamında bir suçlama atfedilmiş (terör örgütü üyeliği) ve bu suçtan mahkûm olmuş gibi, bir daha ömrü boyunca çalışması imkânsız olacak şekilde kamu görevinden çıkarılmıştır. Kısaca, şahsım bir KHK ile suçlanmış, mahkûm edilmiş ve bu mahkûmiyetin karşılığı olarak şahsıma sonuçları son derece ağır bir yaptırım (sivil ölüm) uygulanmış ve şahsım cezalandırılmıştır.

Hiçbir yargılama yapılmadan, bir KHK hükmü ile terör örgütü üyesi ilan edilmem ve damgalanmam, ayrıca şeref ve itibarıma saygı hakkına da müdahale oluşturur. Bu hak özel hayata saygı hakkının kapsamındadır (AİHM, Chauvy and others v. France). Bir kişiyi yargılamadan, ceza hukuku anlamında bir suçla itham ve mahkûm etme, şeref ve itibara saygı hakkına da bir saldırı olup, bu saldırı da özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturur.
8)Mesleğimden hiçbir mahkemeye başvuramayacak şekilde çıkarılmama ilişkin olan ve özel hayatıma ve aile hayatıma açık müdahale oluşturan tedbir, OHAL durumunun kesinlikle gerektirdiği türden bir tedbir olmayıp ölçüsüzdür. Bu tedbirin ceza hukuku anlamında bir ceza olması ve sivil ölüm oluşturacak şekilde ömür boyu sürecek olması, tedbirin orantısızlığının açık delilidir. Sivil ölüm oluşturan bu tedbir KHK ile kamu görevinden çıkarılan tüm kamu görevlileri açısından kaldırılmadığı sürece, AİHS’nin 8. maddesi ilgili tüm kamu görevlileri açısından ihlal edilmeye devam edecektir. Kısaca, kanuni dayanaktan yoksun olan ve açıkça ölçüsüz olan müdahaleler AİHS’nin 8. maddesini ihlal etmiştir.    
Tüm bu belirtilen hak ihlallerini tüm sonuçlarıyla gidermek için, öncelikle ihlalin yaşandığını kabul edip (ihlali tanıyıp) maddi ve manevi tazminat ödenmesi gerekir. Daha sonra da, eski hale getirmeye imkân verecek tedbirler alınıp bu önlemlerin ilgili devlet kurumlarına bildirilmesi ve uygulamaya geçirilmesi gerekir. Aksi halde söz konusu ihlallerin varlığı devam eder ve iç hukuk yolları bu hak ihlalleri açısından etkisiz hale gelir.
9)Yukarıdaki hak ihlalleri de OHAL Komisyonuna sunulmuş, ancak Komisyon bu ihlalleri de incelemeden, gerekçesiz bir şekilde reddetmiştir. Anayasa ve AİHS’nin birçok hükmüne aykırı olan söz konusu uygulamalar nedeniyle şahsımın kamu görevinden bir KHK ile çıkarılması işlemi hukuka aykırı olduğu için dava konusu OHAL Komisyonu kararı hukuka aykırı olup iptal edilmesi gerekir.
Darbe girişimiyle ilişkili olmamalarına rağmen on binlerce kamu görevlisinin kamu görevinden sivil ölüm oluşturur şekilde çıkarılması ile birçok insan hakkı ihlal edilmiştir. Bu haklar, adil yargılanma hakkı (mahkemeye erişim hakkı, bağımsız ve tarafsız mahkeme önünde yargılanma hakkı, masumiyet karinesi ve en temel altı sanık hakkı), kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı, ifade özgürlüğü, örgütlenme ve barışçıl toplanma özgürlüğü, mülkiyet hakkı, eğitim hakkı ve/veya bu hakların bazılarından yararlanmada ayrımcılık yasağı gibi temel hak ve hürriyetlerdir. Ancak insan hakları ihlalleri Anayasa, AİHS ve BM MSHS gibi normlar hiyerarşisinde en üstte yer alan hukuk normları tarafından korunduğu için, alınan her türlü karar bu üst normlara uygun olmak zorundadır. Söz konusu insan haklarına aykırılıklar, alınan kararı açıkça hukuka aykırı yapar ve kararın iptalini gerektirir. Temel insan haklarını ihlal ettiği için de dava konusu OHAL Komisyonu kararı hukuka aykırı olup, iptal edilmelidir.

Son olarak, Anayasanın 38/6 hükmü uyarınca, “kanuna aykırı elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez”. Bu hüküm sadece ceza yargılamalarını değil, hukukun tüm dallarını ve disiplin hukukunu da kapsamaktadır. Zira “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağla(r)” (AY m. 11). Hakkımda yapılmış ve yapılacak işlemlerde, karar alınmadan önce toplanmış tüm deliller, hukuka uygun olarak toplanmış olmalıdır. Toplanan delillerin hukuka ve özellikle CMK’nın ilgili hükümlerine (örneğin CMK m. 135) uygun olduğunu gösterme yükümlülüğü devlet organlarına aittir. MİT, Emniyet ve Jandarma tarafından istihbari amaçlı toplanan bilgiler, yasalara uygun olarak elde edilmiş olsalar dahi, amaçları dışında, örneğin bir disiplin ya da ceza yargılamasında delil olarak kullanılamazlar.

10)OHAL Komisyonunun ret kararlarında, şahsımın Bylock uygulamasını kullandığı bu uygulamanın münhasıran (sadece) örgüt mensuplarınca kullanıldığı, Yargıtay 16. Ceza Dairesi ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunun sırasıyla 24 Nisan 2017 ve 26 Eylül 2017 tarihli kararlarında Bylock uygulamasını kullanmanın tek başına örgütle irtibata yeterli delil olduğu gerekçesine de dayanılmış ve başvurular bu gerekçe ile de reddedilmiştir. Bu hususta aşağıdaki hukuka aykırılıklar yaşanmış olup, bu hukuka aykırılıklar nedeniyle Bylock verilerine dayanılarak karar verilemez.
Bylock’a ait verilerin ilk olarak MİT tarafından istihbari çalışmalar çerçevesinde ele geçirildiği hususunda herhangi bir şüphe yoktur. MİT’in web sitesinden yaptığı resmi açıklamada belirtildiği gibi, Bylock’a ilişkin veriler istihbari çalışmalar çerçevesinde ele geçirilmiş olup, MİT Kanununun 6. maddesi uyarınca, istihbari amaç dışında, “bu arada bir ceza soruşturması veya kovuşturmasında ya da disiplin soruşturmasında delil olarak kullanılamaz.
11)Ceza yargılamalarında kullanılacak tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğini gösterme yükümlülüğü soruşturma ve kovuşturma organlarına aittir. Bylock konusunda da, söz konusu verilerin Anayasa, AİHS ve özellikle CMK’nın 135. Maddesine ve MİT Kanununun 6/2 ve devamı hükümlerine uygun olarak elde edildiğini gösterme yükümlülüğü yine kamu makamlarına aittir. Kanuna uygun olarak elde edildiği soruşturma organlarınca açıkça ispatlanamayan her bir delil, illegal şekilde elde edilmiştir. İllegal şekilde elde edilen deliller yargılamada kullanılamayacağı gibi, yasa dışı delile dayalı olarak elde edilen ikrar da hükme esas alınamaz. Anayasanın 38/6 hükmü soruşturma ve kovuşturma organlarını da bağladığına göre, yasa dışı deliller ifade ve sorguda dahi kullanılamaz.
İlk ele geçirilişi yasa dışı olan bir delil hakkında sonradan mahkeme kararı alarak, yasa dışı delil yasal hale getirilemez. Bilindiği gibi, MİT’in yasa dışı elde ettiği Bylock verileri bir hard disk bir de flaş bellek içinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş, savcılık da bu dijital materyaller üzerinde inceleme yapılması için Ankara 4. Sulh ceza hâkimliğinden CMK’nın 134. maddesi uyarınca inceleme izni almış ve yasa dışı elde edilen deliller yasal hale getirilmeye çalışılmıştır. Kanunlara göre, bir delilin yasal olarak elde edilmiş kabul edilmesi için, ilk ele geçirildiği aşamada yasaların öngördüğü koşullara uygun davranılmış olması gerekir. Kısaca, ilk ele geçirildiği tarihte yasa dışı elde edilmiş deliller daha sonra alınan mahkeme kararıyla yasal hale getirilemez.
Bir an için somut olayda CMK’nın 134. maddesinin uygulanabileceği varsayılsa dahi, CMK’nın bu hükmü uyarınca, Bylock verilerinin yer aldığı dijital materyallerin (hard disk ve flaş bellek) birer örneğinin mutlaka sanığa ya da yargılanan kişiye verilmesi gerekir. Ancak bugüne kadar bu materyaller hiçbir dava dosyasına dahi eklenmemiştir

12) Anayasanın 38/6 hükmü gereği, yasa dışı elde edilmiş deliller hiçbir karara, bu arada OHAL Komisyonu kararına da dayanak yapılamaz. Aksi durumda özel hayata saygı hakkı da ihlal edilmiş olacaktır. İzah edilen nedenlerle yasa dışı elde edilmiş delillere dayalı olarak verilen OHAL Komisyonu kararı, Anayasanın 38/6 hükmü uyarınca iptal edilmelidir.

HUKUKİ DELİLLER:
1) AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNİN;
KANUNSUZ CEZA OLMAZ İLKESİ BAŞLIKLI; 7. MADDESİ;
“Hiç kimse islendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç sayılmayan bir fiil veya ihmalden dolayı mahkûm edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Bu madde, işlendiği zaman uygar uluslar tarafından tanınan genel hukuk ilkelerine göre suç sayılan bir fiil veya ihmalden suçlanan bir kimsenin yargılanmasına ve cezalandırılmasına engel değildir.”
2) T.C. ANAYASASI MADDE 38 
Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Suç ve ceza zamanaşımı ile ceza mahkûmiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır.
Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.
Diğer yandan; “KANUNSUZ CEZA OLMAZ” İLKESİ; evrensel hukuk ilkeleri arasında yer almakta olup, gerek ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde ve gerekse iç hukukumuzda benimsenmiş bir ilkedir:
Dolayısıyla işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kişilere ceza verilmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 7. Maddesinde ve Anayasanın 38. Maddesinde yer alan “kanunsuz ceza olmaz” ilkesine açıkça aykırıdır.
BU AÇIKLAMALAR DOĞRULTUSUNDA
RET KARARINI İLİŞKİN İDDİALAR:
VERİ İNCELEME RAPORUNA İLİŞKİN OLARAK    :

Kod adı garson olan gizli tanığın, 18.04.2017 tarihinde Ankara CBS’na dijital materyalleri teslim etmesi ile başlayan süreç; Söz konusu dijital materyaller içerisinde olduğu söylenen SD kart ve bu kartta tüm emniyet teşkilatı mensuplarının bilgileri ile birlikte fişleme kayıtlarının bulunduğu, söz konusu fişleme kayıtlarına istinaden idari ve adli işlemler başlatıldığı, yargılamaların devam ettiği ve tüm işlemlere dayanak teşkil eden, sd kart içindeki bir excel dosyası olduğu ve bu dosyayla ilgili olarak içerisinde yer alan personel bilgisinin Emniyet Genel Müdürlüğü, tüm bağlı il emniyet ve alt birimlerince kullanılan POLNET sisteminde bulunan verilerle birebir örtüştüğü durumu kesin, net ve şüpheye mahal vermeyecek şekilde ortadadır.  Devlet tarafından hazırlanmadığı anlaşılan ve hazırlayan kişinin kanaati olduğu değerlendirilen söz konusu raporun incelenmesinde bu raporun kim olduğu belirtilmeyen bir kişiden temin edilen bir dijital materyal çözümünden elde edilen ve tamimiyle fişlemeye ilişkin olarak düzenlenen rapor; nihai amacı maddi anlamda hakikate ulaşmayı amaçlayan ceza yargılamasında, delil olarak kullanılması mümkün değildir.Garson Kod Adlı Gizli Tanığın vermiş olduğu listelerden Emniyet Teşkilatı personelinin kişisel ve mesleki bilgileri hukuka aykırı bir şekilde pol-net sisteminden temin edilerek kanuna aykırı yollarla elde edilmiştir. Anayasa m. 38/6 “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.”
Yargılamalarda görüleceği üzere kodlamalarda kendisinin tasarrufu bulunmayan kodlardan (fişlemelerden) Yargılanan sanıkların hiçbir tasarrufu bulunmamaktadır. Bu nedenle kodlamaların gerek hukuka aykırı yollarla elde edilmesi, gerekse tamamen örgüt üyelerinin sübjektif değerlendirmelerine yönelik olduğu iddiası üzerine devletin resmi olmayan verileri üzerinden (örgütün istihbarı çalışması) yargılama yapılması haksız ve hukuka aykırı olacaktır.

KURUM KANAATİ:
Kurum kanaati kesin delil niteliğinde olmayıp yoruma ve tahmine dayalı dayalı bir bilgi olduğundan değerlendirmeye esas alınamaz.
BYLOCK

Şahsım hakkında silahlı terör örgütü üyesi olmak sucundan yapılmakta olan Ceza yargılaması …………… ağır ceza mahkemesinde ………….. esas sayılı dosya üzerinden halen devam etmektedir. Yargılama bylock kullanıcısı olduğum gerekçesi ile yapılmakta ise de bylock kullanıcısı olduğumu gösterir herhangi bir somut delil bulunmamakla ve anılan tarihte ………. ve user ID’m bulunmamaktadır kanaatimizce yapılan yargılama sonucunda beraatime karar verilecektir.  
    Zira salt bylock tespit edilmiş olmasının dahi cezalandırılması için yeterli olamayacağı kullanımınınkesin olarak kanıtlanmasının zorunlu olduğu aşikâr olup, bylock tespit ve içeriklerinin mevcut olmadığından dolayı beraatime karar verileceği kesindir. Bu husus ile ilgili olarak sayısız Yargıtay içtihadımevcut olup birkaçı aşağıda belirtilmiştir.
Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.09.2017 tarih, 2017/16.MD-956 E, 2017/370 sayılı kararı ile onanarak kesinleşen Dairemizin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 24.04.2017 tarih, 2015/3 Esas, 2017/3 sayılı kararında açıklandığı ByLockiletişim sistemi üzere her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacaktır.  Ancak Kişinin User-ID ve şifrelerinin belirlenememesi ve fakat CGNAT kayıtlarıyla ByLock sunucusuna bağlantı yaptığının tespit edilmesi halinde, kişinin gerçek ByLock kullanıcısı olduğu ancak henüz User-ID ve şifresinin tespit edilemediği anlaşılabileceği gibi; ByLock sunucularına tuzak yöntemlerle (Morbeyin vb.) yönlendirilmiş olabileceği sonucuna da ulaşılabilir. Bu nedenle; ancak operatör kayıtları ve User-ID eşleştirmesi doğru yapılabilen kişilerin gerçek ByLock kullanıcısı olduklarının kabulü gerekeceğinden, kişinin örgütsel gizliliği sağlamak ve haberleşmek amacıyla ByLock sistemine girdiğinin ve bu sistemi kullandığının, User-ID, şifre ve grup elemanlarını içerir ByLock tespit değerlendirme tutanağı ve CGNAT kayıtlarını içeren belgeler ile kesin olarak kanıtlanması zorunludur.

Hiçbir şekilde darbe ile ilgisi olmayan şahsımın ortada hiçbir somut delil yokken hayatımın geri kalanını ailemi olumsuz etkileyecek meslekten cıkarılma ile cezalandırılmam hukuka aykırılık teşkil etmektedir.

TALEP VE SONUÇ : 

Öncelikle Adli yardım talebimin kabulüne,
Yukarıda arz ve izahına çalıştığım nedenlerden ve resen gözetilecek diğer nedenlerle T.C. Olağanüstü Hal İnceleme kararının iptaline, her türlü talep ve dava açma haklarım saklı kalmak kaydıyla, mesleğe iademin yapılarak özlük ve parasal haklarımın yasal faizi ile birlikte tarafıma iadesine ve yargılama giderlerinin davalı üzerinde bırakılmasına karar verilmesine arz ve talep ederim. 20/05/2019 
                                
                                ……………………
               Davacı
 

20190525 EGM - Garson Kanaat ByLock - Derya.docx


• 679 KHK EGM • İade 20.11.2019 • Tebliğ 29.11.2019 • Atama 05.08.2020 • Göreve Başlama 14.09.2020 • Emeklilik LOADING...

İletiyi paylaş


İleti bağlantısı
Sosyal Ağlarda Paylaş



  • İletiler

    • Bir düşüncem de KHK mağdurlarıyla ilgili... Mağdurlar bu işin çözümünün peyder pey olacağını bir türlü anlayamadı... pazarlamada "foot at the door" diye bir tabir vardır, yani ayağınızı kapıya koyabilirseniz, satışı büyük ihtimalle halledersiniz... burada da o ayak, ufak da olsa, KHK'lı bir grubun toplu iade olmasıydı... mesela takipsizlik-beraat alanlar iade olabilseydi, orta-uzun vadede birçok KHK'lının iade olma yolu açılacaktı, çünkü o kapı açılmış olacaktı bir kere... ama bunun yerine ne zaman takipsizlik alanların iadesi gündeme gelse, diğer tüm KHK'lılar "bizde, bizde, bizde..." demeye başladı ve o kapıya ayak bu yüzden hiç konulamadı, çünkü kapı hiç açılamadı... Bu talepler nedeniyle, iade işi toplum nazarında en ağır kişinin iade olacağı şeklinde ve çok ağır mali külfete neden olacak şeklinde yorumlandı veya imajı o şekilde verildi (Abdurrahman Dilipak'ın idareyi KHK'lılarla ilgili mali külfetle korkutma twitini hatırlayın)... halbuki hep beraber en azından takipsizlik-beraat alanlar gibi toplum vicdanını da kanatan bir kesimin iade olmasını savunsaydık, orta-uzun vadede birçok KHK'lının iadesi toplum nazarında daha kabul edilebilir hale gelecekti...
    • dostlar cidden olanağı olan yurtdışı da düşünsün. yıllardır söyledik. şahsen iade olunca da geri dönmeyi düşünmüyorum. 
    • KHK'lıların çoğunluğu bu ülkenin en dürüst, akıllı ve çalışkan kişileridir.. memur olarak doğmadık, hatta memurluk kendi adıma hiç girmemem gereken bir alandı, vasat kişilerle muhatap ola ola, beni de ortalama düşünen, risk alamayan biri yaptı... halbuki dışarıda da yapabileceğimiz birçok iş ve alan var... zaten piyasada düzgün iş yapan adam yok... eğer ilgilendiğimiz alanda gayret gösterirsek,  dürüst ve düzgün çalışırsak, eski işimize gerek kalmayacak ve ayakta durabilecek kadar kazanabileceğimize inanıyorum...
    • Daha önce de yazdım, beklentiye girmek en büyük hayalkırıklıklarının ve depresyonun temel sebebidir... KHK'lılara yapılan muamele bu ülkede kimseye yapılmamıştır, yanımızda birkaç kişi ve Allah dışında kimse yok, bizi bizden başka anlayan da o yok... toplum bizi sanki tamamen unutmuş gibi, bir anda sanki görünmez olduk (buna benzer bir bölüm Black Mirrorda vardı, suçlu kişi kimse tarafından görünmez hale geliyordu)... bu sürecin birgün biteceğini elbet biliyorum ama o zamana kadar akıl ve beden sağlığını korumak için hiç dönmeyecekmiş gibi düşünüp, kendimize yeni bir hayat kurmaktan başka yolumuz yok... birgün inşallah iade olduğumuzda da, zaten kolaylıkla yeni sürece adapte olunur... lütfen artık beklentiye girip, yaranıza daha fazla tuz basmayın, bırakın yara kabuk bağlasın... birşeylerle meşgul olmak (tercihen toprakla), zihni en iyi rehabilite yoludur...
    • Yazıp yazıp siliyorum sayın Aylin. Forumda 5. senemdeyim. 8 yıldır dünyanın en saçma en alakasız en akılsızca iftirasıyla uğraşıp duruyoruz hepimiz. Şurada senelerdir geçecek diye insanlara moral vermeye çalışıyorum. Beni şarlatan ilan etseniz haklısınız ne diyim. geçecek ama daha yılları var bu işin. Oyalanacak şeyler bulmaya çalışın. Yıllarınız gençliğiniz geri gelmeyecek dostlar.
×
×
  • Yeni Oluştur...