İçeriği gör

KHK Haber

Editör
  • İçerik

    5.077
  • Katılım

  • Son Ziyaret

KHK Haber kullanıcısının paylaşımları

  1. Cumhuriyet Gazetesi yazarı Zehra Özdilek bugünkü yazısında OHAL Komisyonu ile göreve iade edilen Polislerin yaşadığı kayıpları konu aldı: Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen ve “FETÖ mağduru” oldukları ortaya çıkınca OHAL Komisyonu kararıyla görevlerine dönen polisler, iade kararına karşın mali ve sosyal haklarda önemli kayıp yaşadıklarını iddia etti. İsmini vermek istemeyen polis memuru A., 4 yılın ardından görevine iade edildiğini belirterek, “Ben ve benim gibi diğer arkadaşlar tekrar eski görevimize dönmeyi beklerken İçişleri tarafından kurulan Araştırma Merkezine atamamız yapıldı. Burada özlük ve maaş olarak birçok hak kaybı yaşadığımız gibi hiçbir gerekçe gösterilmeden bizleri araştırma merkezine vererek sanki hâlâ suçlu muamelesi görmekteyiz. Örgütle herhangi bir bağımızın olmadığının kanıtlanmasına rağmen, hâlâ varmış gibi hareket edilerek bizleri eski görevlerimize vermediler” dedi. Polis B. ise FETÖ kumpası ile 677 sayılı KHK ile ihraç olduğunu ve 6 ay cezaevinde yattığını belirterek 3 buçuk yıl boyunca yargılandığını, hayatının mahvolduğunu söyledi. Açılan davalar sonunda beraat ettiğini dile getiren A. şöyle konuştu: “Tam 64 kriterle incelendikten sonra OHAL komisyonu kararıyla görevime iade edildim.Yaklaşık 3 ay olmasına rağmen halen görevime başlatılmadım. MEB personeli 15 günde başlayıp hakkını alırken biz bekliyoruz. Bunca mağduriyetin üzerine bir de bu mağduriyetle uğraşıyoruz. Evlenip yuva kuracağım ama bu işler yüzünden adım atamıyorum. Benim durumumda olan yaklaşık 150 polis memuru var.” Polis C. de “7 Ocak 2017’de açığa alınıp 7 Şubat 2017’de 686 nolu KHK ile haksız ihraç işlemine muhatap oldum. Bu tarihten 38 ay sonra EGM mensubu olarak 5 Mart 2020’de OHAL Komisyonu’ndan kabul kararı aldım ancak üzerinden geçen 3 buçuk ayda göreve başlamak için gerekli işlemler gerçekleştirilmedi” dedi. Polis D. de 1 Eylül 2016 yılında 672 sayılı KHK ile Şırnak’ta görev yapmakta iken mesleğinden ihraç edildiğini belirterek şöyle konuştu: “Ocak ayında takipsizlik aldım ve 31 Mart 2020’de göreve iade edildim. 4 ay da boşu boşuna cezaevinde kaldım. Yaklaşık 3 aydır beklemedeyiz ama ne arayan ne soran var. Atamamız yapılsa da Araştırma Merkezi adı altında daha düşük maaşla valiliklere düz memur olarak atanıyoruz. Ne yazık ki mağduriyetler devam ediyor.” Zehra Özdilek – Cumhuriyet[1][2] References^ Zehra Özdilek (www.cumhuriyet.com.tr)^ Cumhuriyet (www.cumhuriyet.com.tr)Kaynak
  2. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına, haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilen KHK’lılardan bazıları göreve başlatılırken, bazılarının başlatılmama gerekçelerini sordu. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına, haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilen KHK’lılardan bazıları göreve başlatılırken, bazılarının başlatılmama gerekçelerini sordu. Kaya, TBMM Başkanlığına verdiği soru önergesi ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’a “Haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilenlerden bazıları göreve başlatılırken, bazılarının başlatılmama gerekçeleri nelerdir?” diye sordu. “Bakanlığınız bünyesinde çalışırken 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra KHK’larla ihraç edilenlerden haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilen kişilerin bir kısmı göreve başlatılırken, bir kısmı da yargı süreci devam ettiği gerekçesiyle göreve başlatılmamıştır.” diyen Kaya, Zonguldak SGK İl Müdürlüğünde çalışırken 06.11.2017 tarihinde açığa alınan Hayrı Anıl Çetin hakkında Ocak 2018’de takipsizlik, Mart 2018 tarihinde ise beraat kararı verilmesine rağmen göreve başlatılmadığını söyledi. Kaya, “Diğer yandan yargı süreci devam eden kişilerden bazılarının da Bakanlığınızca göreve başlatıldığı iddia edilmektedir.” dedi. “Görev süresi sürekli uzatılan Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu, haftada 1250 dosya incelediğini açıklamıştı. Ancak pandemi sürecinde çalışmalarını daha da yavaşlattığı gözlenmektedir.” diyen Kaya, “OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu 2019 raporunda, Komisyonca, yargı mercileri tarafından verilen kararlar UYAP sistemi üzerinden takip edilmekte, haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilen başvurular öncelikli olarak incelenmektedir.” denilmesine rağmen, haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilen kişilerin dosyaları hala bekletilmektedir.” dedi. Kaya, “Yargı süreci uzadıkça işsiz kalan, çalışma izni olmayan ve çalıştırılmayan KHK’lılar daha da mağdur olmaktadır.” diyerek yaşanan sıkıntıları dile getirdi. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya TBMM Başkanlığına verdiği soru önergesinde şu soruları sordu: Bakanlığınızda, KHK ile ihraç olanlardan haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilen bazı kişiler göreve başlatılırken, bazılarının yargı sürecinin devam ettiği gerekçesiyle göreve başlatılmadığı doğru mudur? Yargı süreci devam eden bazı kişilerin göreve başlatıldığı iddiaları doğru mudur? Haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilenlerden bazıları göreve başlatılırken, bazılarının başlatılmama gerekçeleri nelerdir? Hakkında Ocak 2018’de takipsizlik, Mart 2018’de ise beraat kararı verilen, Zonguldak SGK İl Müdürlüğü çalışanı Hayrı Anıl Çetin göreve başlatılacak mıdır? Haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilen kişilerin ivedilikle göreve başlatılarak mağduriyetlerinin sonlandırılması gündeminizde midir? Kaynak: Yıldırım Kaya’dan KHK açıklaması[1] References^ Yıldırım Kaya’dan KHK açıklaması (www.anadolugazete.com.tr)Kaynak
  3. OHAL komisyonu, KHK ile meslekten ihraç edilenler, kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin yapılan 126 bin 300 başvurudan 108 bin 200’ünü karara bağladı. Olağanüstü Hal (OHAL) İşlemleri İnceleme Komisyonu, kanun hükmünde kararname (KHK) ile bugüne kadar meslekten ihraç edilen ve kapatılan bazı kurum ve kuruluşlara ilişkin 126 bin 300 başvurudan 108 bin 200’ünü karara bağladı. Komisyondan yapılan yazılı açıklamaya göre, meslekten ihraç edilenler, bursu kesilen öğrenciler, rütbeleri alınan emekli güvenlik personeli, kapatılan kurum ile kuruluşlara ilişkin başvurulara bakmak üzere kurulan OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonuna 126 bin 300 müracaat gerçekleştirildi. OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu, tamamlanan ve incelemeleri sona eren başvurulara yönelik 22 Aralık 2017’den itibaren karar vermeye başladı. Komisyon, bugüne kadar 108 bin 200 başvuruyu sonuçlandırdı. Başvuruların 96 binini reddeden ve 12 bin 200’ünü ise kabul eden Komisyonda, 18 bin 100 müracaatın incelemesi ise sürüyor. Böylece Komisyon, karar vermeye başladığı tarihten itibaren geçen 30 aylık sürede başvuruların yüzde 85’ini sonuçlandırmış oldu. Komisyonun kabul kararıyla çok sayıda kişi mesleğine döndü. Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin başvuruları da değerlendiren Komisyon, aralarında dernek, vakıf, öğrenci yurdu, gazete ve televizyon kanalının da bulunduğu 60 kurum ve kuruluşun tekrar açılmasını kararlaştırdı. Toplam Başvuru: 126.300Karar Verilen : 108.200Ret : 96.000Kabul : 12.200İade Oranı : % 11.27Kalan Dosya : 18.100 Komisyon, Kovid-19 sürecinde de çalıştı OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını sürecinde de çalışmalarını sürdürdü. Komisyon, bu süre içinde ise bin kişinin mesleğe iade edilmesine hükmetti. Komisyonun kararları, tebliğ edilmek üzere başvurucuların en son görev yaptığı kurumlara gönderiliyor. Başvurusu kabul edilenlerin atama işlemleri, en son görev yapılan kurumlar ile Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca yapılıyor. OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunun ret kararlarına karşı, kararın tebliğinden itibaren 60 gün içinde Hakimler ve Savcılar Kurulunca (HSK) belirlenen idare mahkemelerine iptal davası açılabiliyor. Başvurucular, “ohalkomisyonu.tccb.gov.tr” internet adresindeki “OHAL Komisyonu Başvuru Takip Sistemi” üzerinden müracaatlarının kabul ya da reddedildiğine yönelik bilgilere ulaşabiliyor. Yargı kararları takip ediliyor Etkili iç hukuk yolu olarak kabul edilen OHAL Komisyonu, kapsamlı incelemeler sonucunda başvurularla ilgili gerekçeli karar veriyor. Komisyon, incelemelerini terör örgütleri veya Milli Güvenlik Kurulunca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyelik, mensubiyet, aidiyet, iltisak veya bunlarla irtibat yönünden yapıyor. Komisyon, yargı mercilerinin verdiği kararları da Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden takip ediyor. Kaynak
  4. 2007’den beri Ankara Çankaya Nüfus Müdürlüğü’nde memur olarak çalışıyordu. 23 Ocak 2017 tarihli 683 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile görevinden ihraç edildi Nazan Bozkurt. Bu süreçte hukuki olarak yaptığı girişimler sonuçsuz kaldı. Bir yandan da geçinebilmek için iş arayan Bozkurt, İşkur’a başvurdu. Ancak KHK’lı olduğu için başvurusu reddedildi. Bunun üzerine sokakta sesini duyurmaya karar verdi ve Ankara Yüksel Caddesi’nde ‘’İşimi geri istiyorum’’ eylemi başlattı. EuronewsTürkçe’ye konuşan KHK’lı Nazan Bozkurt yaptığı bu eylem nedeniyle “Başıma gelmedik olay kalmadı” diyor. Bozkurt başlattığı eylem nedeniyle çok kez para cezaları kesildiğini, göz altına alındığını ve hakkında kanunsuz eylem davaları açıldığını ifade ediyor. Eyleminin 3. yılında olan Bozkurt bu davalardan beraat etti ama tam dört kez ev hapsi cezasına çarptırıldı. Bu süre zarfında Olağanüstü Hal İşlemlerini İnceleme Komisyonu’nuna (OHAL) başvuran Bozkurt’un işe iade başvurusu da reddedildi. Komisyon ret gerekçesi olarak, ‘’çıkarıldığı işine geri dönmek için yaptığı eylemlere yönelik açılan soruşturmaları’’ gösterdi. Yani işe iadesi için yaptığı eylemler suç sayıldı. “Hem işim hem de adalet için eylemlerimi sürdüreceğim” Euronews’e yaşadığı süreci anlatan Bozkurt ihraç edilene kadar hakkında tek bir dava bile açılmadığını özellikle vurguluyor. İhraç edildikten sonra soruşturma ve davaların başladığını söyleyen Bozkurt, durumu şu sözlerle özetliyor; ‘Yani bize diyorlar ki biz sizi atarız, hakkınızı istemeyin. Hakkınızı istediğiniz için açılmış soruşturmaları gerekçe gösterir, yine sizi işe döndürmeyiz.’’ Nazan Bozkurt günde iki kez Yüksel Caddesi’ne gidiyor. ‘İşimizi Geri İstiyoruz’ yeleği ve sloganlarıyla alana giren Bozkurt’a kısa süre içinde polis müdahale ediyor ve KHK’lı Bozkurt yerlerde sürükleniyor. Gerekçe sunulmadan yaptığı eyleme müdahale edilmesine itiraz eden Bozkurt; ‘’Hem işim hem de adalet için mücadeleme devam edeceğim’’ diyor. Kaynak[1] References^ Kaynak (tr.euronews.com)Kaynak
  5. KHK ile ihraç edilen personelin başvurularını karara bağlayan OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu, son raporunu 27 Mart 2020 tarihinde açıklamıştır. Son açıklanan rapora göre 105 bin 100 başvuru hakkında karar verilirken, 21 bin civarındaki başvuruyla ilgili olarak incelemeler devam etmekte idi. Komisyon 2 ayda bir rapor yayınlıyordu. Ancak Mart ayında başlayan pandemi nedeniyle, diğer Devlet kurumlarından bilgi akışında sorunlar yaşandığı ve bu nedenle de inceleme işlemlerinde aksamalar meydana geldiği belirtiliyor. Komisyona başvuran ve dosyalarının incelenmesini bekleyenler, Pandemi süreci nedeniyle aksayan duyuruların yayınlanması bekliyor. Önceki İçerikOsman Can: OHAL Komisyonu yanlış kuruldu, tanıdığı olanın işine yaradı[1] Sonraki İçerikKHK ile ihraç edildi, işine geri dönmek için yaptığı eylem suç sayılıp ret aldı[2] References^ Osman Can: OHAL Komisyonu yanlış kuruldu, tanıdığı olanın işine yaradı (www.khkhaber.com)^ KHK ile ihraç edildi, işine geri dönmek için yaptığı eylem suç sayılıp ret aldı (www.khkhaber.com)Kaynak
  6. [embedded content] Anayasa hukukçusu, eski AYM raportörü Osman Can KARAR TV canlı yayınında yazarlarımızın sorularını cevapladı. Hukuk sistemi, Anayasa Mahkemesi ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi konusunda çarpıcı açıklamalar yapan Osman Can “Vesayet gelmedi, çünkü zaten sistem çöktü. Ortada parti bile yok” yorumunda bulundu. Osman Can’ın sorulara verdiği cevaplardan öne çıkan başlıklar şöyle: OHAL Komisyonu yanlış kuruldu. Hükümet kendi bakış açısını yansıtacak kişileri oraya seçti. Aslında bu bir yasak savmaydı. Özel ilişkilerle hak aranabiliyor ya da FETÖ’cü aklanıyor. Vesayet oluşmadı çünkü sistem çöktü. Bir siyasi partiden bile bahsetmek güç. AK Parti için maalesef siyasi bir organizasyon diyemiyoruz. Çıkarlara göre değişen, yetkiler yığını var ortada. AYM’de kadın üye yok. Bu utanç verici. Kürt, Alevi üye var mı? Zannetmiyorum. Ama mahkeme bunlarla ilgili karar veriyor. Doğru karar verirse bu adalet değil ihsan olur. Her Cuma hutbesinde ‘Adaletle hükmedin’ deniyor. Adaletin önce muhatabı Cumhurbaşkanı’dır, yürütmedir. AYM neden güzel kararlar vermiyor demek kolay. Tabi ki hakimlerin durumu iyi değil ama yargıyı yürütmenin karşısında bağımsız tutamazsanız yargı olmaz. Gezi sihri bozdu, 7 Şubat MİT krizi ise paranoyayı başlattı. 17/25 Aralık’tan sonra da bir daha Türkiye dikiş tutturamadı. 2017 anayasa değişikliği ile HSK’da milliyetçi muhafazakarlar yargıda tasfiye edildi. Meral Akşener ile Bahçeli arasındaki iktidar, savaşında Bahçeli HSK’nın içinde birilerinin müdahil olduğunu zannetti. İlk değişiklikte milliyetçi eğilimlere sahip olanlar tasfiye edildi. HSK değişikliğinin hemen devreye girmesi MHP’nin talebiydi. İktidar ve ortağının domine ettiği, belli grupların etkili olduğu bir yargı düzeni var. Atamalar normal olsa bile bu durum her şeyi şüpheli hale getiriyor. Kaynak[1] References^ Kaynak (www.karar.com)Kaynak
  7. KHK ile ihraç davalarında, mağdurları sevindiren Ankara 19. İdare Mahkemesi başkanı Dr. Oğuz Üstünel dünkü kararname sonrasında görevden alındı. Dr. Oğuz Üstünel’in başkanı olduğu Ankara 19. İdare Mahkemesi heyeti, Bank Asya’ya para yatırma işlemleri konut kredisinden ibaret olan, sendika üyeliği 15 Temmuz öncesi sonlandırılan ve arkadaş, amir baskısı nedeniyle sendika üyesi olan ihraç kararlarında, OHAL Komisyon kararları iptali yönünde karar veriyordu. HSK, dün hakim ve savcı yer değiştirme kararnamesini yayınlamıştı. Kararnamede, FETÖ davalarında, mağdurları sevindiren başkan olan Ankara 19. İdare Mahkemesi başkanı Dr. Oğuz Üstünel, görevden alındı. Üstünel, Mahkeme Başkanlığından alınarak tenzil-i rütbe ile bölge üyeliğine atandı. Memurlar.Net Kaynak
  8. Vefatının beşinci yıldönümünde bir kez daha rahmetle yad ettiğimiz merhum 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in adalet ve hukuk noktasındaki duyarlılığını gösteren çok çarpıcı ve manidar örneklerden birini de KHK’lar konusuna yaklaşımında görüyoruz. 1987’de Meclisteki bütçe görüşmelerinde DYP Genel Başkanı olarak yaptığı konuşma: “Yapacağım ikinci ikaz Kanun Kuvvetindeki Kararnamelerdir. KHK fikrini eleştiriyor değilim. Çünkü Kanun Kuvvetinde Kararname fikri 1969’da Adalet Partisinin programında mevcuttur. Yalnız, ifrattan tefrite gidilmesini eleştiriyorum. “KHK’larla herşeyi halledemezsiniz. Bilhassa kişi haklarıyla ilgili KHK olmaz, olmaması lâzımdır. Temel hakları düzenleyen KHK olmaz. Temel haklar mutlaka Meclislerin işidir. “Ayrıca devlet memurlarının, çalışanların haklarını tanzim eden KHK’lar da olmaz. Bunlar kazanılmış hakları zedeleyebilir. “Onun içindir ki KHK’ları herşeye teşmil etmekte, herşeye götürmekte yarar yoktur. Bunu sınırlı götürmek lâzımdır. “KHK’larda Meclisler yasama yetkilerini kısmen icraya devretmektedirler. ”KHK’lar daha çok ekonomik faaliyetlerin daha çabuk görülmesi için düşünülmüştür. Öyle de olmalıdır bana göre. Ama bunu bir toplumun her safhasına teşmil ederseniz o takdirde işin içinden çıkma imkânınız olmaz. “KHK’ları 1982 Anayasası şöyle tanzim etmiş, KHK çıkar çıkmaz Meclislere sevk olacak. Meclisler bunu öncelikle ve acele olarak konuşacak.” Demirel bunları söyledikten sonra sözü o günkü duruma getirerek, dönemin merhum Özal başkanlığındaki ANAP hükümeti tarafından 211 KHK çıkarıldığını, 65’inin Mecliste onaylandığını, 2’sinin reddedildiğini, kalan 144’ünün ise icra edildiği halde Meclis onayından geçmediğini belirtiyor ve anayasaya rağmen ortaya çıkan bu durumu eleştiriyor. Ve devamında şöyle diyor: “Meclis, içinden çıkardığı hükümete karşı da yerini korumalıdır. Bu müessese sessiz milyonların gözü, kulağı, eli ve ayağıdır. Sessiz milyonların hukukunu korumalıdır.” KHK’larla nice temel hakların yerle bir edildiği ve bunlar olurken Meclisin esamesinin dahi okunmadığı 15-20 Temmuz OHAL sürecinde de böyle bir sese çok ihtiyaç vardı. Mağdur ve sessiz milyonların hukukunu savunmak adına… Kaynak[1] References^ Kaynak (www.yeniasya.com.tr)Kaynak
  9. ASG Hukuk ve Danışmanlık – Ankara – Bu yazımızda, OHAL Komisyonu Kararı ile göreve iade olduktan sonra Araştırma Merkezine atanan memurların durumu hakkında değerlendirmelere yer vereceğiz. Bir önceki yazımızda[1], göreve iade olan memurların haklarından ve özellikle de mali haklarından bahsetmiş, OHAL Komisyonu Kararı ile göreve iade sonrası ataması eski kadrosuna değil de Araştırma Merkezlerine yapılan memurların durumuna ise kısaca değinerek başka bir yazımızda ayrıntılı olarak yer vereceğimizi belirtmiştik. Aşağıda, Araştırma Merkezlerine atama işleminin kanuni dayanağı, benzer konuda verilmiş Anayasa Mahkemesi kararı ışığında atama işleminin ve bu işlemin dayanağı kanun maddesinin Anayasa’ya uygunluğu ve idarenin takdir yetkisinin sınırları hakkında hukuki değerlendirmelerde bulunacağız. Araştırma Merkezine Atama İşleminin Yasal Dayanağı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu, terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle başka bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan kanun hükmünde kararname hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak üzere OHAL döneminde yayınlanan 02.01.2017 tarihli ve 685 sayılı “Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile kurulmuştur. 685 sayılı KHK’nın Kararların uygulanması başlıklı 10. Maddesinde başvurusu kabul edilenler hakkında düzenlemelere yer verilmiş olup, bu madde çeşitli tarihlerde değişikliklere uğramıştır. Bu maddenin ilk yayınlandığı halinde şu hükümlere yer verilmiştir: “Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarılan ya da ilişiği kesilenlere ilişkin başvurunun kabulü halinde karar Devlet Personel Başkanlığına bildirilir. Bu şekilde bildirilen personelin atama teklifleri; statüleri, unvanları ve yürüttükleri görevler itibarıyla başka kurumlarda görevlendirilmeleri mümkün olmayanlar hariç olmak üzere daha önce istihdam edildikleri kurumlar dışındaki kamu kurum ve kuruluşlarında eski statülerine ve unvanlarına uygun kadro ve pozisyonlara Devlet Personel Başkanlığı tarafından ikamet ettikleri il dikkate alınarak onbeş gün içinde yapılır. Bu fıkra kapsamında kamu görevine iade edilmesine karar verilenlerden, yöneticilik görevinde bulunmakta iken kamu görevinden çıkarılmış olanların atamalarında, yöneticilik görevinden önce bulundukları kadro ve pozisyon unvanları dikkate alınır…” Görüldüğü üzere düzenleme bu haliyle komisyonca kabul kararı verilen tüm kişiler hakkında statüleri, unvanları ve yürüttükleri görevler itibarıyla başka kurumlarda görevlendirilmeleri mümkün olmayanlar hariç olmak üzere daha önce istihdam edildikleri kurumlar dışındaki kamu kurum ve kuruluşlarında eski statülerine ve unvanlarına uygun kadro ve pozisyonlara atanmalarını öngörmekte ve bu durum da komisyon kararları neticesinde ihraç sebebi KHK’nın etkilerinin tam olarak ortadan kaldırılamadığını göstermekteydi. 685 sayılı KHK, 01.02.2018 tarihli ve 7075 sayılı Kanun ile değiştirilerek kanunlaştırılmış ve 10. Maddenin değiştirilen halinde şu hükümlere yer verilmiştir: “Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarılan ya da ilişiği kesilenlere ilişkin başvurunun kabulü hâlinde karar, kadro veya pozisyonunun bulunduğu kuruma, yükseköğretim kurumlarında kamu görevinden çıkarılan öğretim elemanları için Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına bildirilir. Kamu görevine iade edilmesine karar verilenlerin eski kadro veya pozisyonuna atanması esastır. Ancak müdür yardımcısı veya daha üstü ile bunlara eşdeğer yöneticilik görevinde bulunmakta iken kamu görevinden çıkarılmış olanların atamalarında, söz konusu yöneticilik görevlerinden önce bulundukları kadro ve pozisyon unvanları dikkate alınır…” Aynı Kanuna eklenen Geçici 3. Maddenin ikinci fıkrası ile de yukarıdaki değişikliği tamamlayıcı bir hüküm getrilmiştir. Bu hüküm şu şekildedir; “Devlet Personel Başkanlığı tarafından kamu görevinden çıkarıldıkları tarihte kadro veya pozisyonunun bulunduğu kurumdan başka bir kuruma atama teklifi yapılanlar hakkında teklif işlemi 10 uncu madde esas alınarak yeniden yapılır.” Eski haline nazaran bu metinde kabul kararı alanlar lehine çok önemli bir değişiklik yapılmış ve daha önce başka kurumlara ataması yapılmış olanlar da dahil kamu görevine iade edilmesine karar verilen herkesin eski kadro veya pozisyonuna atanması hüküm altına alınmıştır. Bu düzenleme ile komisyon kararı neticesinde ihraç sebebi KHK’nın etkilerinin büyük oranda ortadan kaldırılması sağlanmıştır. Buna rağmen müdür yardımcısı veya daha üstü ile bunlara eşdeğer yöneticilik görevinde bulunanlar için yöneticilik görevlerinden önce bulundukları kadro ve pozisyonlara atanmaları sorunu bu maddede varlığını sürdürmüştür. Ancak aşağıda gerekçelerine ayrıntılı bir şekilde yer vereceğimiz üzere bu düzenleme Anayasa’ya aykırılık sebebiyle Anayasa Mahkemesinin 24.12.2019 tarihli kararı ile iptal edilmiştir. Yaklaşık 2 Yıl süren OHAL Döneminin 18.07.2018 tarihinde sona ermesinden hemen sonra, 25.07.2018 tarihinde 7075 sayılı Kanuna “Türk Silahlı Kuvvetleri İle Genel Kolluk Kuvvetleri Personeli Ve Dışişleri Bakanlığı Diplomatik Kariyer Memurlarına İlişkin Kararların Uygulanması” başlıklı Madde 10/A eklenmiştir. 10/A maddesinin hükmü şu şekildedir: “(1) Terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilmesi sebebiyle kamu görevinden, meslekten veya görevden çıkarılan ya da ilişiği kesilen subay, astsubay, uzman jandarmalar ile Emniyet Genel Müdürlüğünde emniyet hizmetleri sınıfına tabi olanlar ve Dışişleri Bakanlığı diplomatik kariyer memurlarından; haklarında mahkemeler tarafından göreve iade mahiyetinde karar verilenler ile Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu tarafından başvurunun kabulü kararı verilenlerden, eski kadro, rütbe veya unvanına atanması ilgili bakan onayı ile uygun görülmeyenler ilgisine göre Milli Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı bünyelerinde kurulan araştırma merkezlerinde bu madde esaslarına göre istihdam edilir. (2) Birinci fıkra kapsamında bulunanlardan binbaşı ve üstü rütbelerde olanlar ile emniyet hizmetleri sınıfında bulunan her sınıftaki emniyet müdürlerinin atamaları araştırma merkezlerindeki araştırmacı unvanlı kadrolara, diğerlerinin atamaları ise Devlet Personel Başkanlığının görüşü üzerine ilgisine göre İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı tarafından tespit edilen araştırma merkezlerindeki diğer kadrolara, kararların bildirimini takip eden otuz gün içinde ilgili bakan onayıyla yapılır… (6) Bu madde kapsamına giren personel, önceki statülerinden kaynaklanan rütbe, unvan, kimlik ve sosyal haklarını kullanamaz, emniyet hizmetleri sınıfındakiler ile Dışişleri Bakanlığı diplomatik kariyer memurları hariç olmak üzere muvazzaf askerlik hizmetini yerine getirmiş sayılır…” Bu düzenlemeden önce iade olan tüm kamu görevlilerinin eski kurumlarında görev alması sağlanırken, bu düzenleme ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri İle Genel Kolluk Kuvvetleri Personeli Ve Dışişleri Bakanlığı Diplomatik Kariyer Memurlarından eski kurumlarındaki kadrosuna atanması uygun görülmeyenlerin Bakanlıklar bünyesinde kurulan Araştırma Merkezlerine atanması öngörülmüştür. 11.05.2019 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan İçişleri Bakanlığı Araştırma Merkezi Yönetmeliği ile birlikte İçişleri Bakanlığı bünyesinde görevli bahse konu unvandaki bir kısım personel fiili olarak Araştırma Merkezlerine atanmaya başlamıştır. Benzer Kanuni Düzenlemeler Hakkındaki Anayasa Mahkemesi Kararları Karar 1 7075 sayılı Kanunun 10. Maddesinde yer alan “…Ancak müdür yardımcısı veya daha üstü ile bunlara eşdeğer yöneticilik görevinde bulunmakta iken kamu görevinden çıkarılmış olanların atamalarında, söz konusu yöneticilik görevlerinden önce bulundukları kadro ve pozisyon unvanları dikkate alınır…” cümlesi, görülmekte olan idari davalar sırasında iki yerel mahkeme tarafından (Manisa 1. Ve Ankara 11. İdare Mahkemeleri) somut norm denetiminden geçmek ve iptal edilmek talebiyle Anayasa Mahkemesine gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu kuralın iptaline karar verdiği 24/12/2019 tarihli ve 2018/159 E.; 2019/93 K sayılı kararı incelendiğinde; Başvurucu yerel Mahkemelerin başvuru gerekçesi “…itiraz konusu kuralın, …Komisyon kararıyla tekrar kamu görevine iade edilen kamu görevlilerinin görevden çıkarılmadan önceki görevlerine dönme hakkını nesnel ve somut bir sebep bulunmaksızın ortadan kaldırdığı, kişilerin ehliyet ve liyakat ilkeleri kapsamında hukuka uygun bir şekilde elde ettikleri görevlerde çalışmasına engel olduğu, bu durumun hukuk devletinin temel ilkeleri olan kazanılmış hakların korunması ve hukuk güvenliği ilkelerini ihlal ettiği, aynı ortamda çalışanlar arasındaki malî ve sosyal dengeyi bozarak çalışma barışını olumsuz etkilediği belirtilerek Anayasa’nın 2., 5., 10. ve 49. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.” şeklindedir. Sonuç olarak iptal kararının gerekçesinde ise; Kamu görevlilerinin yönetici kadro veya pozisyonlarına veya bu görevlerden alınarak başka bir kadroya atanmasına yönelik düzenlemeler kişilerin kariyerlerini etkileyeceği gibi meslek hayatında üçüncü kişilerle kuracağı ilişkiler ve bu kişiler nezdindeki itibarı üzerinde de etkili olabilir. Dolayısıyla kişilerin kariyerlerini önemli ölçüde etkileyen düzenlemelerin özel hayata saygı gösterilmesi hakkına sınırlama oluşturacağı açıktır…. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Anayasa’nın anılan maddesi uyarınca temel hak ve özgürlükler, yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak sınırlanabilir. Ayrıca getirilen bu sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. … …Komisyon tarafından yapılan değerlendirme sonucunda söz konusu örgüt, yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğuna karar verilenler yönünden başvurunun reddine; üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmadığına karar verilenler yönünden ise başvurunun kabulüne karar verilecektir. OHAL KHK’ları ile kamu görevinden çıkarılanların çıkarılma sebebi, bu kişilerin terör örgütlerine veya sözü edilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatının bulunmasıdır. Komisyon, kamu görevinden çıkarılanlar tarafından yapılan başvuruları sebep unsuru yönünden değerlendirecek ve kamu görevinden çıkarma koşullarının oluşmadığı durumlarda başvurunun kabulüne karar verecektir. Bu durumda Komisyona yapılan başvuruların kabulü, kamu görevinden çıkarılanların terör örgütlerine veya sözü edilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı bulunmadığı anlamına gelmektedir. Komisyon kararıyla kamu görevinden çıkarma işleminin sebep unsuru tamamen ortadan kalktığı hâlde yönetici pozisyonunda iken kamu görevinden çıkarılan ve Komisyon kararı sonrasında yeniden kamu görevine dönen kişilerin atanmasında yöneticilik görevlerinden önce bulundukları kadro ve pozisyon unvanlarının dikkate alınmasını öngören kural, bu kişilerin üyelik, mensubiyet, aidiyet, iltisak veya irtibatlarına dair şüphelerin tam olarak ortadan kalkmadığı izlenimini oluşturmaktadır. Bu durum, kişilerin meslek hayatlarında kişisel gelişimlerinin, üçüncü kişilerle olan ilişkilerinin ve itibarlarının olumsuz şekilde etkilenmesine sebebiyet verebilir. … Bu çerçevede kuralda terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı bulunmadığı kabul edilen bu kişilerin yöneticilik görevlerine atanmamasına neden olabilecek fiili veya hukuki bir zorunluluk belirtilmeden, kişilerin anılan görevlere atanması yönünde idareye bir takdir yetkisi tanınmadan ve emredici bir hükümle anılan kişilerin zorunlu olarak yöneticilik görevlerinden önceki görevlere atanacağının öngörülmesinin kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesi amacını gerçekleştirmek bakımından zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği anlaşılmaktadır. Anılan kişilerden yönetici olarak istifade edilmesi kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesi amacını gerçekleştirmek bakımından daha yararlı görülmesi durumunda bile kural uyarınca kategorik olarak bu kişilerin yöneticilik pozisyonunda değerlendirilmesi mümkün olmayacaktır. Bu anlamda kuralın anılan amaca ulaşılması bakımından elverişli bir araç öngörmediği de açıktır. Bu yönleriyle kuralla özel hayata saygı gösterilmesi hakkına getirilen sınırlama demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı gibi ölçülülük ilkesini de ihlal etmektedir. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.” Özet olarak diyebiliriz ki, kararın tamamı incelendiğinde Anayasanın 20. Maddesi gereğince öngörülen “Özel Hayata Saygı” hakkının önemine vurgu yapılmış, ancak bu hakkın sınırsız olmadığından ve Anayasa’nın 13. Maddesinde yer alan koşulların sağlanması halinde bu hakka müdahale edilebileceğinden bahsedilmiştir. Sonuç olarak Anayasanın 13. maddesinin “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” hükmü bağlamında itiraz konusu kuralın kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesi amacını gerçekleştirmek bakımından zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği, kuralın anılan amaca ulaşılması bakımından elverişli bir araç öngörmediği ve bu sebeplerle ölçülü olmadığı belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesinin ileri sürülen gerekçelere dayanma zorunluluğu olmadığı için kuralı ilgisi nedeniyle ilk olarak Anayasa’nın 13. Ve 20. Maddeleri kapsamında “özel hayata saygı hakkı” çerçevesinde incelemiştir. Sonuç olarak kuralın bu hakkı ihlal ettiğine karar verdiği için ayrıca Anayasa’nın 2., 5., 10. ve 49. maddeleri yönünden, yani “Kanun önünde eşitlik” ve Çalışma hakkı” yönünden inceleme yapmaya gerek görmemiştir. Araştırma merkezine atama yapılmasını öngören kanun maddesinin de aynı gerekçelerle Özel Hayata Saygı hakkına müdahale oluşturduğu iddia edilebilir. Zira idareye verilen takdir yetkisinin hangi nesnel kurallarla uygulanması gerektiği açıkça belirtilmemiştir. Bir zamanlar üniformalı görevleri icra eden asker ve polis şahısların veya Dışişleri Bakanlığı kariyer memurların sivil görevlere alınması üçüncü kişiler nezdinde itibarlarının sarsılmasına sebebiyet verebilir ve bu bir anlamda rütbe tenzili cezası olarak görülebilir. Öte taraftan OHAL Komisyonunun iade kararıyla birlikte ilgili KHK’ların sebep unsuru ortadan kalkan herkes eski görevine atanırken bir kısım personelin Araştırma Merkezine atanması kuralının “Kanun önünde eşitlik” ve Çalışma hakkının” ihlali anlamına geldiği iddia edilebilir. Karar 2 06.03.2014 tarihinde İdari Yargılama Usulü Kanununun Kararların Sonuçları Başlıklı 28. Maddesine eklenen “Kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, görevden alma, göreve son verme, naklen veya vekaleten atama, yer değiştirme, görev ve unvan değişikliği işlemleriyle ilgili olarak verilen iptal ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin mahkeme kararlarının gereği; dava konusu edilen kadronun boş olması halinde bu kadroya, boş olmaması halinde ise aynı kurumda kazanılmış hak aylık derecesine uygun başka bir kadroya atanmak suretiyle yerine getirilir…”cümlesi, görülmekte olan idari davalar sırasında üç yerel mahkeme tarafından (Ankara 11., Kocaeli 2. Ve Samsun 1. İdare Mahkemeleri) somut norm denetiminden geçmek ve iptal edilmek talebiyle Anayasa Mahkemesine gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu kuralın iptaline karar verdiği 25/11/2015 tarihli ve 2014/86 E.; 2015/109 K sayılı kararı incelendiğinde; Başvurucu yerel Mahkemelerin başvuru gerekçesi “…kamu görevlilerinin atanmaları, terfi işlemleri ve yer değiştirmeleri gibi işlemlere ilişkin olarak yapılan düzenlemenin, idari yargı yerlerine açılan davalarda verilen kararların yerine getirilmemesi sonucunu doğuracağı, bu durumun hukuk devletinde mahkeme kararlarının uygulanmasının zorunluluğu ilkesiyle çeliştiği, ayrıca kuralların kamu görevlileri arasında eşitsizliğe neden olacağı, hakkın özünü ihlal ettiği ve ölçüsüz bir düzenleme olduğu belirtilerek kuralların, Anayasa’nın 2., 10., 13., 36., 125. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.” şeklindedir. Sonuç olarak iptal kararının gerekçesinde ise; “… İdare hukukunda verilen iptal kararlarında dava konusu idari işlemin, tesis edildiği tarihten geçerli olmak üzere hukuksal varlığına son verilmekte, işlemin tesis edildiği tarihten önceki hukuki durumun geçerliği sağlanmaktadır. Böylece, hukuka aykırı olduğu belirlenmiş olan idari işlemin bütün sonuçları ile ortadan kaldırılarak hukuk düzeninin korunması amaçlanmaktadır… Hukuk devleti ilkesi, vatandaşların hukuki güvenlik içinde bulundukları, devletin hukuk kurallarıyla bağlı olduğu bir sistemi ifade etmekte olup devletin hukuk kurallarına bağlılığını sağlayacak en önemli mekanizma, idarenin yargısal denetimidir. İdare karşısında bireylerin hak arama özgürlüğünü kullanmaları, idarenin eylem ve işlemlerinin yargı denetimine açık olmasına bağlı olmakla birlikte bu husus, tek başına hukuk devleti ilkesi bakımından yeterli değildir. Hukuk devletinin gerçekleşmesi için aynı zamanda idarenin yargı kararlarına uyması ve bu kararların gereklerine göre işlem ya da eylemde bulunması zorunludur. İdarenin, yargı kararlarını uygulamaması durumunda, hukuk devleti ilkesinin varlığından söz edilemez. Anayasa’nın 138. maddesine göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. Buna göre, idare bağlı yetkiye sahiptir. İdarenin, yargı kararlarını uygulayıp uygulamama konusunda takdir yetkisi bulunmamaktadır. Bunun yanında idare, yargı kararını uygulamayı herhangi bir koşula da bağlayamaz. Aksine bir yaklaşım, iptal kararı ile ortadan kaldırılan işlemin sonuçlarını geçerli kılmak anlamına gelir. İdare iptal kararının gereğine göre yeni bir işlem yapmak ve iptal edilen işlemden doğan sonuçları ortadan kaldırmakla görevlidir. İdarenin başkaca bir tercih ve takdir hakkı yoktur. Kuşkusuz, ilgililerin atama ve benzeri işlemlere karşı dava açmalarının nedeni, tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmek ve yargı kararı ile dava konusu işlemin hukuka aykırılığının tespiti halinde önceki görevlerine dönebilmektir. ..Dolayısıyla yargı kararlarının uygulanmasının bu şekilde kadronun boş olması koşuluna bağlanmış olması hak arama özgürlüğünü etkisiz hale getiren ölçüsüz bir sınırlamadır. Kural idarenin yargısal denetimini ve hak arama özgürlüğünü etkisiz bırakacağından, hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturduğu gibi idarenin bütün işlemlerinin yargı yoluyla denetlenmesi ve yargı kararlarının bağlayıcılığı ilkelerini de ihlal etmektedir. Açıklanan nedenlerle itiraz konusu üçüncü cümle Anayasa’nın 2., 13., 36. ve 138. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.” Özet olarak diyebiliriz ki, İYUK md. 28’e eklenen kuralın yargı kararlarının uygulanması açısından bazı şartlar getirmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından olan hak arama özgürlüğüne, hukuk devleti ilkesine, idarenin bütün işlemlerinin yargı yoluyla denetlenmesi ve yargı kararlarının bağlayıcılığı ilkelerine aykırı bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin iptaline karar verdiği bu kural Mahkeme kararlarının uygulanması ile ilgili olup OHAL Komisyonu kararlarının sonuçlarını konu almamaktadır. Ancak OHAL KHK’larına karşı doğrudan doğruya dava açma yolu kapalı olduğu için hak arama hürriyeti adına ekili bir başvuru yolu olarak sunulan OHAL Komisyonun, kararlarının da sonuçları itibariyle en az idari yargıda verilen iptal kararlarının sonuçları kadar etkili olması gerektiği değerlendirilmektedir. Emniyet Personeli Açısından Geçmiş Tarihte Getirilen Benzer Bir Düzenleme 2015 yılında 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanuna eklenen geçici bir maddeyle bir kısım Emniyet personeli başka kurumlarda durumlarına uygun kadrolara atanmışlardır. Buna göre 27/3/2015 Tarihli Ve 6638 Sayılı Polis Vazife Ve Salâhiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev Ve Yetkileri Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun nun 33. Maddesi ile 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’na eklenen geçici 28. Madde disiplin kurullarınca meslekten veya Devlet memurluğundan çıkarma cezasıyla tecziye edilmesi gerektiği hâlde 657 sayılı Kanunun 127 nci maddesine göre ceza verme yetkisi zamanaşımına uğradığı için cezalandırılamayan Emniyet Teşkilatı mensuplarının, başka kamu kurum ve kuruluşlarına atanmalarını öngörmekteydi. Bu kanun maddesinin gerekçesine https://mevzuat.tbmm.gov.tr/[2] adresinden bakıldığında işledikleri fiiller nedeniyle emniyet hizmetlerinde çalışmaya devam ettirilmeleri kamu güvenliği bakımından sakıncalı olan personelin başka kurumlara atamasının öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Emniyet Teşkilatının özel yapısı ve hassas bir kurum olması sebebiyle ihraç olmayı gerektirecek fiileri işledikleri yapılan soruşturma sonucu sabit görülen bir kısım personelin başka kurumlara atamasının yapılması ölçülü bir tedbir olarak görülebilir. Ancak https://mevzuat.tbmm.gov.tr/[3] adresinden 7075 sayılı Kanuna eklenen 10A maddesinin gerekçesine bakıldığında sadece kanun metninin yazılmasıyla yetinildiği ve OHAL Komisyonu kararıyla terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğuna dair bir tespit bulunmadığına karar verilen personelin Araştırma Merkezine atanmasını öngören kural hakkında özel bir gerekçe yazılmadığı görülmektedir. İdarenin Takdir Yetkisinin Sınırları Başvurunun kabulü kararı verilenlerden, eski kadro, rütbe veya unvanına atanması ilgili bakan onayı ile uygun görülmeyenlerin araştırma merkezlerinde istihdam edilmesi öngörülmüş ve bu kapsamda ilgili bakanlığa takdir hakkı verilmiştir. Ancak Danıştay’ın vermiş olduğu birçok kararda da görüleceği üzere takdir yetkisi mutlak ve sınırsız değildir. Hukukun genel ilkeleri ile kamu yararı ve hizmet gerekleri ölçütü sınırları içerisinde bulunmalıdır. Bu nedenle idare Araştırma Merkezine yapılan atama işleminin nesnel ve somut gerekçelerini ortaya koyabilmelidir. Diğer bir deyişle eski kadro, rütbe veya unvanına atanması uygun görülmeyenlerin diğerlerinden ne gibi farkları bulunduğunu ve personel ihtiyacı olması sebebiyle her yıl ilk atama yoluyla personel alımı yapan idarelerin, bir kısım tecrübeli personeli bünyesinde istememesinin kamu yararı ve hizmet gereklerine uygunluğunu izah edebilmelidir. Sonuç olarak; Araştırma merkezine yapılan atamalar sonrasında bazı özlük haklarında da kayıplar yaşanacağı öngörülmektedir. Bu konu hakkındaki yazı serimizin devamında özlük haklarında meydana gelen kayıpları ele almak üzere bu yazımızı burada sonlandırıyoruz. Sonuç olarak Araştırma merkezine ataması yapılan personelden bu işlem sebebiyle maddi ve manevi bazı menfaatlerinin ihlal edildiğini düşünenlerin atama işleminin kendilerine tebliği edildiği tarihinden itibaren 60 (altmış) gün içerisinde idari dava açmaları gerekmektedir. Kaynak:ASG Hukuk ve Danışmanlıkhttps://www.asghukukdanismanlik.com/goreve-iade-sonrasi-arastirma-merkezine-atanan-memurlarin-haklari/[4] References^ Bir önceki yazımızda (www.asghukukdanismanlik.com)^ https://mevzuat.tbmm.gov.tr/ (mevzuat.tbmm.gov.tr)^ https://mevzuat.tbmm.gov.tr/ (mevzuat.tbmm.gov.tr)^ https://www.asghukukdanismanlik.com/goreve-iade-sonrasi-arastirma-merkezine-atanan-memurlarin-haklari/ (www.asghukukdanismanlik.com)Kaynak
  10. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya, Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonunun yavaş çalışmasını Meclis gündemine taşıyarak, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay tarafından yanıtlanması için TBMM Başkanlığına bir soru önergesi verdi. Konuya ilişkin açıklama yapan Kaya, “Görev süresi 26 Aralık 2019’da 1 yıl daha uzatılan, ‘Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu’, ivedilikle incelenmesi gereken dosyaların incelemesini, hala tamamlamamıştır. Haftada 1250 dosya incelediğini açıklayan Komisyonun, Covid-19 sürecinde çalışmalarını daha da yavaşlattığı gözlenmektedir.” dedi. Kaya, eğitimin uzaktan yapıldığı, futbol maçlarının oynanmasına karar verildiği, AVM’lerin açıldığı bir süreçte; sosyal mesafe korunarak çalışma imkanı bulunan komisyonun, çalışmalarını daha da yavaşlatmasının, adalet bekleyen vatandaşın mağduriyetini arttırdığını söyledi. Açıklamasında, OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunun 2019 raporunda yer alan, ‘Komisyonca, yargı mercileri tarafından verilen kararlar UYAP sistemi üzerinden takip edilmekte, haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilen başvurular öncelikli olarak incelenmektedir.’ İfadesine yer veren Kaya, haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilen kişilerin dosyalarının hala bekletildiğini hatırlattı. KESK üyelerinin ve Barış Akademisyenlerinin durumunu örnek olarak gösteren Kaya, “KESK’e bağlı sendikaların üyesi olan çalışanların ve kamuoyunda Barış Akademisyenleri olarak bilinen, Anayasa Mahkemesinin de barış talebini ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirdiği Akademisyenlerin dosyaları hala incelenmemiştir. Bu kişiler göreve iade edileceği için dosyalarının özellikle bekletildiği de iddia edilmektedir.” ifadelerini kullandı. Kaya, “OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunda dosyası bulunan vatandaşlarımız, ‘Geciken adalet adalet değildir.’ anlayışıyla, dosyalarının ivedilikle incelenerek sonuçlandırılmasını beklenmektedir.” dedi. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’a, “OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunun çalışmalarının yavaş yürümesinin nedenleri nelerdir? diyen Kaya, “Haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilen vatandaşların dosyaları neden bekletilmektedir? Anayasa Mahkemesinin kararına rağmen Barış Akademisyenlerinin dosyaları neden bekletilmektedir?” diye sordu. Kaya, “KESK üyeleri ve Barış Akademisyenlerinin dosyalarının özellikle sona bırakıldığı iddiaları doğru mudur?” diyerek gündemdeki bir iddiayı da Meclise taşıdı. Kaya, “Komisyon haftada kaç dosya incelediğini ve inceleme bekleyen kaç dosya olduğunu da sordu. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya’nın TBMM’ye verdiği soru önergesi: Görev süresi 26 Aralık 2019’da 1 yıl daha uzatılan, “Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu”, ivedilikle incelenmesi gereken dosyaların incelemesini, hala tamamlamamıştır. Haftada 1250 dosya incelediğini açıklayan Komisyonun, Covid-19 sürecinde çalışmalarını daha da yavaşlattığı gözlenmektedir. Eğitimin uzaktan yapıldığı, futbol maçlarının oynanmasına karar verildiği, AVM’lerin açıldığı bir süreçte; sosyal mesafe korunarak çalışma imkanı bulunan komisyonun, çalışmalarını daha da yavaşlatması, adalet bekleyen vatandaşın mağduriyetini arttırmaktadır. OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu 2019 raporunda, “Komisyonca, yargı mercileri tarafından verilen kararlar UYAP sistemi üzerinden takip edilmekte, haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilen başvurular öncelikli olarak incelenmektedir.” denilmektedir. Ancak, haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilen kişilerin dosyaları hala bekletilmektedir. Örneğin, KESK’e bağlı sendikaların üyesi olan çalışanların ve kamuoyunda “Barış Akademisyenleri” olarak bilinen, Anayasa Mahkemesinin de barış talebini ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirdiği Akademisyenlerin dosyaları hala incelenmemiştir. Bu kişiler göreve iade edileceği için dosyalarının özellikle bekletildiği de iddia edilmektedir. OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunda dosyası bulunan vatandaşlarımız, “Geciken adalet adalet değildir.” anlayışıyla, dosyalarının ivedilikle incelenerek sonuçlandırılmasını beklenmektedir. Bu bilgiler kapsamında; OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunun çalışmalarının yavaş yürümesinin nedenleri nelerdir? Haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilen vatandaşların dosyaları neden bekletilmektedir? Anayasa Mahkemesinin kararına rağmen “Barış Akademisyenlerinin dosyaları neden bekletilmektedir? KESK üyeleri ve Barış Akademisyenlerinin dosyalarının özellikle sona bırakıldığı iddiaları doğru mudur? Komisyon haftada kaç dosya incelenmektedir? Komisyonda inceleme bekleyen kaç dosya vardır? Kaynak[1] References^ Kaynak (www.yurtgazetesi.com.tr)Kaynak
  11. Göreve iade olan memurların hakları nelerdir? Bu yazımızda, disiplin kurulu kararı ile, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48. ve 98. Maddeleri gereğince veya son yıllarda ülke gündemimizde fazlasıyla yer alan OHAL Kanun Hükmünde Kararnameleriyle görevinden el çektirilmiş olup sonradan göreve iade olan memurların haklarından, bilhassa mali haklarından bahsedeceğiz. Yukarıda sayılan gerekçelerle görevinden ayrılan personel hakkında, İdari Dava yoluyla veya 2017 yılından bu yana özel bir başvuru yolu olarak getirilen ve belirli bir süre faaliyette bulunması öngörülen OHAL Komisyonu Kararı ile göreve iade kararı verilebilmektedir. Ancak göreve iade olmaları sonrasında, kurumlarıyla aralarında aşağıda yer alan bir kısım yeni uyuşmazlıkların ortaya çıktığı görülmektedir. Mahkeme Kararı (İptal Kararı) veya OHAL Komisyonu Kararının Sonuçları Nelerdir? İptal kararlarını sonuçları Birçok Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulu ve Danıştay Genel Kurul Kararında yer aldığı üzere, İdare Mahkemelerince verilen iptal kararları ile birlikte, karara konu idari işlem ve bu işlemin doğurduğu hukuksal sonuçlar ortadan kalkar. Başka bir deyişle iptal kararları geriye yürür ve dava konusu işlem hiç olmamışçasına etki doğurur. Maliye Bakanlığınca yayınlanan 81 No’lu Devlet Memurları Kanunu Genel Tebliği’nde yer alan “…Danıştay Birinci Dairesinin Esas No: 1982/112, Karar No: 1982/130 sayılı istişari kararında ise; haklarında tesis edilen göreve son verme, görevden çekilmiş sayılma ya da benzeri işlemlerin iptali üzerine göreve döndürülenlerin, dava dilekçelerinde aylık ve diğer özlük haklarına ilişkin bir istemde bulunup bulunmadıklarına bakılmaksızın, işlemin tesisi tarihinden sonraki bütün maddi haklarının ödenmesi gerektiği belirtilmektedir.” ibaresinden de anlaşılacağı üzere iptal kararı sonrası davacının geriye dönük özlük haklarına ilişkin tüm ihlallerin talep dahi olmadan re’sen giderilmesi gerekmekte olup, bunun dışında süresi içerisinde davalı idareden maddi ve manevi tazminat talep etme hakları saklı kalacaktır. OHAL Komisyonu kararının sonuçları 7075 sayılı “Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’da” da iptal kararlarının sonuçlarına benzer şekilde düzenlemeler yapılmıştır. Buna göre bahse konu kanunun Kararların uygulanması başlıklı 10. maddesinde “…İlgililerin kamu görevinden çıkarılmasına ilişkin kanun hükmünde kararname hükümleri, bu fıkrada belirtilen kişiler bakımından tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkmış sayılır. Bu kapsamda göreve başlayanlara, kamu görevinden çıkarılma tarihlerini takip eden aybaşından göreve başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül eden mali ve sosyal hakları ödenir. Bu kişiler, kamu görevinden çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde bulunamaz.” hükmü yer almaktadır. Şu kadar ki bu madde kapsamında göreve iade olanların tazminat talebinde bulunma hakkı engellenmiştir. Göreve İade Olduktan Sonra Oluşan Bazı Yeni Uyuşmazlıklar Bir başvuru yolunun etkililiğinden söz edebilmek için, verdiği kararlarla başvuru konusu olayın sebep olduğu tüm ihlalleri uygun bir şekilde gidermesi gerekmektedir. Bir başka deyişle uyuşmazlık hiç yaşanmamışçasına tüm etkileri giderilmelidir. Yargı yolu açık bütün idari işlemler hakkında, idare mahkemelerince verilen iptal kararlarında olduğu gibi, OHAL Komisyonu tarafından verilen kabul kararlarında da bu husus geçerli olmalıdır. Bilindiği üzere OHAL Komisyonu, OHAL döneminde yürürlüğe giren KHK’lara karşı yargı yolunun kapalı olması sebebiyle özel ve sonuçları itibariyle etkili bir başvuru yolu olarak düzenlenmiştir. Ancak bu kararların pratik olarak uygulanması aşamasında davalı idareler ile davacılar arasında yeni uyuşmazlıkların oluştuğu ve dolayısıyla yeni dava konusu işlemlerin ortaya çıktığı görülmektedir. Büyük bir kısmı mali haklarla ilgili olan bu uyuşmazlıkların bir kısmına aşağıda kısaca yer vereceğiz. Göreve iade olan memurlara mali haklarının yasal faizi ile ödenmemesi Mahkeme kararıyla veya OHAL Komisyonu kararıyla göreve iade olan memurlara geriye dönük mali haklarının yasal faiziyle ödenmemesi yeni bir uyuşmazlık doğmasına sebep olmaktadır. AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın çeşitli kararlarında, herhangi bir sebeple hakları ihlal edilenlere, geriye doğru mali hakları toplu olarak ödenerek mağduriyetleri giderilirken, bu mali hakkına geç kavuşması sebebiyle paranın enflasyon karşısında değer kaybettiği gözetilmeden ödeme yapılmasının, ayrıca mülkiyet hakkının ihlali anlamına geleceği ifade edilmektedir. Biz de gerek mahkeme kararıyla, gerekse de OHAL Komisyonu Kararıyla göreve iade edilen memurlara mali hakları ödenirken yasal faiziyle beraber ödenmesi gerektiğini değerlendirmekteyiz. Göreve iade edilenlerde vergi matrahı sorunu Göreve iade olan memurlara mali hakları ödenirken ödemenin, ödeme yapılan dönemin vergi matrahına ilave edilmesi yeni bir uyuşmazlık konusu olmaktadır. Konu ile ilgili idareler, Maliye Bakanlığının da görüşleri doğrultusunda geriye dönük ücret ödemeleri hangi dönemde ödenecek ise o dönemde geçerli olan gelir vergisi tarifesinin esas alınacağını belirtmektedirler. Ancak Danıştay’ın bazı kararlarından, İdari yargının bu konuda farklı düşündüğü ve geçmiş dönemler için yapılan ödemelerin toplu olarak ödemenin yapıldığı dönemin vergi matrahına dahil edilmemesi gerektiği, her bir ödemenin söz konusu olduğu döneme ait olacak şekilde ayrı ayrı vergi kesintisine tabi tutulması gerektiği kanaatini taşıdığı anlaşılmaktadır. Konu ile ilgili Danıştay 4. Dairesinin 28.11.2005 tarihli, E:2005/340, K:2005/2266 sayılı kararında “Yargı kararıyla görevine dönen kişiye geçmiş 5 yıllık dönem için ödenen toplam ücretin, ödeme tarihindeki oran üzerinden değil, her bir vergilendirme dönemi için geçerli olan oran üzerinden vergi hesaplanması gerekir.” ifadelerine yer verilmiştir. Vergi Usul Kanunun 122. ve 124. maddelerinde dava açma süresinin geçirildiği hallerde dahi düzeltme talebi ve şikayet yolu ile vergi hatasının giderilmesi talebinde bulunulabileceği öngörülmüştür. Bu yolla da olumlu sonuç alınamaması halinde bu işleme karşı Vergi Mahkemesinde dava açılması mümkündür. Göreve iade olan öğretmenlerin ek ders ücretinin ödenmemesi Göreve iade olan öğretmenlere, fiili olarak öğretmenlik görevini icra etmemeleri gerekçesiyle geçmişe ait ek ders ödemelerinin yapılmaması da göreve iade sonrasında ortaya çıkan yeni uyuşmazlıklardan bir tanesidir. Uyuşmazlık konusu ek ders ücretinin ödenip ödenemeyeceği hususunda karar verirken ilgili mevzuatın incelenmesi ve ek ders ücreti alma konusunda ihtimal sınırlarını aşan bir kesinlik söz konusu ise, yani o dönemlerde çalışan tüm öğretmenler bu ödemeden yararlanmış ise göreve iade olan öğretmenlere de bu ödemenin yapılması gerektiğini değerlendirmekteyiz. Ancak ihtimal söz konusu ise veya ek ders verilmesi idarecilerin takdirine veya belli koşullara bağlanmış ise duruma göre değerlendirilerek bu ödemelerin yapılmaması da mümkün olabilecektir. Göreve iade olan polislerin fazla çalışma ücretinin ödenmemesi Göreve iade olan polislere, 3201 sayılı Kanunun ek 21. maddesi uyarınca ödenen fazla çalışma ücretinin geriye dönük olarak ödenmemesi de göreve iade sonrası oluşan bir başka uyuşmazlık türüdür. Göreve iade olan polisler fiili olarak çalışmadıkları gerekçesiyle kurum bu geçmiş ödemeleri ödemeyebilmektedir. Ancak 3201 sayılı Kanunun ek 21. maddesi uyarınca ödenen ve fazla çalışma ücreti adı verilen bu ödeme tüm polislere her ay düzenli olarak ödenmekte olup, aslında fazla çalışmış olmanın karşılığı ödenen bir ücret değildir. Bu sebeple göreve iade olan polislere geriye dönük olarak bu alacağın da ödenmesi gerekmektedir. İdari yargının da bu yönde kararlar verdiği görülmektedir. OHAL Komisyonu Kararıyla göreve iade olan memurların tazminat talep etmesinin engellenmesi 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun Kararların uygulanması başlıklı 10. maddesinde “…İlgililerin kamu görevinden çıkarılmasına ilişkin kanun hükmünde kararname hükümleri, bu fıkrada belirtilen kişiler bakımından tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkmış sayılır. Bu kapsamda göreve başlayanlara, kamu görevinden çıkarılma tarihlerini takip eden aybaşından göreve başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül eden mali ve sosyal hakları ödenir. Bu kişiler, kamu görevinden çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde bulunamaz.” hükmü yer almaktadır. Tazminat talebinde bulunma hakkına engel getirilmesi, Anayasa’nın Yargı yolu başlıklı 125. Maddesinin “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır…. İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” hükümleri ile bağdaşmamaktadır. İlgili Kanundaki bu hüküm göreve iade olan memurların maddi ve manevi tazminat talep etme haklarının önünde engel teşkil etmekte olup, idareler bu hükme dayanarak tazminat taleplerini reddedeceklerdir. Göreve iade edilen memurların tazminat taleplerinin reddedilmesi işlemine karşı dava açmaları durumunda 7075 sayılı Kanunun 10. Maddesinde yer alan “…Bu kişiler, kamu görevinden çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde bulunamaz.” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı gerekçesiyle iptali için Anayasa Mahkemesine gönderilmesi talebini de dava dilekçelerine eklemeleri yerinde olacaktır. Aksi takdirde ilgili kanun hükmü dolayısıyla davalardan sonuç alınması zor gözükmektedir. Anayasanın 153. Maddesi gereğince Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi geçerlidir. Ancak iptal kararları, görülmekte olan ve henüz kesinleşmeyen davaları etkilemektedir. Bu sebeple Anayasa Mahkemesince verilecek iptal kararlarından devam eden ve henüz kesinleşmeyen tüm davalar etkilenecektir. OHAL Komisyonu Kararıyla göreve iade olan bazı memurların eski görevine iade edilmemesi 7075 sayılı Kanunun Kararların uygulanması başlıklı 10. Maddesinin “…Kamu görevine iade edilmesine karar verilenlerin eski kadro veya pozisyonuna atanması esastır. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına bildirilenlerin atama teklifleri; Ankara, İstanbul, İzmir illeri dışında ve 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik verilmek kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından kamu görevinden çıkarıldığı yükseköğretim kurumu haricinde tespit edilecek yükseköğretim kurumlarından birine önceki kadro unvanlarına uygun olarak on beş gün içinde yapılır…” hükmü, Yine aynı kanununTürk Silahlı Kuvvetleri ile genel kolluk kuvvetleri personeli ve Dışişleri Bakanlığı diplomatik kariyer memurlarına ilişkin kararların uygulanması başlıklı 10A maddesinin “…kamu görevinden, meslekten veya görevden çıkarılan ya da ilişiği kesilen subay, astsubay, uzman jandarmalar ile Emniyet Genel Müdürlüğünde emniyet hizmetleri sınıfına tabi olanlar ve Dışişleri Bakanlığı diplomatik kariyer memurlarından; haklarında mahkemeler tarafından göreve iade mahiyetinde karar verilenler ile Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu tarafından başvurunun kabulü kararı verilenlerden, eski kadro, rütbeveya unvanına atanması ilgili bakan onayı ile uygun görülmeyenler ilgisine göre Milli Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı bünyelerinde kurulan araştırma merkezlerinde bu madde esaslarına göre istihdam edilir.”hükmüne göre,bazı kurumlarda görev yapan personelin göreve iade olması durumunda eski görev yerinden başka görevlere atanabileceği düzenlenmiştir. Bu kanun hükümleri gereğince yapılacak uygulama, kamu görevinden çıkarılmanın sebep olduğu bir takım etkilerin devam ettiği ve tam anlamıyla giderilmediği izlemini vermektedir. Anayasa Mahkemesi 24.12.2019 tarihli ve 2019/93 K. Sayılı kararıyla 7075 sayılı Kanunun Kararların uygulanması başlıklı 10. Maddesinin 1. Fıkrasının 3. Cümlesinde yer alan “…Müdür yardımcısı veya daha üstü ile bunların eşdeğer yöneticilik görevinde bulunmaktayken kamu görevinden çıkarılmış olanların atamalarında, söz konusu yöneticilik görevlerinden önce bulundukları kadro ve pozisyon unvanları dikkate alınır.” cümlesini anayasaya aykırı bularak, oy birliğiyle iptaline karar vermiştir. Karar gerekçesinde “Komisyon kararıyla kamu görevinden çıkarılma işleminin sebep unsuru tamamen ortadan kalktığı halde yönetici pozisyonundayken kamu görevinden çıkarılan ve komisyon kararı sonrasında yeniden kamu görevine dönen kişilerin atanmasında yöneticilik görevlerinden önce bulundukları kadro ve pozisyonların dikkate alınmasını öngören kural, bu kişilerin üyelik, mensubiyet, aidiyet, iltisak veya irtibatına dair şüphelerin tam olarak ortadan kalkmadığı izlenimi oluşturmaktadır. Bu durum kişilerin meslek hayatlarında kişisel gelişimlerinin, üçüncü kişilerle olan ilişkilerinin ve itibarlarının olumsuz şekilde etkilemesine sebebiyet vermektedir.” denilmekte ve bu kuralın bu yönüyle özel hayata saygı hakkının ihlali anlamı taşıyabileceğine dikkat çekilmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçeleri büyük oranda yukarıda yer verilen ve halen yürürlükte olan hükümler açısından da geçerli gözükmektedir. Bu konuya başka bir yazımızda ayrıntılı olarak yer vermek üzere şimdilik bu kadarla yetiniyoruz. Sonuç Olarak İdari Dava yoluyla veya OHAL Komisyonu Kararı ile göreve iadeolanlar ile idareler arasında yeni uyuşmazlıklar ortaya çıkabilmekte ve bu yeni uyuşmazlıklar yeni davaların yolunu açmaktadır. Umarız ki Mahkemelerce de istikrar kazanmış kararlar, uygulamada idarelere daha fazla yol gösterir ve barışçıl çalışma hayatı yeni uyuşmazlıklardan olumsuz etkilenmez. Av. Ahmet Serdar GüneşASG Hukuk Bürosuİşçi Blokları Mah. 1489. Cd. Seğmen Selay Evleri C Blok 16/3 Balgat – Çankaya / ANKARA 0312 969 32 05HukukiHaber.Net Kaynak
  12. “…Kanser gibi kronik bir hastalıktan küçük yaşta bir çocuğun vefatı kalp taşıyan her insanı derinden üzecek bir konu olup, böylesi hassas bir olay üzerinden yasaların kendilerine yüklediği görevleri yapan yargı mensupları ve kurumlarının haksız şekilde saldırıya maruz kalması hakkaniyetle bağdaşmamaktadır.” Yukarıdaki cümleler Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu konudaki eleştirilere verdiği cevaptan. Adana’da babası FETÖ’den tutuklu, annesi yurtdışı çıkış yasaklı sekiz yaşındaki Ahmet Burhan Ataç, iki yıldır mücadele ettiği kansere geçen hafta yenik düştü. Onu hayatta tutmak için yapılan kampanyalar adalet mekanizmasını zor bela hareket ettirebildi ama bu kadarı yetmedi. Peki gerçekten de eleştiriler hakkaniyetle bağdaşmamakta mıydı? Ahmet için adalet sistemi, kalp taşıyan her insan gibi mi davranmıştı? Önce Alper Görmüş’ün, Serbestiyet’te çıkan yazısından yararlanarak olanları hatırlayalım: “Ahmet’in babası Harun Reha Ataç ile annesi Zekiye Ataç, Adana Kozan’da Gülen cemaatinin kapatılan öğrenci yurtlarında çalışıyordu. Baba Ataç, bir ortaöğretim yurdunun müdürüydü. 15 Temmuz’dan sonra işsiz kalınca Ataç’lar bir bahçe işi bulup orada çalışmaya başlamışlardı. 20 Şubat 2018 günü bir limon bahçesinde çalışırlarken o sırada yanlarında olan üç yaşındaki kızlarıyla birlikte polis tarafından gözaltına alındılar. Sekiz yaşındaki oğulları Ahmet ise o sırada kreşteydi. Onu kreşten babaannesi ve dedesi aldı. Zekiye Ataç 14 gün gözaltında kaldı, ardından tutuklandı, iki buçuk ay sonra ise serbest bırakıldı. Harun Ataç ise gözaltının on üçüncü gününde çıkarıldığı mahkemede tutuklandı. 24 Eylül 2018’de Ahmet’in kolunda ağrılar üzerine gittiği doktorda ilk kanser teşhisi kondu. Kemoterapi ve ameliyatla kürek kemiğindeki kanser temizlendi. Ama Eylül 2019’da kanserin akciğerde metastaz yaptığı tespit edildi. Üstelik hastalık üçüncü evredeydi ve dördüncü evreye ilerlemekteydi. Ahmet Ataç 28 Eylül 2019’da hastaneye yatırıldı. Ahmet’in en çok morale ihtiyacı vardı ve sürekli babasını görmek istiyordu. Babası, 30 Kasım 2018’de de örgüt üyeliğinden 9 yıl 9 ay cezaya çarptırılmıştı. İstinafın onayladığı ceza Yargıtay önünde bekliyordu. Ama Yargıtay süreci sona erene kadar denetimli serbestlik, elektronik kelepçeyle ev hapsi vb. yollarla cezaevinden çıkartılması için başlatılan girişimler sonuç vermedi. Zekiye Ataç, oğlunun babasını yanında istediğine dair çağrı yaptığı görüntüleri sosyal medyaya yükledi. Daha sonra Ahmet için “Ahmet hastalığı babası ile yensin” etiketiyle kampanya başlatıldı. Fakat bu kampanya Zekiye Ataç’a pahalıya mal oldu; 15 Ekim 2019’da gözaltına alındı. Bu kez suçlama yine Kozan’da cezaevinde olan FETÖ sanıklarının ailelerine yardımdı. Bu arada Almanya’nın Köln kentinde etkili tedavi yürüttüğü bilinen Immün-Onkoloji Merkezi, Ahmet’i tedavi etmeyi kabul etmişti. Küçük çocuk oraya götürülürse yeni bir şans doğabilirdi. Ne var ki Ahmet’in annesinin yurtdışı yasağı vardı ve pasaportu iptal edilmişti. Anne bu defa da yetkililere pasaportunun iade edilmesi için çağrıda bulunmaya başladı. Bu arada hastalık dördüncü evreye girmek üzereydi, yani zaman çok önemliydi. Pasaportun iade edilmeyeceği anlaşılınca Ahmet Ataç babaannesiyle Almanya’ya gönderildi. Fakat annesini özleyen küçük çocuk yemeden içmeden kesilmişti. Geri döndüler. 10 Şubat 2020’de anne Ataç’ın yurtdışı yasağı kaldırıldı. Ne var ki bu karar, 18 Şubat’ta iptal edildi. Üç gün sonra tekrar karar değişti ve Hatice Ataç’ın oğluyla birlikte yurtdışına çıkabileceğine karar verildi. Böylece, anne-oğul tedavinin ikinci evresi için Almanya’ya gittiler. Ne var ki tedaviye başlanamadı. Doktorlar, bünyenin çok zayıf düştüğü için tedaviyi kaldıramayacağına karar vermiştiler. Böylece anne-oğul 11 Mart 2020’de Türkiye’ye dönmek zorunda kaldılar. Ahmet Ataç 6 Mayıs’ı 7 Mayıs’a bağlayan gece, sabaha karşı hayata veda etti. Almanya’dan döndükten sonra geçen bir buçuk ay boyunca sayıkladığı babasını göremedi, adalet mekanizması talebi uygunsuz bulmuştu. Babası hastanedeki son anlarına yetişememişti, çünkü Mersin Savcılığı’nın o gece cezaevinden çıkartılıp hastaneye getirilmesine dair verdiği izin Adana Savcılığı’ndan geri dönmüştü, sabah ola hayrolaydı. Ahmet Ataç dün (7 Mayıs) Adana Kabasakal Mezarlığı’na defnedildi. Babası, onunla ancak mezarlığın gasilhanesinde buluşabilmişti.” Peki bu hüzünlü hikaye böyle bitmek zorunda mıydı? Ortada ölümcül hastalığı olan küçük bir çocuk varken bile hakimler niye baba Ataç için bir türlü tutuksuz yargılama ya da Yargıtay kararına kadar şartlı tahliye kararı verememişti? Neden annesinin yurtdışı yasağını kaldırmak bu kadar zor olmuştu? Neydi Ataç çiftinin suçu? Baba Harun Reha Ataç, 1986 Adana doğumlu. Üniversiteyi de Adana’da okumuş. Çukurova Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Endüstriyel Elektronik Bölümü’nden 2008 yılında mezun olmuş, bir yıl işsiz kaldıktan sonra yine Adana’nın Karaisalı ilçesindeki Ufuk Erkek Yurdu’nda bir yıl, 2012-2016 arasında ise Kozan ilçesindeki Koza Ortaöğretim Yurdu’nda dört yıl müdürlük yapmış. Bu iki yurt da o günkü adıyla cemaatin yurtları. Yine Adanalı olan eşi Zekiye Ataç da Kozan’daki başka bir cemaat yurdu olan Menekşe Kız Öğrenci Yurdu’nda belletmenlik yapıyormuş. Yani ikisi de asgari ücretle çalışan profesyonel cemaat mensuplarıydı. Bugün her ikisi de FETÖ terör örgütü üyeliğinden yargılanıyor. Fakat haklarında darbeye katılmak, destek vermek, mahrem abi ya da abla olmak, başka gayri meşru işlerin içinde olmak gibi suçlamalar yok. Terör örgütü suçlamaların tamamı 135 bin nüfuslu Kozan ilçesi sınırları içinde olan bitenlerden ibaret. 17/25 Aralık’tan sonra da bu yurtlarda profesyonel olarak çalışmaya devam etmek aleyhlerindeki en önemli delil. Peki onların bu yurtlarda çalışmaya başladıkları yıllarda Kozan’daki hava nasıldı? 17/25 Aralık’a 11 ay kala 25 Ocak 2013 günü Anadolu Ajansı’nın geçtiği bir haberden okuyalım: Anadolu Ajansı Adana muhabirinin Kongo’dan geçtiği haberin başlığı; “Adana’daki belediye başkanları ve işadamlarının Kongo gezisi.” 50 önemli işadamıyla birlikte Adana’dan Kinşasa’ya uçan heyetteki belediye başkanları; MHP’li Aytaç Durak’ın görevden alınmasına üzerine yerine seçilen Adana’nın o günkü Büyükşehir Belediye Başkanı MHP’li Zihni Aldırmaz, AK Partili Yüreğir Belediye Başkanı Mahmut Çelikcan ve yine AK Partili Kozan Belediye Başkanı Kazım Özgan. Peki ne işleri vardı Kongo’da? Yine Anadolu Ajansı’nın haberine göre “Şafak Uluslararası Türk Okulları’nın yeni kolejinin açılış törenine” gitmişlerdi. Bugünlerde darbe olursa 50 kişiyi öldürecek kadar hazırlıklı olduğunu, sitesinde oturan 3-5 kişiyi listesine yazdığını anlatan çılgın teyzelerin konuştuğu televizyonun, internet sitesi Haber 7’de 2013 yılında çıkan habere göre okulun açılış kurdelesini Kongo Milli Eğitim Bakanı, Kongo’nun Ankara ve Türkiye’nin Kinşasa büyükelçileriyle birlikte kesen Adana Belediye Başkanı “Bu nurlu yolu açan, kendisi burada olamasa da yüreğinin bizimle olduğuna inandığım muhterem Fetullah Gülen Hoca Efendiye teşekkür” etmiş, Yüreğir Belediye Başkanı “Türkiye’den kardeşlerimizin burada fedakarca görev yapması bizi gururlandırıyor” demiş, Kozan Belediye Başkanı “Türk okullarının dünyanın değişik ülkelerinde açılması, faaliyet göstermesi bizleri mutlu ediyor, onurlandırıyor” diye konuşmuştu. Adanalı heyet daha sonra Türkiye’nin Kinşasa Büyükelçisi tarafından kendileri için verilen resepsiyona katılmıştı. 2013’ün başında bu haberler, ziyaretler, açıklamalar gayet rutindi. Ama 2013’ün sonunda 17/25 Aralık ile birlikte bütün bunlar aleyhte kullanılabilecek bir suça dönüştü. 17/25 Aralık milad olarak belirlendi ama bu taşradaki davalarda ve herkese karşı aynı şekilde uygulanmadı. Örneğin darbeden önce 2016 yılında Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü paralel yapı soruşturmasında MHP’li eski Adana Belediye Başkan Vekili Zihni Aldırmaz ve belediyenin üst düzey bürokratları, 2010 yılında FETÖ’nün kurduğu bir üniversiteye arsa tahsis ederek finansman desteği sağladıkları iddiasıyla tutuklanmıştı. Mahkemede aleyhlerindeki delillerden biri 2013’de katıldıkları Kongo gezisiydi. Aldırmaz, bir yıl hapis yatmış, ardından tahliye edilmiş ve ancak yıllar sonra beraat edebilmişti. Aynı Kongo gezisi darbenin ardından bu kez Kozan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan Kozan’daki FETÖ yapılanması davasında bir kere daha gündeme geldi. Davada tutuklu yargılanan işadamlarından biri mahkemede, geziye kendilerini AK Partili belediye başkanlarının davet ettiğini anlatmıştı. 19’u tutuklu, davanın 30 sanığı arasında FETÖ’nün Kozan imamı, yöneticileri, himmet veren işadamları, dershane, okul ve yurtlarının çalışanları da vardı. Fakat gazeteler sanıklardan biriyle ilgiliydi: 2004-2014 yılları arasında AK Parti’den Kozan Belediye Başkanlığı yapan ve o soruşturma sırasında yine AK Partili Sivas Belediyesi’nde başkan yardımcılığı koltuğunda oturan 2013’deki Kongo gezisinden Kazım Özgan ile. İktidara yakın gazetelerde onun belediye başkanlığı sırasında FETÖ’ye para aktardığını iddia eden haberler yayınlandı. Bu iddiaların kaynağı aynı davada tutuklu yargılanan eski Kozan Belediye Başkan yardımcısının ifadesiydi. Eski yardımcısı, Özgan’ı 2009’da seçim kampanyası sırasında FETÖ yurtlarını ziyaret etmekle, 2013’deki Türkçe Olimpiyatları’na sponsor olmakla, FETÖ için kurban toplamakla, cemaatin evleri ve yurtlarına ekmek ve yiyecek yardımı yapmakla ve yine FETÖ’nün ortaöğretim öğrencileri için açtığı Koza Öğrenci Yurdu’nun inşaatına malzeme yardımı yapmakla suçlamıştı. Eski belediye başkanı ifadesinde bu yardımları kabul etmiş ama bunları 17/25 Aralık öncesinde örgütün iç yüzünü bilmeden yaptığını söyleyerek kendisini savunmuştu. Kongo gezisine de Adana Valisi’nin katılacağı söylendiği için katıldığını anlatmıştı. Benzer suçlamalara rağmen Özgan, MHP’li eski Adana Belediye Başkanı gibi tutuklanmadı, davada tutuksuz olarak yargılandı. Davanın sonunda da bu savunmaları işe yaradı ve davadaki bütün suçlamalardan beraat etti. 2019 yerel seçimlerinde yeniden aday oldu, seçimi kazanan MHP belediye başkanının sabıkası çıkıp, başkanlığı düşürülünce, ikinci sıradan yeniden Kozan Belediye Başkanlığı’na seçildi. Davada adı geçen, 2013’deki Kongo gezisi ekibinden AK Partili Yüreğir Belediye Başkanı da 2019’a kadar görevinin başında kaldı, hakkında herhangi bir soruşturma açılmadı. Ama herkes onlar kadar şanslı değildi. Ahmet’in babası Harun Reha Ataç da bu davanın sanıklarından biriydi. Aleyhindeki deliller ise AK Partili eski Kozan Belediye Başkanı’nın inşaatına destek verdiği Koza Öğrenci Yurdu’nda 2012-2016 yılları arasında müdürlük yapmak , bylock kullanıcısı olmak ve himmet toplantılarında kendisini gören tanık ifadeleriydi. Fakat 2016 yılında başlayan davada bir yıl sonra ilginç bir şey oldu. İddianameyi yazan savcı KHK’yla ihraç edilip, FETÖ’den tutuklandı. Savcının yine Kozan Adliyesi’nde hakim olarak çalışan ve bu soruşturmayla ilgili de tutuklama kararları vermiş eşi de KHK’yla ihraç edilip, tutuklandı. Harun Reha Ataç, 2018 yılına kadar bu soruşturmada tutuksuz yargılandı. 2018 yılında eşiyle birlikte gözaltına alınarak tutuklandı. Lehindeki tanık ifadeleri nedeniyle örgüt yöneticiliğinden değil sadece terör örgüt üyeliğinden 9 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Karar hala Yargıtay’ın önünde. Adanalı Ataç çifti, Adana’da valilerin, belediye başkanlarının hararetle destek verdiği, yurtdışı gezilerinde boy gösterdiği günlerde eski adıyla cemaate katılmıştı, suçları 17/25 Aralıktan sonra da cemaat tarafında kalmak ve yasal olarak açık olan yurtlarda profesyonel olarak çalışmaya devam etmek oldu. Halbuki 17/25 Aralık’tan sonra AK Parti’nin Adana İl Başkanı’nın da yasal bir banka olarak faaliyetlerini sürdürmüş Asya Finans’ın avukatlığına devam ettiği ortaya çıkmıştı. Ama siyasetçilere AB standartlarında hukuk uygulayan Adana’daki mahkemeler, iki yıl boyunca oğulları kanser tedavisi gören, cezası henüz Yargıtay’da onanmamış böyle sıradan örgüt mensuplarına ise azılı darbeciymişler gibi davranmayı tercih etti. Tutuksuz yargılanma bir tarafa, bir babanın hasta oğlunu son anlarında görmesini bile tehlikeli bulup izin veremediler. Meslek yüksek okulu mezunu bir ilçe yurt müdürünün veremeyeceği desteği zamanında bu örgüte vermiş güç sahiplerini koruyan adalet, yoksul Adanalı bir aileye aynı şefkatle yaklaşmadı. Ahmet’i ölüme sürükleyen de bu ölçüsüz hukuk anlayışı oldu. Alper Görmüş’ün Serbestiyet’teki yazısının başlığı durumu net bir şekilde özetliyor: “Çünkü anne ve babası bu dönemin alt insan grubundandı.” Taşrada daha da ölçüsüz olabilen, adamına göre işleyen bu yargılamalar sürdükçe daha çok sayıda Ahmet arada kalacak. Bu yapısal sorun kamuoyunun dikkatini ise ancak küçük bir çocuğun hayatı söz konusu olduğunda çekebilecek. Adana’daki savcılar haklı; bu hikayeyi okuyup eleştirilerin hakkaniyetli olup olmadığına karar vermek için hukuk bilgisi değil, bir kalp taşımak yeterli… Yıldıray OğurKarar Gazetesi – Kaynak[1] References^ Kaynak (www.karar.com)Kaynak
  13. Anayasa Mahkemesi, Danıştay 12. Dairesi’nin Kamu İktisadi Teşebbüslere (KİT) alınacak sözleşmeli personele ilişkin kararı iptal etti. Anayasa Mahkemesi, Danıştay 12. Dairesi’nin KİT’lere 6 aydan az hapis cezası almış alınacak personellere dair kararı iptal etti. Anayasa Mahkemesi heyeti Danıştay 12. Dairesi’nin başvurusunu oybirliğiyle, KİT’lere sözleşmeli personel alımında aranan “6 aydan fazla hapis cezası almamış olmak” hükmünü, söz konusu düzenlemeyi KHK’ya ekleyen düzenlemenin yetki kanunu kapsamında olmaması nedeniyle iptal etti. Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçesinde şu ifadelere yer verildi: “42. Kamu hizmetine girme ve hizmete alınmada hangi nitelik ve şartların aranacağı Anayasa’nın 70. maddesi kapsamındadır. İtiraz konusu kural, kamu hizmetlerinin yürütülmesinde kamu görevlisi olarak istihdam edilme şekillerinden biri olan 399 sayılı KHK’ya tabi sözleşmeli personel statüsünde çalıştırılmak için aranan şartlara ilişkin olduğundan kamu hizmetlerine girme hakkının uygulanmasına dair bir düzenleme niteliği taşımakta ve Anayasa’nın mülga 91. maddesi uyarınca KHK İle düzenlenemeyecek yasak alan İçinde kalmaktadır.” Önceki İçerikBankadan KHK yanıtı: Kredi kartı ihraç nedeniyle kapatıldı[1] Sonraki İçerikAdalet Ahmet’e neden acımadı?[2] References^ Bankadan KHK yanıtı: Kredi kartı ihraç nedeniyle kapatıldı (www.khkhaber.com)^ Adalet Ahmet’e neden acımadı? (www.khkhaber.com)Kaynak
  14. “…Kanser gibi kronik bir hastalıktan küçük yaşta bir çocuğun vefatı kalp taşıyan her insanı derinden üzecek bir konu olup, böylesi hassas bir olay üzerinden yasaların kendilerine yüklediği görevleri yapan yargı mensupları ve kurumlarının haksız şekilde saldırıya maruz kalması hakkaniyetle bağdaşmamaktadır.” Yukarıdaki cümleler Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu konudaki eleştirilere verdiği cevaptan. Adana’da babası FETÖ’den tutuklu, annesi yurtdışı çıkış yasaklı sekiz yaşındaki Ahmet Burhan Ataç, iki yıldır mücadele ettiği kansere geçen hafta yenik düştü. Onu hayatta tutmak için yapılan kampanyalar adalet mekanizmasını zor bela hareket ettirebildi ama bu kadarı yetmedi. Peki gerçekten de eleştiriler hakkaniyetle bağdaşmamakta mıydı? Ahmet için adalet sistemi, kalp taşıyan her insan gibi mi davranmıştı? Önce Alper Görmüş’ün, Serbestiyet’te çıkan yazısından yararlanarak olanları hatırlayalım: “Ahmet’in babası Harun Reha Ataç ile annesi Zekiye Ataç, Adana Kozan’da Gülen cemaatinin kapatılan öğrenci yurtlarında çalışıyordu. Baba Ataç, bir ortaöğretim yurdunun müdürüydü. 15 Temmuz’dan sonra işsiz kalınca Ataç’lar bir bahçe işi bulup orada çalışmaya başlamışlardı. 20 Şubat 2018 günü bir limon bahçesinde çalışırlarken o sırada yanlarında olan üç yaşındaki kızlarıyla birlikte polis tarafından gözaltına alındılar. Sekiz yaşındaki oğulları Ahmet ise o sırada kreşteydi. Onu kreşten babaannesi ve dedesi aldı. Zekiye Ataç 14 gün gözaltında kaldı, ardından tutuklandı, iki buçuk ay sonra ise serbest bırakıldı. Harun Ataç ise gözaltının on üçüncü gününde çıkarıldığı mahkemede tutuklandı. 24 Eylül 2018’de Ahmet’in kolunda ağrılar üzerine gittiği doktorda ilk kanser teşhisi kondu. Kemoterapi ve ameliyatla kürek kemiğindeki kanser temizlendi. Ama Eylül 2019’da kanserin akciğerde metastaz yaptığı tespit edildi. Üstelik hastalık üçüncü evredeydi ve dördüncü evreye ilerlemekteydi. Ahmet Ataç 28 Eylül 2019’da hastaneye yatırıldı. Ahmet’in en çok morale ihtiyacı vardı ve sürekli babasını görmek istiyordu. Babası, 30 Kasım 2018’de de örgüt üyeliğinden 9 yıl 9 ay cezaya çarptırılmıştı. İstinafın onayladığı ceza Yargıtay önünde bekliyordu. Ama Yargıtay süreci sona erene kadar denetimli serbestlik, elektronik kelepçeyle ev hapsi vb. yollarla cezaevinden çıkartılması için başlatılan girişimler sonuç vermedi. Zekiye Ataç, oğlunun babasını yanında istediğine dair çağrı yaptığı görüntüleri sosyal medyaya yükledi. Daha sonra Ahmet için “Ahmet hastalığı babası ile yensin” etiketiyle kampanya başlatıldı. Fakat bu kampanya Zekiye Ataç’a pahalıya mal oldu; 15 Ekim 2019’da gözaltına alındı. Bu kez suçlama yine Kozan’da cezaevinde olan FETÖ sanıklarının ailelerine yardımdı. Bu arada Almanya’nın Köln kentinde etkili tedavi yürüttüğü bilinen Immün-Onkoloji Merkezi, Ahmet’i tedavi etmeyi kabul etmişti. Küçük çocuk oraya götürülürse yeni bir şans doğabilirdi. Ne var ki Ahmet’in annesinin yurtdışı yasağı vardı ve pasaportu iptal edilmişti. Anne bu defa da yetkililere pasaportunun iade edilmesi için çağrıda bulunmaya başladı. Bu arada hastalık dördüncü evreye girmek üzereydi, yani zaman çok önemliydi. Pasaportun iade edilmeyeceği anlaşılınca Ahmet Ataç babaannesiyle Almanya’ya gönderildi. Fakat annesini özleyen küçük çocuk yemeden içmeden kesilmişti. Geri döndüler. 10 Şubat 2020’de anne Ataç’ın yurtdışı yasağı kaldırıldı. Ne var ki bu karar, 18 Şubat’ta iptal edildi. Üç gün sonra tekrar karar değişti ve Hatice Ataç’ın oğluyla birlikte yurtdışına çıkabileceğine karar verildi. Böylece, anne-oğul tedavinin ikinci evresi için Almanya’ya gittiler. Ne var ki tedaviye başlanamadı. Doktorlar, bünyenin çok zayıf düştüğü için tedaviyi kaldıramayacağına karar vermiştiler. Böylece anne-oğul 11 Mart 2020’de Türkiye’ye dönmek zorunda kaldılar. Ahmet Ataç 6 Mayıs’ı 7 Mayıs’a bağlayan gece, sabaha karşı hayata veda etti. Almanya’dan döndükten sonra geçen bir buçuk ay boyunca sayıkladığı babasını göremedi, adalet mekanizması talebi uygunsuz bulmuştu. Babası hastanedeki son anlarına yetişememişti, çünkü Mersin Savcılığı’nın o gece cezaevinden çıkartılıp hastaneye getirilmesine dair verdiği izin Adana Savcılığı’ndan geri dönmüştü, sabah ola hayrolaydı. Ahmet Ataç dün (7 Mayıs) Adana Kabasakal Mezarlığı’na defnedildi. Babası, onunla ancak mezarlığın gasilhanesinde buluşabilmişti.” Peki bu hüzünlü hikaye böyle bitmek zorunda mıydı? Ortada ölümcül hastalığı olan küçük bir çocuk varken bile hakimler niye baba Ataç için bir türlü tutuksuz yargılama ya da Yargıtay kararına kadar şartlı tahliye kararı verememişti? Neden annesinin yurtdışı yasağını kaldırmak bu kadar zor olmuştu? Neydi Ataç çiftinin suçu? Baba Harun Reha Ataç, 1986 Adana doğumlu. Üniversiteyi de Adana’da okumuş. Çukurova Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Endüstriyel Elektronik Bölümü’nden 2008 yılında mezun olmuş, bir yıl işsiz kaldıktan sonra yine Adana’nın Karaisalı ilçesindeki Ufuk Erkek Yurdu’nda bir yıl, 2012-2016 arasında ise Kozan ilçesindeki Koza Ortaöğretim Yurdu’nda dört yıl müdürlük yapmış. Bu iki yurt da o günkü adıyla cemaatin yurtları. Yine Adanalı olan eşi Zekiye Ataç da Kozan’daki başka bir cemaat yurdu olan Menekşe Kız Öğrenci Yurdu’nda belletmenlik yapıyormuş. Yani ikisi de asgari ücretle çalışan profesyonel cemaat mensuplarıydı. Bugün her ikisi de FETÖ terör örgütü üyeliğinden yargılanıyor. Fakat haklarında darbeye katılmak, destek vermek, mahrem abi ya da abla olmak, başka gayri meşru işlerin içinde olmak gibi suçlamalar yok. Terör örgütü suçlamaların tamamı 135 bin nüfuslu Kozan ilçesi sınırları içinde olan bitenlerden ibaret. 17/25 Aralık’tan sonra da bu yurtlarda profesyonel olarak çalışmaya devam etmek aleyhlerindeki en önemli delil. Peki onların bu yurtlarda çalışmaya başladıkları yıllarda Kozan’daki hava nasıldı? 17/25 Aralık’a 11 ay kala 25 Ocak 2013 günü Anadolu Ajansı’nın geçtiği bir haberden okuyalım: Anadolu Ajansı Adana muhabirinin Kongo’dan geçtiği haberin başlığı; “Adana’daki belediye başkanları ve işadamlarının Kongo gezisi.” 50 önemli işadamıyla birlikte Adana’dan Kinşasa’ya uçan heyetteki belediye başkanları; MHP’li Aytaç Durak’ın görevden alınmasına üzerine yerine seçilen Adana’nın o günkü Büyükşehir Belediye Başkanı MHP’li Zihni Aldırmaz, AK Partili Yüreğir Belediye Başkanı Mahmut Çelikcan ve yine AK Partili Kozan Belediye Başkanı Kazım Özgan. Peki ne işleri vardı Kongo’da? Yine Anadolu Ajansı’nın haberine göre “Şafak Uluslararası Türk Okulları’nın yeni kolejinin açılış törenine” gitmişlerdi. Bugünlerde darbe olursa 50 kişiyi öldürecek kadar hazırlıklı olduğunu, sitesinde oturan 3-5 kişiyi listesine yazdığını anlatan çılgın teyzelerin konuştuğu televizyonun, internet sitesi Haber 7’de 2013 yılında çıkan habere göre okulun açılış kurdelesini Kongo Milli Eğitim Bakanı, Kongo’nun Ankara ve Türkiye’nin Kinşasa büyükelçileriyle birlikte kesen Adana Belediye Başkanı “Bu nurlu yolu açan, kendisi burada olamasa da yüreğinin bizimle olduğuna inandığım muhterem Fetullah Gülen Hoca Efendiye teşekkür” etmiş, Yüreğir Belediye Başkanı “Türkiye’den kardeşlerimizin burada fedakarca görev yapması bizi gururlandırıyor” demiş, Kozan Belediye Başkanı “Türk okullarının dünyanın değişik ülkelerinde açılması, faaliyet göstermesi bizleri mutlu ediyor, onurlandırıyor” diye konuşmuştu. Adanalı heyet daha sonra Türkiye’nin Kinşasa Büyükelçisi tarafından kendileri için verilen resepsiyona katılmıştı. 2013’ün başında bu haberler, ziyaretler, açıklamalar gayet rutindi. Ama 2013’ün sonunda 17/25 Aralık ile birlikte bütün bunlar aleyhte kullanılabilecek bir suça dönüştü. 17/25 Aralık milad olarak belirlendi ama bu taşradaki davalarda ve herkese karşı aynı şekilde uygulanmadı. Örneğin darbeden önce 2016 yılında Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü paralel yapı soruşturmasında MHP’li eski Adana Belediye Başkan Vekili Zihni Aldırmaz ve belediyenin üst düzey bürokratları, 2010 yılında FETÖ’nün kurduğu bir üniversiteye arsa tahsis ederek finansman desteği sağladıkları iddiasıyla tutuklanmıştı. Mahkemede aleyhlerindeki delillerden biri 2013’de katıldıkları Kongo gezisiydi. Aldırmaz, bir yıl hapis yatmış, ardından tahliye edilmiş ve ancak yıllar sonra beraat edebilmişti. Aynı Kongo gezisi darbenin ardından bu kez Kozan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan Kozan’daki FETÖ yapılanması davasında bir kere daha gündeme geldi. Davada tutuklu yargılanan işadamlarından biri mahkemede, geziye kendilerini AK Partili belediye başkanlarının davet ettiğini anlatmıştı. 19’u tutuklu, davanın 30 sanığı arasında FETÖ’nün Kozan imamı, yöneticileri, himmet veren işadamları, dershane, okul ve yurtlarının çalışanları da vardı. Fakat gazeteler sanıklardan biriyle ilgiliydi: 2004-2014 yılları arasında AK Parti’den Kozan Belediye Başkanlığı yapan ve o soruşturma sırasında yine AK Partili Sivas Belediyesi’nde başkan yardımcılığı koltuğunda oturan 2013’deki Kongo gezisinden Kazım Özgan ile. İktidara yakın gazetelerde onun belediye başkanlığı sırasında FETÖ’ye para aktardığını iddia eden haberler yayınlandı. Bu iddiaların kaynağı aynı davada tutuklu yargılanan eski Kozan Belediye Başkan yardımcısının ifadesiydi. Eski yardımcısı, Özgan’ı 2009’da seçim kampanyası sırasında FETÖ yurtlarını ziyaret etmekle, 2013’deki Türkçe Olimpiyatları’na sponsor olmakla, FETÖ için kurban toplamakla, cemaatin evleri ve yurtlarına ekmek ve yiyecek yardımı yapmakla ve yine FETÖ’nün ortaöğretim öğrencileri için açtığı Koza Öğrenci Yurdu’nun inşaatına malzeme yardımı yapmakla suçlamıştı. Eski belediye başkanı ifadesinde bu yardımları kabul etmiş ama bunları 17/25 Aralık öncesinde örgütün iç yüzünü bilmeden yaptığını söyleyerek kendisini savunmuştu. Kongo gezisine de Adana Valisi’nin katılacağı söylendiği için katıldığını anlatmıştı. Benzer suçlamalara rağmen Özgan, MHP’li eski Adana Belediye Başkanı gibi tutuklanmadı, davada tutuksuz olarak yargılandı. Davanın sonunda da bu savunmaları işe yaradı ve davadaki bütün suçlamalardan beraat etti. 2019 yerel seçimlerinde yeniden aday oldu, seçimi kazanan MHP belediye başkanının sabıkası çıkıp, başkanlığı düşürülünce, ikinci sıradan yeniden Kozan Belediye Başkanlığı’na seçildi. Davada adı geçen, 2013’deki Kongo gezisi ekibinden AK Partili Yüreğir Belediye Başkanı da 2019’a kadar görevinin başında kaldı, hakkında herhangi bir soruşturma açılmadı. Ama herkes onlar kadar şanslı değildi. Ahmet’in babası Harun Reha Ataç da bu davanın sanıklarından biriydi. Aleyhindeki deliller ise AK Partili eski Kozan Belediye Başkanı’nın inşaatına destek verdiği Koza Öğrenci Yurdu’nda 2012-2016 yılları arasında müdürlük yapmak , bylock kullanıcısı olmak ve himmet toplantılarında kendisini gören tanık ifadeleriydi. Fakat 2016 yılında başlayan davada bir yıl sonra ilginç bir şey oldu. İddianameyi yazan savcı KHK’yla ihraç edilip, FETÖ’den tutuklandı. Savcının yine Kozan Adliyesi’nde hakim olarak çalışan ve bu soruşturmayla ilgili de tutuklama kararları vermiş eşi de KHK’yla ihraç edilip, tutuklandı. Harun Reha Ataç, 2018 yılına kadar bu soruşturmada tutuksuz yargılandı. 2018 yılında eşiyle birlikte gözaltına alınarak tutuklandı. Lehindeki tanık ifadeleri nedeniyle örgüt yöneticiliğinden değil sadece terör örgüt üyeliğinden 9 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Karar hala Yargıtay’ın önünde. Adanalı Ataç çifti, Adana’da valilerin, belediye başkanlarının hararetle destek verdiği, yurtdışı gezilerinde boy gösterdiği günlerde eski adıyla cemaate katılmıştı, suçları 17/25 Aralıktan sonra da cemaat tarafında kalmak ve yasal olarak açık olan yurtlarda profesyonel olarak çalışmaya devam etmek oldu. Halbuki 17/25 Aralık’tan sonra AK Parti’nin Adana İl Başkanı’nın da yasal bir banka olarak faaliyetlerini sürdürmüş Asya Finans’ın avukatlığına devam ettiği ortaya çıkmıştı. Ama siyasetçilere AB standartlarında hukuk uygulayan Adana’daki mahkemeler, iki yıl boyunca oğulları kanser tedavisi gören, cezası henüz Yargıtay’da onanmamış böyle sıradan örgüt mensuplarına ise azılı darbeciymişler gibi davranmayı tercih etti. Tutuksuz yargılanma bir tarafa, bir babanın hasta oğlunu son anlarında görmesini bile tehlikeli bulup izin veremediler. Meslek yüksek okulu mezunu bir ilçe yurt müdürünün veremeyeceği desteği zamanında bu örgüte vermiş güç sahiplerini koruyan adalet, yoksul Adanalı bir aileye aynı şefkatle yaklaşmadı. Ahmet’i ölüme sürükleyen de bu ölçüsüz hukuk anlayışı oldu. Alper Görmüş’ün Serbestiyet’teki yazısının başlığı durumu net bir şekilde özetliyor: “Çünkü anne ve babası bu dönemin alt insan grubundandı.” Taşrada daha da ölçüsüz olabilen, adamına göre işleyen bu yargılamalar sürdükçe daha çok sayıda Ahmet arada kalacak. Bu yapısal sorun kamuoyunun dikkatini ise ancak küçük bir çocuğun hayatı söz konusu olduğunda çekebilecek. Adana’daki savcılar haklı; bu hikayeyi okuyup eleştirilerin hakkaniyetli olup olmadığına karar vermek için hukuk bilgisi değil, bir kalp taşımak yeterli… Yıldıray Oğur Karar Gazetesi – Kaynak KHK Haber
  15. Halkbank tarafından TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na gönderilen cevabi yazıda, KHK ile ihraç edilmenin kredi kartlarına kısıtlama getirilmesine gerekçe olarak gösterildiği ortaya çıktı. TBMM’ye gönderilen belge, KHK ile ihracın kredi kartlarına kısıtlama getirilmesine gerekçe olarak gösterildiğini ilk kez ortaya koydu. Samsun’da yaşayan ana sınıfı öğretmeni Nazmiye Aydın, sınıf öğretmeni olan eşiyle beraber 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 2016 yılının Eylül ayında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edildi. Aydın, 2019 yılında da Halkbank’tan gelen bir telefonla kredi kartının yenilendiğini öğrenerek bankaya gitti. Yeni kartı temin etti ancak markette ödeme yaptığı sırada kredi kartının çalışmadığını fark etti. Müşteri hizmetlerini arayınca kartına bloke konduğunu öğrendi. Oysa kredi kartı borcu yoktu. Nedenini anlamak için banka şubesine gittiğinde, iptalin neden olduğunu anlayamadığını söyleyen banka çalışanlarından “Yapabileceğimiz bir şey yok” yanıtını aldı. DW Türkçe’de yer alan habere göre, iki çocuk annesi Nazmiye Aydın, bir süre müşteri hizmetleri ile banka şubesi arasında mekik dokuduğunu anlatarak devam ediyor. Aydın, bankadaki bazı çalışanların KHK ile ihraç edilmesi nedeniyle olabileceğini düşündüğünü, ancak kendisine resmi bir açıklama yapılmadığını söylüyor. Kendisine, hakkında açılan davada beraat kararı çıkmadan karta konulan kısıtlamanın kalkmayacağının söylendiğini sözlerine ekliyor ve şöyle devam ediyor: “Kullanamadığım kartımın iptalini istemiştim ama bir süre sonra aidat borcu geldi. Sonrasında banka bu yanlışlığı düzeltti fakat karttaki kısıtlama kalkmadı. Birdenbire böyle bir durum olması dışlanmışlık hissi veriyor, çok üzüyor insanı.” Nazmiye Aydın sonrasında da yaşadığı durumu HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu ile paylaşmış. “MÜŞTERİNİN KHK’LI OLDUĞUNUN ANLAŞILMASI ÜZERİNE İPTAL EDİLDİ” Gergerlioğlu da Aydın’ın başvurusunu TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na iletti. Nazmiye Aydın’ın itirazı üzerine Halkbank Merkezi Operasyonlar Daire Başkanlığı da Komisyon’a bir yazı gönderdi. Söz konusu yazıda, “Müşterilerimiz hakkında yasal mercilerce tedbir, gözaltı, tutuklama vb. FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgili yasal işlemler yapıldığına ilişkin bankamızca duyum alındığında, bankamız tarafından risk doğmaması için anılan müşteri hesapları ile ilgili aksiyonlar alınmaktadır” ifadeleri yer alıyor. 13 Şubat 2020 tarihli yazıda ayrıca kararın yasaya aykırı olmadığı belirtilerek “Müşterinin KHK ile ihraç edildiğinin anlaşılması üzerine müşterinin bankamız ile imzaladığı sözleşmeler ve ilgili mevzuat hükümleri kapsamında kredi kartına işlem kısıtı konulmuş ve kullanıma kapatılmıştır. Yapılan işlem Bankacılık Kanunu, Bankamız mevzuatı ve BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu) düzenlemelerine uygundur” deniliyor. Kaynak[1] References^ Kaynak (www.karar.com)Kaynak
  16. Cumhuriyet Halk Partisi, infaz yasasının iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunmuştu. Anayasa Mahkemesi CHP’nin itirazı üzerine infaz yasası iptal başvurusunu esastan görüşmeyi kabul etti. CHP, cezaevlerinden yaklaşık 90 bin kişinin tahliye edilmesini sağlayan infaz düzenlemesine ilişkin 7242 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un tümünün şekil bakımından iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesini istemişti. CHP, kanunun tümünün yanı sıra bazı suçlar hariç denetimli serbestlik süresinin bir yıldan üç yıla çıkarılmasına olanak tanıyan 52. maddesiyle 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun değiştirilen geçici 6. maddesinin şekil bakımından iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesini talep etmişti. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, bugünkü gündem toplantısında başvurunun ilk incelemesini yaptı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan başkanlığındaki toplantı, koronavirüs (Kovid-19) tedbirleri kapsamında üyelerin video konferansla katılımıyla yapıldı. Başvuruda bir eksiklik tespit etmeyen Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, iptal istemini daha sonra belirlenecek bir günde esastan görüşerek karara bağlayacak. Yürürlüğün durdurulması talebi de esas inceleme aşamasında karara bağlanacak. Önceki İçerikAYM’den KHK’ların yargısal denetimi konusunda FLAŞ tespitler[1] References^ AYM’den KHK’ların yargısal denetimi konusunda FLAŞ tespitler (www.khkhaber.com)Kaynak
  17. Anayasa Mahkemesi, 2020/10 sayılı kararında, KHK’larla ilgili, FETÖ ile mücadelede ‘at izi it izine karıştırılarak’ oluşturulan mağduriyetlerin ortadan kaldırılmasının da yolunu açacak önemli tespitlerde bulundu. Anayasa Mahkemesi, 30 Nisan 2020 günkü Resmi Gazetede yayımlanan 2018/91 Esas ve 2020/10 sayılı Kararıyla, FETÖ ile mücadelede “at izi it izine karıştırılarak” yaratılan mağduriyetlerin çözümünde yol haritası sayılacak önemli tespitlerde bulundu. Bilindiği gibi; Anayasa’nın 21 Ocak 2017 tarih ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la değişiklik yapılmadan önceki 148. maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinde “…olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz” hükmüne yer verilerek olağanüstü dönem KHK’ları Anayasa Mahkemesinin yargısal denetiminin dışında bırakılmıştı. 15 Temmuz sonrasında çıkarılan KHK’larla ilgili yapılan ilk başvurular da AYM, 2/11/2016 tarihli, 2016/171 Esas, 2016/164 Karar sayılı kararında olağanüstü hâl KHK’larının Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenebilmesi için bu yöndeki bir anayasal yetkinin açıkça tanınması gerektiğini ifade ederek, olağanüstü hâl KHK’larının herhangi bir ad altında yargısal denetiminin mümkün olmadığına karar vermişti. Yüksek Mahkeme, 10 Şubat 2020 tarihinde aldığı 2020/10 sayılı kararı ile, “olağanüstü hâl KHK’larının Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından onaylanarak kanunlaşması hâlinde bu kanun hükümlerinin Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde dava açılmasının önünde bir engel bulunmadığına” hükmetti. SÜREÇ NASIL İŞLEDİ AYM’nin 2020/10 sayılı kararı, Engin Altay, Özgür Özel, Engin Koç ile birlikte 113 milletvekili, olağanüstü hâl kapsamında çıkarılan 2/1/2017 tarihli ve 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin TBMM tarafından onaylanması sonucunda yürürlüğe giren 7072 sayılı Kanunun bazı maddelerinin iptaline dair başvurusu üzerine alındı. OHAL KARARLARI İLE GEREKÇENİN UYUŞMASI GEREKTİĞİ BELİRTİLDİ Yüksek mahkeme, bazı taleplerin reddine bazı taleplerin de kabulüne hükmettiği kararda, olağanüstü hal döneminde çıkarılan KHK’lar her ne kadar yargısal denetime tabi olmasa da TBMM’nin onaylanmasıyla birlikte yargısal denetime açık hale geldiği değerlendirmesinde bulundu. Kararda, Anayasanın, temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin olarak olağan ve olağanüstü dönemler için iki ayrı hukuki rejim öngördüğü, olağan dönemde temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması rejimi Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenirken, olağanüstü dönemde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması ya da kullanılmasının durdurulması rejiminin de Anayasa’nın 15. maddesinde düzenlendiğine işaret edildi. Anayasanın 15. Maddesinde savaş, seferberlik ve olağanüstü hâllerde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hatta kullanılmasının durdurulması özel olarak düzenlendiğine işaret edilen kararda, “…Buna göre savaş, seferberlik veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulması ve bunlar için Anayasa’nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür. Ancak Anayasa’nın 15. maddesiyle bu hususta tanınan yetki de sınırsız değildir. Anayasa’nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal etmemesi ve durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekmektedir. Ayrıca bu durumlarda dahi kişinin yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulması, din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanması ve bunlardan dolayı suçlanması yasaklanmış; suç ve cezaların geriye yürümemesi ilkesi ile masumiyet karinesinin bu hâllerde de geçerli olduğu kabul edilmiştir” ifadelerine yer verildi. Olağanüstü hâl yönetim usullerine başvurulmasındaki temel amacın, bu yönetim rejiminin uygulanmasına neden olan tehdit veya tehlikelerin bertaraf edilmesini sağlamak olduğuna dikkat çekilen kararda, “Devletin veya toplumun varlığının ya da kamu düzeninin ağır tehdit veya tehlikeler altında bulunması nedeniyle olağanüstü yönetim usulünün uygulandığı dönemlerde söz konusu tehdit ya da tehlikelerin bertaraf edilmesi için temel hak ve özgürlüklerin olağan döneme kıyasla daha fazla sınırlandırılması sonucunu doğuran tedbirler alınması gerekebilir. Bu nedenle Anayasa’nın 15. maddesinin uygulanabilmesi için kuralın olağanüstü hâlin gerekli kıldığı durumla ilgisinin bulunması gerekir” vurgusu öne çıktı. “KHK’LAR TBMM ONAYINDAN SONRA YARGISAL DENETİME AÇIK HALE GELİR” Anayasa’nın olağanüstü dönem için öngördüğü denetim rejimine tabi olabilmesi için aranan kuralın, olağanüstü hâlin ilanına sebep olan tehdit veya tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olması olağanüstü hâl süresiyle sınırlı uygulanması gerektiğinin de ifade edildiği kararda, “Dolayısıyla ancak bu iki niteliği taşıyan bir kuralın Anayasa’ya uygunluk denetiminde Anayasa’nın olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının sınırlanmasını ve durdurulmasını düzenleyen 15. maddesi esas alınabilir” ifadelerine yer verildi. CHP’li 113 milletvekilinin başvurusu üzerine alınan AYM’nin 2020/10 sayılı kararında, “Kuralın olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit veya tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olmadığı ya da olağanüstü hâlin süresini aştığı durumlarda ise söz konusu kuralın Anayasa’ya uygunluk denetiminde Anayasa’nın 15. maddesi dikkate alınamaz” ifadeleriyle, 2/1/2017 tarihli ve 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin TBMM’de kabulü üzerine yürürlüğe giren 7072 sayılı Kanunda anayasal denetimin gerekli olduğu belirtildi. Yapılan inceleme sonucu, 7072 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle 2802 sayılı Kanun’a eklenen dava konusu geçici 20. madde hâricindeki dava konusu kuralların olağanüstü hâl süresince uygulanma özelliğini aşan bir niteliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum kurallara olağanüstü hâlin dışına taşan genel düzenleme niteliği vermektedir. Bu nedenle kuralların anayasallık denetiminde Anayasa’nın olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejimini düzenleyen 15. maddesi uygulama alanı bulamaz. Kurallara ilişkin incelemenin, sınırlama yapılan hakkın düzenlendiği Anayasa maddesi başta olmak üzere Anayasa’nın diğer ilgili hükümleri ve elbette olağan dönemde hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olan 13. maddesi bağlamında yapılması gerekir” denildi. Mahkeme, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salȃhiyet Kanunu’nun ek 6. maddesine eklenen on sekizinci fıkranın Anayasa’ya aykırı olduğuna hükmederken de, savcının soruşturma evresindeki yetkilerinin polise devri anlamına gelen düzenlemenin de anayasaya aykırı olduğuna ve ilgili düzenlemenin iptaline karar verdi. Kaynak: AYM’den KHK’ların yargısal denetimi konusunda FLAŞ tespitler[1] References^ AYM’den KHK’ların yargısal denetimi konusunda FLAŞ tespitler (www.avazturk.com)Kaynak
  18. Mahkeme ihraç edilen danışmanın ‘PKK, FETÖ, DHKP/C ve MKP’ üyeliği tutarsızlığına dikkat çekti ve OHAL İnceleme Komisyonunun ihraç işlemini iptal etti. Ankara 19. İdare Mahkemesi; Türkiye İş Kurumu’nda çalışırken 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ihraç edilen Büro Emekçileri Sendikası (BES) üyesi Volkan Ayhan’ın, “isimsiz ve imzasız ihbar mektuplarıyla PKK, FETÖ, DHKP/C ve MKP terör örgütleriyle irtibatlı gösterilerek işe iade edilmemesiyle” ilgili yaptığı başvuruyu karara bağladı. Cumhuriyet’ten Alican Uludağ’ın haberine göre OHAL İnceleme Komisyonu işleminin iptaline ve Ayhan’ın kamudaki işine iadesine karar veren mahkeme, gerekçesinde, “davacının terör örgütleri ile irtibatını veya iltisakını gösterir somut herhangi bir veriye rastlanılmadığını, dosyadaki bilgilerin tutarsız olduğunu” bildirdi. Türkiye İş Kurumu’nda İş ve Meslek Danışmanı olarak görev yapan Volkan Ayhan, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından FETÖ üyesi olduğu iddiasıyla meslekten ihraç edildi. Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı, “isimsiz ve imzasız yapılan PKK yandaşıdır” şeklindeki ihbar üzerine, Ayhan hakkında, “FETÖ üyesi olmak” suçundan soruşturma başlattı. 5 Eylül 2017’de tamamlanan soruşturmada, kamu davası açılmasına yeterli şüphe oluşturacak nitelikte delil elde edilmediği gerekçesiyle “takipsizlik” kararı verildi. ÖRGÜT SAYISI ARTTI Ayhan, bu süreçte OHAL Komisyonu’na başvurarak, işe iadesini istedi. Ancak OHAL İnceleme Komisyonu, 13 Haziran 2018’de, Ayhan’ın başvurusunu reddetti. Kararda, “davacının DHKP/C-HÖC içerisinde faaliyet gösterdiği, MKP ve PKK terör örgütleri sempatizanı olduğu, eylem ve etkinliklerine katıldığı” öne sürüldü. İhbar mektupları gerekçe gösterildi. Ayhan adına BES, avukat Duygu Demirel aracılığıyla OHAL Komisyonu’nun kararının iptali istemiyle dava açtı. Ankara 19. İdare Mahkemesi, komisyonun ret işleminin iptaline karar vererek, Volkan’ın işe iadesine hükmetti. Kararda, “işlem nedeniyle yoksun kalınan özlük ve parasal hakların hakediş tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte ödenmesi” istendi. Kararın gerekçesinde de “Ayhan’ın ihbar mektupları üzerinden PKK, FETÖ, DHKP/C, MKP ve diğer sol terör örgütleri ile suçlandığı” belirtilerek, “davacı hakkındaki ihbar dilekçeleri ile hakkındaki soruşturma dosyası ve komisyon kararı arasında bir tutarsızlık olduğu” ifade edildi. Kaynak
  19. Masumluğu OHAL Komisyonunca kabul edilmesine rağmen polis memurlarının atamaları aylardır bekletiliyor. OHAL komisyonundan kabul kararı alan polis memurları, ne yazık ki İçişleri Bakanlığı bir karar alamadığı için, aylardır beklemekteler. Bekleme süresi bazı polis memurlarında 8 ayı buluyor. İlk başlarda acemilik, yoğunluk olarak düşünülen uygulama zaman geçtikçe değişmeyince bir çok polis memuru, 4 yılın sonunda aldıkları kabul kararının sevincini dahi yaşayamaz oldu. Bekleyen polis memurlarına “sabırlı olun” denilmesinin dışında bir işlem yapılamıyor. Ne kadar süreceği konusu da muamma… Polis memurları, konu hassas oldugu için çok da üzerine gidemiyor. Ama bir işlem yapmayan bakanlık yetkililerinin, biraz empati yapması ve bürokrasinin çarklarını çalıştırması gerekmektedir. Memurlar.net’e yazan polis memurları, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan bürokrasiyi çalıştırmasını talep ediyor. KAYNAK[1] References ^ KAYNAK (www.memurlar.net) Kaynak
  20. Terör örgütü üyeliği suçlamasıyla hakkında dava açılan ve bir yıla yakın cezaevinde kalan KHK’li öğretmen Ercan Demir beraat etti. Demir tutuksuz yargılandığı sırada Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Komitesi’ne başvurdu. Komite Türkiye’yi haksız buldu ve Demir’e tazminat ödenmesini, yargıçlar hakkında da soruşturma başlatılmasını istedi. Bu süreçte KHK’li öğretmen Demir’in haksız yere tutuklu bulunduğunu belirterek açtığı maddi ve manevi tazminat davasında da karar çıktı, Demir’e toplam 34 bin TL tazminat verilmesine hükmedildi. OHAL döneminde yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen öğretmen Ercan Demir hakkında “FETÖ terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla 2016 yılında dava açıldı. Hakkında açılan üyelik davası nedeniyle tutuklanan Ercan Demir 11 ay 26 gün cezaevinde kalmasının ardından 21 Temmuz 2017 yılında tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi. KHK’li Ercan Demir, tutuksuz yargılandığı sırada Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Komitesi’ne ihlal başvurusunda bulundu. BM başvuru doğrultusunda Türkiye’den savunma istedi. BM süreci devam ederken Demir, yargılandığı Sinop Ağır Ceza Mahkemesi’nin 24 Mayıs 2019 tarihinde verdiği kararla beraat etti ve bu karar Bölge Adliye Mahkemesinde 12 Eylül 2019 tarihinde onandı. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER DEMİR’İN KEYFİ TUTUKLANDIĞINA HÜKMETTİ Beraat kararının ardından başvuruyu 21 Ocak 2020 tarihinde karara bağlayan Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Komisyonu, Demir’in “keyfi tutuklandığına” ve özgürlüğünün “keyfi bir şekilde elinden alındığına” hükmetti. BM’nin kararında Demir’e tazminat ödenmesi gerektiği, hakkında yürütülen davalarda görevli yargıçlarla ilgili soruşturma başlatılması da talep edildi. Öte yandan BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu Nisan 2020’ye kadar Ercan Demir’e ilişkin Türkiye’den rapor da istedi. BM kararının ardından Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı, 27 Ocak 2020 tarihinde ilgili dağıtım yerlerine yazı göndererek, Demir’e tazminat ödenip ödenmediğini, Demir’in yaşadığı ihlaller nedeniyle soruşturma açılıp açılmadığını sordu. Başkanlık talep edilen bilgilerin 5 Şubat 2020 tarihine kadar Dışişleri Bakanlığı kanalıyla gönderilmesini istedi. KHK’Lİ DEMİR’E 34 BİN TL TAZMİNAT Kurumlar arasında yazışmalar ve belge talepleri devam ederken Ercan Demir bu kez tazminat davası açtı. Beraat ettiği davadan tutuklu kaldığı 11 ay 26 gün boyunca sosyolojik, psikolojik zarar gördüğünü, bakmakla yükümlü olduğu hasta anne ve babası ile eşi ve çocuklarından dolayı içinde bulunduğu maddi çöküntü halinin manevi anlamda aile ilişkilerini de etkilediğini belirten Demir 200 bin TL maddi 50 bin TL de manevi tazminat talep etti. Tazminat talebini 25 Mart 2020 tarihinde karara bağlayan Vezirköprü Ağır Ceza Mahkemesi, Demir’e 13 bin 965 TL maddi, 20 bin TL de manevi tazminat ödenmesine hükmetti. BAŞTİMAR: BM MEKANİZMALARI VE KARARLARI ÇOK ÖNEMLİ BM kararının ardından Ercan Demir’in beraat ettiği davada tutuklu bulunmasına yönelik karar veren yargıçlarla ilgili soruşturma başlatıldığını belirten İnsan Hakları Hukukçusu Kurtuluş Baştimar, BM kararının ve sonrasında atılan adımların önemli olduğunu ifade ederek şunları kaydetti: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) süreci şu an kilitlenmiş olduğu için hiç kimse hak elde edemiyor. Şu anda siyasi baskılardan etkilenmeden objektif şekilde karar verip, bu kararları da uygulatan bir merci olduğu için Birleşmiş Milletler mekanizmaları ve kararları çok önemli. İnsanların yeni haberdar olduğu bir mekanizma olduğu için sonuçları da yeni aldığımız bir yer. BM’nin yaptırım gücü daha fazla saygı görüyor ve haksızlığa uğradığını düşünen insanların çözüm yeri olarak görülebilecek bir yapı olarak karşımıza çıkıyor.” ‘ANAYASAYA GÖRE BAĞLAYICI’ BM mekanizmalarının ve kararlarının yaptırımına dair ise Baştimar, “BM Komiteleri kararlarını verirken uluslararası siyasal ve medeni haklar sözleşmesini yorumlayarak veriyor. Bu sözleşme de Anayasa madde 90’ın 5’inci fıkrasına göre bağlayıcı. Bağlayıcılığı konusunda bu mekanizmaların hiçbir eksikliği yok. Ancak herkes AİHM sürecini işlettiği ve AİHM’in tarihçesinin çok daha eskiye dayandığı için insanlar bu zamana dek hep oraya başvurdular. Bizim hukuk eğitim sistemimizde de hep AİHM öğretildi. Uluslararası insan hakları mekanizması olan BM ise çok fazla öğretilmiyor” dedi. Türkiye’deki avukatların bu mekanizmayı çok fazla bilmediğini belirten Baştimar, “Buraya özgürlüğünden alıkonan her insan başvuru yapabilir. Başvuruların İngilizce ve insan hakları hukuku standartlarında yapılması gerekiyor. Başvurunuz gönderiliyor ve görüşmeye değer bulunup ilgili hükümetten savunma isteniyor ve karar veriliyor” diye konuştu. NEDEN AĞIR CEZA MAHKEMESİ TAZMİNAT KARARI VERDİ? Kurtuluş Baştimar, Ercan Demir’in açtığı tazminat davasında karar veren mahkemenin neden ağır ceza mahkemesi olduğunu sorusuna ise şu yanıtı verdi: “BM kararları sonrası tazminatın verilme ve ödenme şekli sözleşmeci devletlerin takdir yetkisine bırakılmıştır. Örneğin BM CEDAW Komitesi İspanya kararı sonrası başvurucuya tazminat İspanya Yüksek Mahkemesi tarafından ödenmiştir. Türkiye’de ise ödeme başvurucunun BM kararını ağır ceza mahkemesine sunması üzerine oradan verilmiştir.” Gazete Duvar[1] References ^ Gazete Duvar (www.gazeteduvar.com.tr) Kaynak
  21. Anayasa Mahkemesi, OHAL döneminde çıkarılıp yasalaştırılan üç kararnameyi iptal etti, Resmi Gazete’de yayımlandı. (Karar No: 220/10) Mesele hukuki açıdan son derece önemli olduğu gibi, OHAL yetkilerinin iktidar tarafından nasıl otoriterce kullanıldığını göstermesi bakımından siyaseten de önemli. Diğer önemli bir yönü, iptal kararlarının oybirliğiyle alınmış olması. AYM’de “hak eksenli” ve “otorite eksenli” iki farklı hukuk anlayışı giderek belirginleşiyordu. Bu üç kararname anayasaya öylesine aykırıdır ki, iptaline oybirliğiyle karar verdiler. OHAL’DEN İSTİFADE Önce, OHAL’den istifade ederek nasıl ‘ölçüsüz’ düzenlemeler yapıldığına birkaç örnek… AYM’nin iptal kararında da belirtiliyor; OHAL döneminde iktidar “OHAL süresince uygulanma niteliğini aşan” kararnameler çıkardı… Kişiler hakkında polis ve MİT raporlarına göre işlem yapmaya imkan veren kararnameler çıkardı… “KHK mağdurları” bunun tam örneğidir. Hakim ve savcı sınavlarında gerekli olan 100 üzerinden “en az 70 puan” şartını 6 Ocak 2017 günlü KHK ile kaldırdı… Başarısız hukukçular bu sayede “mülakat” yoluyla, siyasi tercihle hakim ve savcı yapıldı… AYM’nin bu konuda emsal bir “liyakat” kararı vermesini çok arzu ederdim. Fakat 20 Şubat 2019’da “yüzde 70 başarı” şartı yeniden getirildiği için AYM açısından dava konusu ortadan kalktı. Evet, kalktı ama iki yıl içinde yargıda kalite çok düştü, siyasi tercihli çok atama yapıldı. OHAL yetkileri nasıl kullanılmış, bunlar birkaç örnek. KEYFİ KULLANIM AYM kararında, öncelikle, ‘kanun’ların nasıl olması gerektiğini belirleyen şu tespit fevkalade önemlidir: “Kanuni düzenlemelerin… kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir, nesnel (objektif) olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi kullanımlarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir.” (Paragraf 64) Burada “otoritenin keyfi kullanımlarına karşı koruyucu önlem” kavramına dikkatinizi çekerim. Bu, modern anayasa hukukun geliştirdiği bir kavramdır. AYM’nin üç iptalinden biri bu konuda: İnternet abonelerine ait kişisel bilgilere, kişisel verilere polisin ulaşmasına KHK ile imkan verilmiş, sonra bu yasalaştırılmıştı… AYM bunu “demokratik toplum düzenin gereklerine uymadığı” için ve “özel hayatın gizliliğine” ölçüsüz müdahale niteliğinde olduğu için iptal etti. İptalin bir gerekçesi daha var: Polise verilen yetki “keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir düzenleme niteliğinde” olmalıydı, ama yetki verilirken keyfi kullanılmasını önleyecek kanuni şartlar belirtilmemişti. (Paragraf 92-104) ‘İLTİSAK VE İRTİBAT’ Kamuya sözleşmeli personel alımında polisin “güvenlik soruşturması” yapmasını da AYM iptal etti. Gerekçesi, Bu yetkinin“kötüye kullanılmasına karşı yeterli güvenceleri” içermeyen bir düzenle polise verilmiş olmasıdır… Kararda, “keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir kanuni güvencelere yer verilmeksizin bu yetkilerin kullanılması anayasanın 13. ve 20. maddeleriyle bağdaşmamaktadır” deniliyor. (Paragraf 134) AYM’nin iptal ettiği üçüncü KHK düzenlemesi, MİT ve Emniyet raporlarıyla ilgili: Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarının yöneticileri hakkında MİT ve Emniyet “irtibat ve iltisak” raporu verirse o kuruluşların lisans başvuruları reddedilecekti… Meclis’ten de böyle geçmişti. Burada hukuki durum, “KHK ihraçları” ile aynıdır. MİT ve Emniyet’in yani yürütme erkinin, iktidarın “iltisak ve irtibat” raporu üzerine getirilen hak mahkumiyetleri, mağduriyetler! AYM’ye göre ise, MİT ve Emniyet’in “irtibat ve iltisak” raporlarının “doğruluğunu denetleme ve gerçek duruma göre işlem yapma imkanı çok sınırlıdır”, bu yüzden keyfiliğe çok müsaittir. Böyle raporlarla lisans talebinin reddedilmesi ifade hürriyetine ölçüsüz bir müdahaledir. (Paragraf 84-85) Netice: Kişilere ve heyetlere güvenerek yetki vermek çok risklidir. Yetkiler, güvenin yanında sınırları açıkça çizilerek ve denetim mekanizması açılarak verilmelidir. CHP’nin açtığı dava üzerine AYM’nin verdiği bu iptal kararları hakkında Babacan’ın DEVA Partisi hukuki dille yazılmış destekleyici bir bildiri yayınladı. Bütün partiler, bütün kurumlar ve hukuka ilgi duyan herkes böyle konuları dikkatle izlemeli, açıklamalarıyla kamuoyunu bilgilendirmelidir. Taha Akyol Karar[1] References ^ Karar (www.karar.com) Kaynak
  22. Anayasa Mahkemesi (AYM), CHP’nin infaz düzenlemesinin şekil yönünden iptaline yönelik başvurusunu 6 Mayıs’ta telekonferans yöntemi ile toplanarak görüşecek. CHP, infaz kanununun tümünün şekil bakımından iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi talebiyle AYM’ye başvuruda bulunmuştu. AYM Genel Kurulu, 6 Mayıs’ta yapılacak gündem toplantısında başvurunun ilk incelemesini yapacak. Genel Kurul, yapacağı ilk inceleme sonucu başvuruda bir eksiklik olup olmadığını inceleyecek. Başvuruda bir eksiklik tespit edilmezse, iptal istemi daha sonra belirlenecek bir günde esastan görüşülerek karara bağlanacak. Önceki İçerikKılıçdaroğlu: Af Yasası’nı önümüzdeki hafta Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğiz[1] Sonraki İçerikÜç OHAL kararnamesi iptal edildi[2] References ^ Kılıçdaroğlu: Af Yasası’nı önümüzdeki hafta Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğiz (www.khkhaber.com) ^ Üç OHAL kararnamesi iptal edildi (www.khkhaber.com) Kaynak
  23. KHK ile görevinden ihraç edildiği gerekçesiyle Ö.F.’nin kısa çalışma ödeneği talebini reddeden Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı başvuruyu kabul etti. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, kanun hükmünde kararname (KHK) ile ihraç edildiği için kısa çalışma ödeneği talebini reddettiği Ö.F.’nin ikinci başvurusuna olum yanıt verdi. Gazete Duvar’dan Hacı Bişkin’in haberine göre, Bir buçuk yıldır özel bir şirkette çalışan Ö.F.’nin işvereni koronavirüsü nedeniyle iş kaybına uğradığı için bakanlığa başvurmuş ancak bakanlık iş yerine, “36 kodu” ile işten çıkartılanlara kısa çalışma ödeneği verilmeyeceğini iletmişti. “UMARIM BU YANLIŞI TEKRARLAMAZLAR” Ö.F.’nin işvereni olumsuz yanıt aldıktan bir süre sonra bakanlığa yeniden başvurdu. Bakanlık, bu sefer iş yerine olumlu geri dönüş yaptı. Böylece Ö.F. artık kısa çalışma ödeneğinden yararlanabilecek. Bakanlığın geri adım atmasına sevinen Ö.F., “Umarım bir daha aynı sorun yaşanmaz. Bu mağduriyeti yaşamak istemiyoruz. Olağanüstü bir dönem yaşıyoruz zaten. Umarım daha akıllıca düşünülerek bu yanlışı tekrarlamazlar. KHK’li veya başka her kimse bu haksızlığı hak etmiyor” diye konuştu. Kaynak[1] References ^ Kaynak (tele1.com.tr) Kaynak
  24. Mahkeme ihraç edilen danışmanın ‘PKK, FETÖ, DHKP/C ve MKP’ üyeliği tutarsızlığına dikkat çekti ve OHAL İnceleme Komisyonunun ihraç işlemini iptal etti. Ankara 19. İdare Mahkemesi; Türkiye İş Kurumu’nda çalışırken 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ihraç edilen Büro Emekçileri Sendikası (BES) üyesi Volkan Ayhan’ın, “isimsiz ve imzasız ihbar mektuplarıyla PKK, FETÖ, DHKP/C ve MKP terör örgütleriyle irtibatlı gösterilerek işe iade edilmemesiyle” ilgili yaptığı başvuruyu karara bağladı. Cumhuriyet’ten Alican Uludağ’ın haberine göre OHAL İnceleme Komisyonu işleminin iptaline ve Ayhan’ın kamudaki işine iadesine karar veren mahkeme, gerekçesinde, “davacının terör örgütleri ile irtibatını veya iltisakını gösterir somut herhangi bir veriye rastlanılmadığını, dosyadaki bilgilerin tutarsız olduğunu” bildirdi. Türkiye İş Kurumu’nda İş ve Meslek Danışmanı olarak görev yapan Volkan Ayhan, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından FETÖ üyesi olduğu iddiasıyla meslekten ihraç edildi. Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı, “isimsiz ve imzasız yapılan PKK yandaşıdır” şeklindeki ihbar üzerine, Ayhan hakkında, “FETÖ üyesi olmak” suçundan soruşturma başlattı. 5 Eylül 2017’de tamamlanan soruşturmada, kamu davası açılmasına yeterli şüphe oluşturacak nitelikte delil elde edilmediği gerekçesiyle “takipsizlik” kararı verildi. ÖRGÜT SAYISI ARTTI Ayhan, bu süreçte OHAL Komisyonu’na başvurarak, işe iadesini istedi. Ancak OHAL İnceleme Komisyonu, 13 Haziran 2018’de, Ayhan’ın başvurusunu reddetti. Kararda, “davacının DHKP/C-HÖC içerisinde faaliyet gösterdiği, MKP ve PKK terör örgütleri sempatizanı olduğu, eylem ve etkinliklerine katıldığı” öne sürüldü. İhbar mektupları gerekçe gösterildi. Ayhan adına BES, avukat Duygu Demirel aracılığıyla OHAL Komisyonu’nun kararının iptali istemiyle dava açtı. Ankara 19. İdare Mahkemesi, komisyonun ret işleminin iptaline karar vererek, Volkan’ın işe iadesine hükmetti. Kararda, “işlem nedeniyle yoksun kalınan özlük ve parasal hakların hakediş tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte ödenmesi” istendi. Kararın gerekçesinde de “Ayhan’ın ihbar mektupları üzerinden PKK, FETÖ, DHKP/C, MKP ve diğer sol terör örgütleri ile suçlandığı” belirtilerek, “davacı hakkındaki ihbar dilekçeleri ile hakkındaki soruşturma dosyası ve komisyon kararı arasında bir tutarsızlık olduğu” ifade edildi. KHK Haber
  25. Resmi Gazetenin bugünkü nüshasında yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 24.12.2019 tarihli ve 2019/93 sayılı Kararı ile müdür yardımcısı, dengi ve daha üstü görevlerde bulunurken olağanüstü hal döneminde Kanun Hükmünde Kararname hükümleri ile kamu görevinden çıkarılanlardan OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunca göreve iadesine karar verilenler önceki kadrolarına atanabilecek. İptal edilen hükme dayalı olarak kurumlar daha önce bu durumdakileri bulundukları yönetici niteliği olmayan kadrolara atamaktaydı. Uygulamada; şef, müdür yardımcısı, müdür, bölge müdürü olarak görev yapmış biri iade kararı aldığında 3 basamak aşağıda şef kadrosuna atanabiliyordu. Karar gerekçeleri arasında, kamu görevinden çıkarma işleminin sebep unsuru tamamen ortadan kalktığı halde yönetici pozisyonunda iken kamu görevinden çıkarılanların yeniden yönetici olarak atanmasını engelleyen kuralın, bu kişilerin üyelik, mensubiyet, aidiyet, iltisak veya irtibatlarına dair şüphelerin tam olarak ortadan kalkmadığı izlenimini oluşturduğu, bu durumun ise kişilerin meslek hayatlarında kişisel gelişimlerinin üçüncü kişilerle olan ilişkilerinin ve itibarlarının olumsuz şekilde etkilenmesine sebebiyet verebileceği belirtilmiş, bu kişilerin kamu görevinden çıkarılmadan önceki pozisyonlarına atanmasına neden olacak hukuki ve fiili bir zorunluluğun da iptaline karar verilen hükümde gösterilmediğine yer verilmiştir. Karar bu yönüyle önemli olup, Yüksek Mahkemenin aynı maddede yer alan üniversitede öğretim elemanıyken Komisyon kararıyla iadesine karar verilenlerin Ankara, İstanbul ve İzmir illeri dışında 2006 yılından sonra kurulan başka üniversitelere atanmalarına ilişkin hüküm ve aynı Kanunun 10/A maddesinde yer verilen MSB, İçişleri ve Dışişleri Bakanlığı personelinden kamu görevine iadesine karar verilenlerin araştırma merkezlerine atanabilmelerini öngören hükümleri konusunda göstereceği yaklaşımın da ipuçlarını vermektedir. Anayasa Mahkemesi Kararları geriye yürümediği için bu durumda olup geçmişte ataması gerçekleştirilenler bu hüküm kapsamında doğrudan yönetici pozisyonlarına atanamayacaktır. Ancak ilgili personel idarelerden önceki yönetici pozisyonlarına atanma talebinde bulunup red halinde konuyu idari yargıya taşıyabilecektir. Karar metnini görmek için tıklayınız. KHK Haber
×
×
  • Yeni Oluştur...