İçeriği gör

KHK Haber

Editör
  • İçerik

    5.077
  • Katılım

  • Son Ziyaret

KHK Haber kullanıcısının paylaşımları

  1. Hatırlarsanız… Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevinde iken Genelkurmay emrine atandığı için TSK’dan istifasını verip emekliye ayrılan Cihat Yaycı Paşa’yla ilgili bir yazı da ben yazmıştım. Adını çok kez kereler duyduğum ama hiç tanışmadığım Sayın Yaycı tüm devlet kurum ve kuruluşlarını FETÖ’den temizlemek amacıyla uygulamaya konulan ve onun bir icadı olan FETÖMETRE ile alakalı yorumuma içerlemiş. Bunu da geçen gün Yaycı’yı 30 seneden fazladır tanıyan ortak bir ahbabımız sayesinde öğrendim. Mesleken hayatta en korktuğum şey; Kim olduğu önemli değil… Bilmeden, istemeden birine haksızlık yapmaktır. Çok değer verdiğim, sayıp sevdiğim o ortak ahbabımız; “Haksızlık yaptın Cihat Paşa’ya! Ayıp ettin” deyince çok üzüldüm. Samimiyetle söylüyorum ki… Yaycı hakkında yazı yazmak için klavyemin başına oturduğumda dahi bilmiyordum bugün müebbete mahkum olan Sahil Güvenlik Komutanı Hakan Üstem’in ablasının eşi yani eniştesi olduğunu. Yaycı’nın istifasının perde arkasını kurcaladığım anda öğrendim bu bilgiyi ve FETÖMETRE kriterleri arasında bulunan akrabalık iltisakı nedeni ile haksızca mağdur edilmiş yüzlerce insanın acıklı hikayelerini bizzat dinleyen, bir bilen olarak da Cihat Paşa’ya; “Paşam keşke bu kendi gerçeğinizden hareketle masum birçok insanın FETÖ’yle irtibatlı kabul edilmesine yol açan o kriter uygulayanları adil ve temkinli olmaları hususunda uyarsaydınız” şeklinde samimi bir serzenişte bulundum. Ancak ortak dostumuzun aktardıklarından öğrendim ki… (Ki sonra da Cihat Yaycı’yı aradım ve uzun uzun konuştuk bu konuyu kendisiyle.) Sorun FETÖMETRE’de filan değil… FETÖ’yü devletten arındırma adı altında bu yöntemi suistimal edenlerde! Bu arada Cihat Paşa’nın bu yöntemi sadece kendi kurumunda yani Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda temizlik, arındırma için bir yöntem olarak ortaya koyduğunun altını çizeyim. Ve 78 temel, 273 alt kriterden oluşan ve asıl adı da “Personel Adil ve idari Takip Uygulaması” olarak konulan FETÖMETRE’nin Deniz Kuvvetleri’nde çok işe yaradığı görülünce devletin her bir yanını ahtapot misali sarıp sarmalayan FETÖ’cülerden temizlik için başta tüm TSK olmak üzere İçişleri, Adalet, Milli Eğitim, Sağlık ve diğer tüm bakanlıklar ve hatta MİT bu yöntemi kendi içlerinde de uygulamak için örnek alıyorlar. Ben bilmiyordum… Mesela her kriterin ayrı bir puanlaması varmış FETÖMETRE’de. Ve bu puanlamaya göre; “0-1 arası puan için işleme değer değil, 1-2 puan arası incelemeye değer, 2-3 puan arası geçici görevden uzaklaştırılmalı ve tahkikat yapılmalı, 3-4 puan arası kamu haklarından mahrumiyet için değerlendirilmeli ve hakkında suç duyurusu yapılmalı gibi” değerlendirmeler yapılıyor. Tek kriterde en yüksek puanlama 3 puanla ByLock kullanıcısı olmak. Bank Asya’da hesabı olmak 0.1 puan. Ama 17/25 Aralık sonrası bankaya para yatırmak ise 2 puan sayılıyor. Sıkı durun şimdi… Akrabalık iltisakı ise sadece ve sadece 0.02 puan! Yani Yaycı’nın FETÖ’nün Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda temizlik için bir yöntem olarak icat ettiği bu yönteme göre FETÖ’cü birinin eşi, çocuğu, annesi, babası yani bir biçimde akrabası olduğunuz için çalıştığınız kurumda herhangi bir değerlendirmeye dahil bile olmamanız gerekiyor. Olabilmeniz için başka bir kriterin olması ve o kriterin de puanınızı en az 2’ye falan çıkartmış olması lazım! Ancak biliyoruz ki… Böyle olmadı. Birçok kurum ve kuruluşta akrabalık iltisaklı kriteri ya da puanları düşük diğer kriterler (Bank Asya’da hesap, sendika üyeliği, FETÖ’nün okullarından mezun olmak, Digitürk iptali vs) gerekçe gösterilerek birçok masum insanın tüm sosyal hakları elinden alınarak çalıştığı kurumla ilişkisi kesildi! Bilen biliyor… FETÖ ile en muktedir oldukları dönemde kıran kırana mücadele etmiş ancak sonrasında da onların hainlikleriyle alakası olmadığı halde FETÖMETRE kriterleri bahane sunularak mağdur edilmiş insanlar için çok çabaladım. Cihat Yaycı ile ilgili kaleme aldığım o yazıda da FETÖMETRE icadına dikkat çekmemin ve paşaya serzenişte bulunmamın tek nedeni bu kriterler yüzünden haksızca karartılan hayatlara bir kez daha dikkat çekmekti. Ancak şunu anladım ki… Masum insanların hayatların karartılmasında sorun Yaycı’nın icadında filan değilmiş. Sorun Yaycı’nın icadını bilerek, isteyerek suistimal edenlerdeymiş. Keşke… FETÖMETRE dört dörtlük, doğru biçimde kullanılmış olsaymış… Bugün hiçbirimiz; “Bu yöntem yüzünden kurunun yanında yaş da yandı!” diyerek boşu boşuna feryat figan bağırmazmışız. Çünkü FETÖMETRE’nin hakikatli bir biçimde uygulanması halinde değil kurunun yanındaki yaşın yanması filan. FETÖ’cü olduğu kesin hiçbir kuru da hain olduğunun tescilinden kaçamazmış! Kaynak[1] References^ Kaynak (www.haberturk.com)Kaynak
  2. KHK ile Emniyet Genel Müdürlüğünden ihraç edilen, yapılan inceleme neticesinde Ohal İşlemleri İnceleme Komisyonu tarafından terör örgütleri yönünden irtibatsız ve iltisaksız bulunarak görevine iade edilerek Bakan kararıyla İçişleri Bakanlığı Araştırma Merkezi’ne ataması yapılan EGM personelinin açtığı atama iptal davasında mahkeme kamu yararı ve hizmet gereği nedenleri ile iptal kararı vermiştir. Ankara 4. İdare Mahkemesinin verdiği gerekçeli kararda Kamu Yararı ve Hizmet Gerekliliklerinin ihlal edildiği belirtildi. KHK ile göreve iade olanlarla aynı hukuki statüde olmasına rağmen OHAL Komisyonundan iade olan Emniyet Personelinin büyük bir kısmı bir süredir İçişleri Bakanlığı bünyesindeki Araştırma Merkezine GİH olarak atanıyordu. Ankara 4. İdare Mahkemesi Esas 2020/519 Karar 2020/1316 için tıklayınız[1]. Benzer durumdaki başka bir kararda[2] ise Mahkeme TSK Araştırma Merkezine yapılan atamayı hukuksuz bularak iptal etmişti. Önceki İçerikBabacan: KHK Utancına Son Vereceğiz[3] References^ tıklayınız (forum.khkhaber.com)^ başka bir kararda (forum.khkhaber.com)^ Babacan: KHK Utancına Son Vereceğiz (www.khkhaber.com)Kaynak
  3. DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, 1. Olağan Gaziantep İl Kongresi’nde konuştu. Babacan’ın açıklamaları şu şekilde: DEVA Partisi olarak taahhüt ediyoruz ki iktidarımızda, savcı ve hakimlere talimat telefonları gitmeyecek. Savcı ve hakimlerimize notlar, pusulalar gitmeyecek ama tabi ki böylesine bir bağımsızlık alanında da yargımızın gerçek anlamda tarafsız çalışmasını beklemek de en önemli önceliğimiz olacak. “KHK UTANCINA SON VERECEĞİZ” Kararnamelerle devleti yönetmeyeceğiz. Bu ne demek? Bu KHK utancına son vereceğiz. Bir kararname yayınlanıyor ve tek bir imza atılan bu kararname, kanun hükmünde. Yani TBMM’ye ait olan yetkiyi alıyor ve tek bir imzayla bu KHK diyerek yayınlayıp geçiyorsunuz. Biz buna son vereceğiz. Seçilmişleri tarafsız ve bağımsız yargı kararları olmadan görevden almayacağız. Halkın iradesini daima her şeyden üstün tutacağız. Doğru hesaptan kaçmak diyerek hesap vermekten kaçmayacağız. Fırsat eşitliği içerisinde, liyakat sahibi herkesin kamu kuruluşlarına girebilmesi ve yükselebilmesinin önünü tamamen açacağız. Kamuda işe alımlarda mülakata son vereceğiz. Hak edenin hakkını elde edeceği bir ülke inşa etmek için yola çıktık. Kadınların hayatın her alanında eşit koşullarda yer alması için çalışacağız. Kadına yönelik şiddeti sona erdirmek için devletin alması gereken her önlemi alacağız. Mesela kadınsa, kadına şiddetse bu işin aması fakatı yok. Bunun gerekçesi olamaz. Kaynak
  4. Olağanüstü Hal (OHAL) İşlemleri İnceleme Komisyonu, şimdiye kadarki başvurulardan 110 bin 250’sini karara bağladı, 12 bin 680’ini kabul etti. Darbe girişiminin ardından Aralık 2017’de faaliyete geçen OHAL Komisyonu, KHK’larla haklarında karar verilen kişi ve kurumların başvurularını kabul ediyor. AA’nın haberine göre bugüne dek kişi ve kurumlar dahil 126 bin 300 kişi komisyona başvurdu. Bunlardan 110 bin 250’si karara bağlandı. Karar verilen başvuruların 97 bin 570’i reddedildi, 12 bin 680’i kabul edildi. 16 bin 50 başvuru inceleniyor. OHAL Komisyonu kararı sonrası aralarında dernek, vakıf, öğrenci yurdu, gazete ve televizyon kanalının da bulunduğu 60 kurum ve kuruluş yeniden açıldı. OHAL Komisyonu Karar Bekleyenler Anketi 2020 Ekim: Ankete katılmak için tıklayın[3]… Önceki İçerikOHAL Komisyonu 3 aya yakın bir süredir rapor yayınlamıyor![4] References^ October 2, 2020 (twitter.com)^ October 2, 2020 (twitter.com)^ tıklayın (forum.khkhaber.com)^ OHAL Komisyonu 3 aya yakın bir süredir rapor yayınlamıyor! (www.khkhaber.com)Kaynak
  5. AK Parti, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığına, 17 ve 25 maddeden oluşan iki yasa teklifi verdi.Performans esaslı program yaklaşımını Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'na yansıtan, yükseköğretim kurumlarına ilişkin bazı değişiklikler yapan, elektronik haberleşme altyapılarının imar mevzuatıyla ilişkisini netleştiren kanun teklifi TBMM Başkanlığına sunuldu.Kamu kurum ve kuruluşları bünyesinde komisyon kurulabilecekOlağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu, olağanüstü hal kapsamında doğrudan kanun hükmünde kararname hükümleri ile tesis edilen kamu görevinden çıkarma, yurtdışı öğrencilikle ilişiğin kesilmesi, emekli personelin rütbelerinin alınması ve kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin başvuruları değerlendirip karara bağlıyor. Kanun teklifiyle olağanüstü hal kapsamında doğrudan KHK'lar ile tesis edilen işlemlere bağlı ilave tedbirler için hakkında tedbir uygulanan kişi, kanuni temsilcisi ya da mirasçıları tarafından OHAL Komisyonu yerine, ilave tedbiri uygulayan veya tedbirle ilgili olan kamu kurum ve kuruluşlarına, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 3 ay içinde başvuracak.Kamu kurum ve kuruluşları, başvuru üzerine yapacağı inceleme sonucuna göre en geç 6 ay içinde başvurunun reddine veya tedbirin kaldırılmasına karar verecek.Başvuruların incelenmesi ve sonuçlandırılması için kamu kurum ve kuruluşları bünyesinde komisyon kurulabilecek.Kamu kurum ve kuruluşları bu madde kapsamında yapılacak başvuruların sonuçlandırılması için her türlü bilgi ve belgeyi ilgililerden talep edebilecek.Soruşturmanın gizliliğine ve devlet sırlarına ilişkin ilgili mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla kurum ve kuruluşlar ile yargı mercileri, başvuru kapsamında ihtiyaç duyulan her türlü bilgi ve belgeyi gecikmeksizin başvuru yapılan kamu kurum ve kuruluşlarına gönderecek veya yerinde incelenmesine imkan sağlayacak. Bu madde kapsamındaki çalışmalarda kamu kurum ve kuruluşlarınca görevlendirilenler, görevlerini yerine getirdikleri sırada edindikleri, kamuya, ilgililere ve üçüncü kişilere ait gizlilik taşıyan bilgileri, kişisel verileri, ticari sırları ve bunlara ait belgeleri, bu konuda kanunen yetkili kılınan mercilerden başkasına açıklayamayacak, kendilerinin veya üçüncü kişilerin yararına kullanamayacak. Bu yükümlülük görevden ayrılmalarından sonra da devam edecek.Kamu kurum ve kuruluşlarının kararlarına karşı, Hakimler ve Savcılar Kurulunca belirlenecek Ankara idare mahkemelerinde iptal davası açılabilecek.Kaynak
  6. OHAL Komisyonu, 3 Temmuz’da yaptığı açıklamada 18 bin dosya kaldığını açıklamıştı. Ancak komisyon, 3 Temmuz’dan bu yana yeni bir açıklama yapmadı. İhraç edilen personelin başvurularını karara bağlayan OHAL Komisyonu, son raporunu 3 Temmuz 2020 tarihinde açıklamıştır. Son açıklanan rapora göre 126 bin 300 başvurudan 108 bin 200’ünü karara bağlanmıştır. Ancak komisyon, bu tarihten itibaren yeni bir rapor açıklamamıştır. OHAL Komisyonunun 3 Temmuz tarihindeki raporunda başvuruların %85’inin sonuçlandırıldığı belirtilmiştir. Dolaysıyla kalan dosya sayısı 18 bin 100’dür. Komisyon pandemi öncesinde her ay ortalama 5-6 bin dosyanın incelemesini tamamlayabilmekteydi. Ancak Komisyon 27 Mart 2020 ila 3 Temmuz 2020 arasında sadece 3 bin 400 dosyayı incelemiş ve sonuçlandırmıştır. Pandemi dolaysıyla, kamu kurumlarından gelen bilgi akışı azaldığı içi incelenen dosya sayısı da azalmıştır. Komisyona başvuran ve dosyalarının incelenmesini bekleyenler, Pandemi süreci nedeniyle aksayan duyuruların yayınlanması bekliyor. Komisyonun kendi internet sitesindeki son açıklamalarını görmek için tıklayınız[1]. Önceki İçerikKHK’lıların gözü kulağı OHAL Komisyonu’nda![2] References^ tıklayınız (ohalkomisyonu.tccb.gov.tr)^ KHK’lıların gözü kulağı OHAL Komisyonu’nda! (www.khkhaber.com)Kaynak
  7. Aylardır dosyaları bekleyen KHK’liler, “Artık karar verin” diyor. Komisyon ilk başta ayda 4 bin üzeri dosya hakkında karar verirken bu sayı yarıya düştü. Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamudan ihraç edilenler ve sonradan işe iade için OHAL Komisyonu’na başvuran binlerce kişinin gözü kulağı komisyonun vereceği kararda. Komisyona 126 bin kişi başvurdu, bu başvurulardan 108 bin 200’ü karara bağlandı. Komisyon daha önce yaptığı açıklamalarda her ay 4 bin üzerinde dosyayı karara bağlayacaklarını söylemişti ancak 2019 Ağustos ayından beri karara bağlanan dosya sayılarında ciddi bir azalma var. En son 3 Temmuz’da açıklama yapan komisyon bugüne kadar hiçbir barış akademisyenini işe iade etmedi. Şu an komisyonda bekleyen dosyaların yarısından fazlası da Eğitim Sen üyesi öğretmenlerden oluşuyor. ‘EĞER DEDİKLERİNİ YAPMIŞ OLSALARDI…’ Aylardır dosyası OHAL Komisyonu’nda bekleyen KHK’lilerden biri de İsmet Akyol. Akyol, komisyonu daha bu sabah açıp baktığını söylüyor:“OHAL Komisyonu ayda bir karar açıklardı artık bu raporları da açıklamaz hale geldi. Komisyon başkanı, ‘Her ay 4 bin 800 dosya sonuçlandırıyoruz’ diyor. 2019’dan bugüne kadar açıklanan dosya sayısında ciddi bir düşüş var. Eğer dediklerini yapmış olsalardı nisan ayında bütün dosyalar karara bağlanırdı. Eğitim Sen’lilerin yüzde 80’nin dosyası komisyonda bekliyor. ‘Kanaat getirmekte, karar vermekte zorlanıyoruz’ diyorlar. Kanaat getirmekte zorlanmalarının mantıklı bir yanı yok. AİHM başkanı en çok ihracın yaşandığı İstanbul Üniversitesi’nden fahri doktora aldı. OHAL Komisyonu da, AİHM’in tavsiyesiyle kuruldu. AİHM’in dosyalar neden bekletiliyor demesi gerekiyordu. AİHM başkanına bir tepkimiz var.” ‘ÇOCUKLARI FETÖ’DEN, CEMAATLERDEN KORUMAYA ÇALIŞAN ÖĞRETMENLERDİK’ Peki dosyaların komisyonda bu kadar uzun süre bekletilmesi KHK’liler için ne anlama geliyor? Akyol, “Kararın açıklanmasında geçen sürede öğrencilerimizden kopmuş olmak. Çünkü çocuklar FETÖ’den, cemaatten korumaya çalışan öğretmenlerdik. Bundan dolayı üzüldük. Bizler laik eğitimi savunan öğretmenlerdik. Her şey ortada. OHAL Komisyonu artık bir karar vermek zorunda. Süreci uzatmaları doğru değil. Bizler bir an önce haklarında herhangi bir yargı kararı bulunmayan tüm kamu emekçilerinin işe iade edilmesini bekliyoruz.” ‘YÜZBİNLERİN HAYATI SÖZ KONUSU’ Başka bir KHK’li ise komisyona tepkisini şu sözlerle anlatıyor: “Artık bir umudum kalmadı. Mesleğimden, arkadaşlarımdan koptum. Hayatım tepetaklak oldu. İnsanların devlete, adalete olan inancı biter ya… Ama buna rağmen az da olsa bir umut vardır. Biz KHK’lilerde zerre umut kalmadı. Aidiyet duygusu bitti. Mesele buradaki bir kişinin hayatı değil, onbinlerin, yüzbinlerin hayatı söz konusu. Komisyon karar verirken bir kişi, bin kişi hakkında karar vermiyor. Yüzbinler hakkında karar veriyor. Artık bu süreci uzatmamaları gerekiyor. Dosyalarımızı inceleye inceleye bitiremediler! Süreç uzadıkça işin içinden çıkılmaz bir hal alıyoruz.” ‘SÖZÜM OHAL KOMİSYONU’NA…’ Sınıf öğretmeniyken KHK ile ihraç edilen Ceren Bilen’in gözü kulağı da Ohal Komisyonu’ndan çıkacak kararda. Bilen 1 ay sonra ihraç edilişinin 5’nci yılına girecek. Şunları anlatıyor Bilen: “29 Ekim 2016’da gece yarısı yayımlanan 675 sayılı KHK ile hiçbir gerekçe gösterilmeden ben ve benim gibi yüzlerce insan işimizden ihraç edildik. Bir ay sonra ihraç edilişimin 5’nci yılına girerken hala neden bunca zamandır işimden, öğrencilerimden ayrı kaldığımı bilmiyorum. Ohal sürecinde kurulan ve sözüm ona başvurularımızı değerlendirip sonuca bağlaması gereken komisyondan özellikle son aylarda hiç ses seda yok. Aylardır ben ve benim gibi bir sürü insan bu komisyondan çıkacak kararı bekliyor. Başlarda aylık binlerce başvuruyu karara bağlayan bu komisyon özellikle son aylarda karar veremez oldu. Bu sürecin kendisi başlı başına bir sorunken, bir de aylarca bir bilinmezin içinde kalmak hak verirsiniz ki hiç kolay değil. Bu uğurda hastalanan, hayatını kaybeden, hiç bilmediği işlerde çalışmak zorunda kalıp iş kazasında yaşamını yitiren onlarca insan oldu.” Bilen bekleme sürecinin psikolojisi üzerindeki etkisini de şöyle anlatıyor: “Bu durumun psikolojik, sosyal boyutunu anlatmak ise kitaplara sığmaz. Adını koyarsak eğer yıllarca insanların hiçbir gerekçe göstermeden işsizliğe, güvencesizliğe, adaletsizliğe mahkum edilmeleri zulümden başka bir şey değildir.” Kaynak[1] References^ Kaynak (www.gazeteduvar.com.tr)Kaynak
  8. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) güvenlik soruşturmalarıyla ilgili düzenlemeyi anayasaya aykırı bulmasını, güvenlik soruşturmasının ya da arşiv araştırmasının bundan sonra hiç yapılmayacağı biçiminde yorumlayanlar oldu. AYM Başkanı’na bu yüzden sert eleştirilerde bulunuldu. Mahkeme Başkanı Zühtü Arslan, “Yargı kararını eleştirmek için öncelikle onu okuyup anlamak gerekir” demekle yetindi. O zaman bize de tartışma konusu olan iptalleri ve iptal gerekçelerini okuyup hukukçulara danışarak yorumlamak düştü. Devlet memurluğuna alınacaklarda aranacak genel koşullara sekizinci madde olarak “Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olması” zorunluluğu OHAL uygulaması döneminde getirildi. İptal gerekçesi kamuoyunda yeterince anlaşılmayınca bundan sonra bölücü, yıkıcı örgüt elemanlarının devlete sızacağı yorumları yapıldı. Bu durumda, soruşturmaların kaldırılmasına doğal olarak tepki gösterildi. Ama mahkemenin çözümü de gösterdiğinden hiç söz edilmedi. SORUŞTURMAYA ENGEL Mİ? Hemen belirteyim; AYM, kamu personeli hakkında güvenlik soruşturması yapılmasını anayasaya aykırı bulmadı. 1994 yılından beri güvenlik soruşturması yasal zeminde yapılıyor. Bu soruşturma yine yapılacaktır. Peki, AYM ne yaptı? Yaptığı, OHAL döneminde KHK olarak çıkarılan, sonra yasalaştırılan soruşturmanın yapılma biçimini anayasaya aykırılığından dolayı iptal etmek oldu. Çünkü, kamu hizmetine girme koşullarının kanunla düzenlenmesi gerekiyor. Kamu görevine girişte güvenlik soruşturması veya arşiv araştırması yapılması koşulu öngörülmesine rağmen, soruşturma ve araştırmanın nasıl yapılacağına ilişkin kanunda herhangi bir düzenleme yok. Bireyin temel hak ve özgürlüklerini esaslı bir şekilde etkileyen, sınırlandıran bir konuda temel düzenlemeler yapılmayarak uygulamaya ilişkin hususların idareye bırakılması, yasama yetkisinin devri anlamına geliyor. NE, NİÇİN İPTAL? Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli birimler, güvenlik soruşturması, arşiv araştırması kapsamında bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları arşivlerinden, elektronik bilgi işlem merkezlerinden bilgi ve belge almaya, tutulan kayıtlara ulaşmaya, Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından yürütülen soruşturma sonuçlarını, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar ile kesinleşmiş mahkeme kararlarını almaya yetkili kılındı. AYM, bunu inceleyip iptal etti. Gerekçesini şuna dayandırdı: “Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda kişisel veri niteliğindeki bilgilerin alınmasına, kullanılmasına, işlenmesine yönelik güvenceler ve temel ilkeler kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verilmesi anayasanın 13 ve 20. maddeleriyle bağdaşmamaktadır.” Yani, bu işlemlerin nasıl yapılacağının, kanunda açık bir biçimde belirtilmesi gerektiği ifade ediliyor. Yasal düzenlemede bunların belirtilmesi isteniyor, o zaman güvenlik soruşturmalarına engel bir durumun da olmadığı kaydediliyor. SORUŞTURMA YAPACAKSIN… AYM’nin 19 Şubat 2020 tarihinde iptal ettiği maddelerden birisi de Devlet Memurları Kanunu’nun 48. Maddesi’nin birinci fıkrasına eklenen “Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak” hükmü. Mahkemenin, bunu niçin iptal ettiğini gerekçeden okuyalım: “Kamu görevlerine atanacak kişiler bakımından birtakım şartlar getirilmesi doğaldır. Kamu görevine atanmadan önce kişilerin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasını öngören kural, kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Ancak bu alanda düzenleme getiren kuralların kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbirler uygulama ve özel hayatın gizliliğine yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini yeterince açık olarak göstermesi ve olası kötüye kullanmalara karşı yeterli güvenceleri sağlaması gerekir. Kişisel veri niteliğindeki bilgilerin alınmasına, kullanılmasına ve işlenmesine yönelik güvenceler ve temel ilkeler kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verilmesi de anayasaya aykırıdır.” KANUNDA BELİRTİLMELİ Burada da “Siz güvenlik soruşturması yapamazsınız” denilmiyor. Kişisel verilerin kullanılması ve işlenmesine yönelik güvencelerin kanunda belirtilmesi gerektiği vurgulanıyor. Hukuk devletinde kanuni düzenlemelerin herhangi bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. O yüzden, şimdi kavga zamanı değil, AYM’nin iptal gerekçeleri de dikkate alınarak buna göre TBMM’de bekleyen teklifin bir önce yasalaşmasıdır. Bu düzenleme bekleniyor. Kaynak – Sözcü[1] References^ Sözcü (www.sozcu.com.tr)Kaynak
  9. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) güvenlik soruşturmalarıyla ilgili düzenlemeyi anayasaya aykırı bulmasını, güvenlik soruşturmasının ya da arşiv araştırmasının bundan sonra hiç yapılmayacağı biçiminde yorumlayanlar oldu. AYM Başkanı’na bu yüzden sert eleştirilerde bulunuldu. Mahkeme Başkanı Zühtü Arslan, “Yargı kararını eleştirmek için öncelikle onu okuyup anlamak gerekir” demekle yetindi. O zaman bize de tartışma konusu olan iptalleri ve iptal gerekçelerini okuyup hukukçulara danışarak yorumlamak düştü. Devlet memurluğuna alınacaklarda aranacak genel koşullara sekizinci madde olarak “Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olması” zorunluluğu OHAL uygulaması döneminde getirildi. İptal gerekçesi kamuoyunda yeterince anlaşılmayınca bundan sonra bölücü, yıkıcı örgüt elemanlarının devlete sızacağı yorumları yapıldı. Bu durumda, soruşturmaların kaldırılmasına doğal olarak tepki gösterildi. Ama mahkemenin çözümü de gösterdiğinden hiç söz edilmedi. SORUŞTURMAYA ENGEL Mİ? Hemen belirteyim; AYM, kamu personeli hakkında güvenlik soruşturması yapılmasını anayasaya aykırı bulmadı. 1994 yılından beri güvenlik soruşturması yasal zeminde yapılıyor. Bu soruşturma yine yapılacaktır. Peki, AYM ne yaptı? Yaptığı, OHAL döneminde KHK olarak çıkarılan, sonra yasalaştırılan soruşturmanın yapılma biçimini anayasaya aykırılığından dolayı iptal etmek oldu. Çünkü, kamu hizmetine girme koşullarının kanunla düzenlenmesi gerekiyor. Kamu görevine girişte güvenlik soruşturması veya arşiv araştırması yapılması koşulu öngörülmesine rağmen, soruşturma ve araştırmanın nasıl yapılacağına ilişkin kanunda herhangi bir düzenleme yok. Bireyin temel hak ve özgürlüklerini esaslı bir şekilde etkileyen, sınırlandıran bir konuda temel düzenlemeler yapılmayarak uygulamaya ilişkin hususların idareye bırakılması, yasama yetkisinin devri anlamına geliyor. NE, NİÇİN İPTAL? Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli birimler, güvenlik soruşturması, arşiv araştırması kapsamında bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları arşivlerinden, elektronik bilgi işlem merkezlerinden bilgi ve belge almaya, tutulan kayıtlara ulaşmaya, Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından yürütülen soruşturma sonuçlarını, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar ile kesinleşmiş mahkeme kararlarını almaya yetkili kılındı. AYM, bunu inceleyip iptal etti. Gerekçesini şuna dayandırdı: “Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda kişisel veri niteliğindeki bilgilerin alınmasına, kullanılmasına, işlenmesine yönelik güvenceler ve temel ilkeler kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verilmesi anayasanın 13 ve 20. maddeleriyle bağdaşmamaktadır.” Yani, bu işlemlerin nasıl yapılacağının, kanunda açık bir biçimde belirtilmesi gerektiği ifade ediliyor. Yasal düzenlemede bunların belirtilmesi isteniyor, o zaman güvenlik soruşturmalarına engel bir durumun da olmadığı kaydediliyor. SORUŞTURMA YAPACAKSIN… AYM’nin 19 Şubat 2020 tarihinde iptal ettiği maddelerden birisi de Devlet Memurları Kanunu’nun 48. Maddesi’nin birinci fıkrasına eklenen “Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak” hükmü. Mahkemenin, bunu niçin iptal ettiğini gerekçeden okuyalım: “Kamu görevlerine atanacak kişiler bakımından birtakım şartlar getirilmesi doğaldır. Kamu görevine atanmadan önce kişilerin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasını öngören kural, kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Ancak bu alanda düzenleme getiren kuralların kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbirler uygulama ve özel hayatın gizliliğine yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini yeterince açık olarak göstermesi ve olası kötüye kullanmalara karşı yeterli güvenceleri sağlaması gerekir. Kişisel veri niteliğindeki bilgilerin alınmasına, kullanılmasına ve işlenmesine yönelik güvenceler ve temel ilkeler kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verilmesi de anayasaya aykırıdır.” KANUNDA BELİRTİLMELİ Burada da “Siz güvenlik soruşturması yapamazsınız” denilmiyor. Kişisel verilerin kullanılması ve işlenmesine yönelik güvencelerin kanunda belirtilmesi gerektiği vurgulanıyor. Hukuk devletinde kanuni düzenlemelerin herhangi bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. O yüzden, şimdi kavga zamanı değil, AYM’nin iptal gerekçeleri de dikkate alınarak buna göre TBMM’de bekleyen teklifin bir önce yasalaşmasıdır. Bu düzenleme bekleniyor. Kaynak – Sözcü KHK Haber
  10. Anayasa Mahkemesi’nin KHK’lerle kamu görevinden ihraç edilen kişilerin avukatlık yapabilmesinin önünü açan kararı Resmi Gazete’de yayımlandı. Karar, KHK nedeniyle avukatlık yapamayan ya da stajını tamamlayamayan kişiler için emsal niteliği taşıyor. Stajı yarım kalan Cenk Yiğiter, Ankara Barosu’na başvururken avukat Benan Molu, “Soruşturmalar devam ettiği için yüzlerce kişi avukat olamıyor” dedi. Anayasa Mahkemesi (AYM), Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) ihraç edilen kişilerin avukatlık yapmalarının engellenmesinin hak ihlali olduğuna karar vermişti. AYM’nin bu yönde aldığı iki karar bugün Resmi Gazete’de yayımladı. Kararın ardından KHK’lerle ihraç edilenler artık avukatlık mesleği yapabilecek, bu nedenle stajı yarım kalanlar da stajlarını tamamlayıp Türkiye Barolar Birliği’ne ruhsat başvurusunda bulunabilecek. ‘KARAR AÇIK OLMASINA RAĞMEN…’ Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden ihraç edilen Cenk Yiğiter de bu durumda mağdur olanlardan sadece biri. Stajı yarım kalan Yiğiter bu kararın ardından avukatlık stajını tamamlamak için Ankara Barosu’na başvuruda bulundu. Baronun yönetim kurulu başvuruyu kabul ederse Yiğiter avukatlık stajına kaldığı yerden devam edecek ve ruhsat alabilmek için Barolar Birliği’nin onayı beklenecek. Yiğiter, AYM’nin kararı için şunları söyledi. “Bu durum başından beri hak ihlaliydi. KHK ile meslekten ihraç edilenlerin avukatlık yapamaması Anayasa’ya aykırıydı. Aynı zamanda bu durum daha önce Danıştay’ın verdiği kararlara da aykırıydı. Danıştay’ın daha gönce bir avukat için, avukatlık her ne kadar bir kamu görevlisi olarak bilinse de avukatlığın bir kamu görevi olmayacağına dair net kararı vardı. Kamu görevi olmayacağına dair net kararı var. Danıştay, ‘Kamu görevlisi rejime bağlı değildir’ demişti. Bu kadar açık kararı olmasına rağmen alt dereceler idari mahkemeler gayet siyasi biçimde kamu hizmetinden çıkarılan kişiler için avukatlık mesleği yapamaz dediler. Bu kararlar maalesef bölge idari mahkemelerinde kesinleşti. Benim bildiğim tüm Türkiye’de bir mahkemede sadece bir üye azınlık şerhi düştü. Diğer bütün kararlar oy birliğiyle alındı” “AYM kararı herkesi bağlar” diyen Yiğiter şöyle devam etti: “Adalet Bakanlığı nasıl bir pozisyon alacak, bakıp göreceğiz.” ‘SORUŞTURMALAR DEVAM ETTİĞİ İÇİN YÜZLERCE İNSAN AVUKAT OLAMIYOR’ Avukat Benan Molu, kararın bağlayıcı olduğunun altını çizerek, “Karar Adalet Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı için de bağlayıcı. AYM’nin karar verdiği bu iki kişi yeniden yargılanma için talepte bulundu ve yeniden baroya başvuru yaptı. Bir KHK’li ben avukat olmak istiyorum dedikten sonra Adalet Bakanlığı ve barolar bunu almak zorunda. Örneğin Cenk Yiğiter bu kararı örnek gösterip bir ruhsat ya da staj başvurusunda başvurabilir. Herkesin durumu farklı olduğu için somut değerlendirme yapılabilir. Yüzlerce insan soruşturma ve kovuşturmaları devam ettiği için avukat olamıyor. Soruşturma neden açıldı buna bakarak barolar ve barolar birliğinin bir değerlendirme yapması gerekir.” Kaynak[1] References^ Kaynak (www.gazeteduvar.com.tr)Kaynak
  11. CHP Aydın milletvekili ve Adalet Komisyon’u üyesi Süleyman Bülbül, AYM’nin KHK ile ihraç edilmiş hukukçuların avukatlık yapmasına izin verilmemesi hakkında ihlal kararı vermesi hakkında açıklama yaptı. CHP Aydın milletvekili ve Adalet Komisyon’u üyesi Süleyman Bülbül, AYM’nin KHK ile ihraç edilmiş hukukçuların avukatlık yapmasına izin verilmemesi hakkında ihlal kararı vermesi hakkında açıklama yaptı. Bülbül, emsal niteliğindeki bu kararın önemine dikkat çekerek, “Bu karar bir emsal niteliğindedir. Ancak KHK’lar iptal edildiğinde asıl adalet yerini bulacaktır” dedi. “Çalışma hakları ellerinden alındı” Hukuksuz KHK’lerle binlerce akademisyenin, hukukçunun ve pek çok yurttaşın mesleklerinin elinden alındığını belirten Bülbül, şunları söyledi: “Hukuksuzluk rejimi içerisinde, ifade özgürlüklerini kullanan vatandaşlarımızın hayatları, somut delil olmaksızın darmaduman edildi. Mahkeme kararı olmaksızın maaşlarını, haklarını kaybettiler. Bunun üstüne mesleklerini yapmalarına izin verilmedi. Anayasanın 49. Maddesinde yer alan çalışma hakları da ellerinden alındı. “Aileleri ve kendilerine, yaşamlarını sürdürememeleri için tüm yollar kapatıldı. Bir nevi açlığa terk edildiler. Bağımlı yargıda hak arama hürriyetlerini kullanamadılar, mahkemelere erişemediler. İşlevsiz OHAL Komisyonuna mahkum edildiler. Toplam 46 KHK’lı haksız hukuksuz işinden çıkarıldığı ve hayatına devam edemediği için intihar etti. KHK nedeniyle işlerini kaybeden, çalışma hürriyetleri elinden alınan binler kişinin ve ailesinin ahını bu iktidar ödeyemez. Adil yargılanma hakkı ihlal edildi “Adalet Bakanlığı, ihraç edilen tüm hukukçu yurttaşların avukatlık stajı yaptığını tespit etmesi halinde, stajların iptal edilmesini talep ederek dava açmıştı. Bakanlığın dosyada ileri sürdüğü iddiaları çürütecek Danıştay kararları olmasına rağmen “bağımlı ve taraflı yargıda” hukuka uygun kararlar verilmedi. Ama 7 Eylül 2020 günlü Resmi Gazetede yayımlanan bu 2 bireysel başvuru kararı ile yaşanan ihlale karşı geç de olsa bir cevap verilmiş oldu. Yüksek Mahkeme KHK ile ihraç edilen hukukçuların, avukatlık yapabileceğine hükmederek, Anayasanın 20. Maddesinde yer alan özel hayatın gizliliği ve 36. Maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verdi. “OHAL’de yaşadığımız hukuksuzluk rejiminin etkileri halen devam ediyor. İdari organlar, yasama makamı gibi hareket ediyor. Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karar emsal niteliğindedir. Ancak hukukun ve hak mücadelesinin yerini bulması ancak KHK’lar iptal edildiğinde gerçekleşecektir. Tüm KHK’lar ve buna ilişkin çıkarılan düzenlemeler iptal edilmelidir.” Kaynak[1] References^ Kaynak (bianet.org)Kaynak
  12. [embedded content] Avrasya Araştırma Şirketi tarafından KHKlılar ile ilgili anket yapıldı. Araştırma Şirketi Başkanı Kemal Özkiraz araştırma sonuçlarını kendi kişisel youtube sayfasından değerlendirdi. Vatandaşlara KHKlılar ya da KHK mağdurları kimdir? Mahkeme kararı olmadan KHKlıların işten çıkarılmasını doğru buluyor musunuz? Ailenizde yada yakın çevrenizde KHK ile ihraç olmuş kimse var mı? gibi sorular soruldu. Önceki İçerikAYM: KHK ile atılan taşeron işçi işe iade davası açabilir[1] References^ AYM: KHK ile atılan taşeron işçi işe iade davası açabilir (www.khkhaber.com)Kaynak
  13. Anayasa Mahkemesi verdiği iki ayrı kararla, terör örgütleri ile irtibat ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle KHK ile işten çıkarılan taşeron işçilerin açtıkları işe iade davalarının reddedilmesinin adil yargılama hakkını ihlal ettiğine hükmetti. Berrin Baran Eker ve Emin Arda Büyük, Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) kapsamında, terör örgütleri ile irtibat ve iltisakları gerekçe gösterilerek işten atıldı. İşten çıkarılmalarının haksız olduğunu belirten başvurucular, konuyu yargıya taşıdı ancak sonuç alamadı. Eker ve Büyük’ün yaptığı başvuruları değerlendiren Anayasa Mahkemesi, ayrı ayrı verdiği kararlarla başvurucaların adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Eker’in o tarihte çalıştığı taşeron şirketin bağlı bulunduğu Diyarbakır’daki belediye, Büyük’ün ise çalıştığı şirketin bağlı bulunduğu Muğla’daki üniversite tarafından işten atılması istendi. Taşeron şirketler Eker ve Büyük’ün iş sözleşmelerini feshetti. Eker, iş sözleşmesinin feshedilmesine karşı işe iade davası açtı. Ancak başvurduğu iş mahkemesi davanın reddine karar verdi. Bunun üzerine istinaf mahkemesine başvuran Eker, buradan da sonuç alamadı. Ardından Eker, 1 Ağustos 2018’de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundu. Eker, başvurusunda, iş akdi feshinin geçerli bir sebebe dayandığının işveren tarafından ispatlanması gerektiğini, kendisine yöneltilen terör örgütü ile iltisak ve irtibat iddiasının herhangi bir delile dayanmadığını, bunun adil yargılama hakkını ihlal ettiğini savundu. Adalet Bakanlığı’nın Yüksek Mahkeme’ye gönderdiği savunmada ise, ret kararının mevzuata ve Yargıtay içtihadına uygun olduğu, dosyanın istinafta da görüşülerek feshin geçerli nedene dayandığı tespit edilerek reddedildiği aktarıldı. Büyük’ün de iş akdinin tek taraflı feshedilmesine karşı açtığı işe iade davaları reddedildi. Anayasa Mahkemesi’ne adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini öne sürerek başvuran Büyük, FETÖ/PDY ile irtibatlı ve iltisaklı olduğu gerekçesiyle işten çıkarıldığını, ancak bu konuda hiçbir delil bulunmadığını anlattı. Büyük, başvurusunda kendisi ile aynı durumda olan bir başka iş arkadaşının davasının kabul edildiğini, ancak kendi başvurusunun reddedildiğini aktardı. Yüksek Mahkeme, Eker ve Büyük’ün yaptıkları başvurular sonucu verdiği iki ayrı kararda, hem ilk derece mahkemesinin hem de istinaf mahkemesinin başvurucularla ilgili kararlarında, asıl işveren (kamu kurumu) kanaati ile sözleşmenin feshedildiğini, başvurunun esasının mahkemelerce değerlendirilmediğini, başvurunun esastan görüşülmesi gerektiğini, bu nedenle başvurucuların adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini tespit etti. Eker ve Büyük hakkında yeniden yargılama yapılmasına karar veren Yüksek Mahkeme, kararların örneklerinin ilgili ilk derce mahkemelerine gönderilmesine hükmetti. Anayasa Mahkemesi, bu kararı ile, işten çıkarma kararının KHK kapsamında alınmış olmasının işe iade davası açmaya engel olmadığını belirlemiş oldu. (ANKA) Kaynak
  14. Nusaybin’de 6 Ocak 2017 tarihinde Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Nusaybin Kuyumcular ve Sarraflar Derneği, OHAL Komisyonu kararı ile tekrar açıldı. Nusaybin’de 6 Ocak 2017 tarihinde Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Nusaybin Kuyumcular ve Sarraflar Derneği, OHAL Komisyonu kararı ile tekrar açıldı. Resmi Gazetede 6 Ocak 2017 tarihinde OHAL kapsamında yayımlanan 679 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Nusaybin Kuyumcular ve Sarraflar Derneği, Cumhurbaşkanlığı Olağanüstü Hal İşlemleri (OHAL) Komisyonuna başvurarak kararın iptali başvurusunu yaptı. Derneğin başvurusunu kabul eden OHAL Komisyonu, yaptığı inceleme ve soruşturma sonucunda 14 Temmuz 2020 tarihinde derneğin tekrar açılmasına karar verdi. Evrak işlemleri ve kararın Mardin Valiliği İl Dernekler Müdürlüğüne ulaşması sonrası Mardin İl Dernekler Müdürlüğüne davet edilen Nusaybin Kuyumcular ve Sarraflar Derneği Başkan Tekyeddin Aktaş, derneğin tekrar açılması ve faaliyetlerine başlaması onayını aldı. Yaklaşık 3 yıldır kapalı olan derneklerinin OHAL Komisyonunca yapılan inceleme sonucu tekrar açılmasından dolayı Nusaybin Kuyumcuları ve Sarrafları adına memnuniyetini dile getiren Başkan Aktaş, meslek kuruluşu olarak faaliyetlerine tekrar başlayacaklarını söyledi. Kararın Nusaybin Kuyumcuları ve Sarrafları adına hayırlı olması temennisinde bulunan Aktaş, “Bizler bir meslek kuruluşuyuz. Sadece mesleğimiz ile ilgili faaliyetlerde bulunuyoruz. Yaklaşık üç yıl önce KHK ile kapatılan derneğimiz, Cumhurbaşkanlığı OHAL Komisyonunca yapılan inceleme ve soruşturma sonucunda masum olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Derneğimizin tek amacı, ilçemizde faaliyet gösteren kuyumcu ve sarrafların mesleki birliğini ve dayanışmalarını sağlamaktır. Derneğimizin tekrar açılması tüm esnaflarımıza ve ilçemize hayırlı olsun. Evrak işlerinden sonra derneğimiz tekrar faaliyetlerine başlayacaktır” dedi. Kaynak[1] References^ Kaynak (www.nusaybinim.com)Kaynak
  15. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL kapsamında çıkarılan KHK’ye dayanarak Adalet Bakanlığı, kamu görevinden çıkarılan hukuk fakültesi mezunu veya daha önceden avukatlık ruhsatı sahibi olan çok sayıda kişinin avukatlık yapmasına karşı çıktı. Bakanlık, gerekçe olarak avukatlığın kanunda bir kamu hizmeti olarak tanımlanmış olmasını gösterdi. Darbe girişimi sonrası Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nda iletişim uzmanı olarak görev yapan Tamer Mahmutoğlu ihraç edildi. Eski Savcı Mehmet Bayhan da Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından meslekten çıkarıldı. Bayhan, açılan davada beraat ederken Mahmutoğlu hakkında herhangi bir dava açılmadı. Her iki isim, bulundukları illerde avukatlık yapmak amacıyla baro lehvasına yazıldı. Ancak bakanlığın açtığı dava sonucunda iptal kararı çıktı. Bayhan ve Mahmutoğlu’nun başvurusunu karara bağlayan AYM, iki başvurucunun haklarının ihlal edildiğine karar verdi. AYM, ihlalin ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması amacıyla kararın bir örneğini idare mahkemesine gönderecek. İhlal kararında, her iki ismin herhangi bir ceza almamasının etkili olduğu öğrenildi. ‘ÇOKLU BARO’ ESASTAN GÖRÜŞÜLECEK AYM bekçilerin yetkilerini artıran yasa ile ‘çoklu baro’yu içeren düzenleme için yapılan başvuruyu görüştü. Her iki düzenlemenin iptal ve yürütmenin durdurulması istemini reddeden AYM, esastan görüşmeye karar verdi.. Esastan görüşme, önümüzdeki haftalarda olacak. AYM, yeniden milletvekili seçilerek dokunulmazlık kazanmasına karşın tutuklu yargılaması sürdürülen eski CHP’li Enis Berberoğlu’nun yaptığı başvuruya ilişkin görüşmeyi ise erteledi. Berberoğlu’nun başvurusunun eylül ayında görüşülmesi bekleniyor. Kaynak[1] References^ Kaynak (www.cumhuriyet.com.tr)Kaynak
  16. 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Boğaziçi Köprüsünde teslim olmuş askerlere yönelik sivillerin hukuk dışı eylemleri için yargı yolu açıldı. Halka ateş açan askerlere dönük eylemlerin meşru müdafaa olduğuna karar veren Anayasa Mahkemesi (AYM) üyeleri, teslim olmuş askerlere yönelik sivillerin hukuk dışı eylemleri için yargı yolunun kapalı olmadığını belirtti. Cumhuriyet’ten Alican Uludağ‘ın haberine göre, Anayasa Mahkemesi (AYM), 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılması kapsamında hareket eden sivillere hukuki, mali ve cezai zırh getiren düzenlemenin iptali talebini oy birliğiyle reddetti. Kararın verildiği toplantıda, darbe girişimi sırasında halk ateş açan askerlere yönelik eylemlerin meşru müdafaa hakkı kapsamında olduğu, ancak teslim olmuş askerlere yönelik hukuk dışı eylemler için yargı yolunun açık olduğu görüşü öne çıktı. Bu görüşün gerekçeli karara girip girmeyeceği merak konusu oldu. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL kapsamında yapılan düzenlemeyle, 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler hakkında hukuki, mali ve cezai sorumsuzluk getirildi. 1 Şubat 2018’de yapılan değişiklikle de 6755 sayılı yasanın 37. maddesine “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır” fıkrası eklendi. CHP DAVA AÇTI Bu hükümle, darbenin bastırılmasında görev alan sivillere de yargısal zırh getirilmiş oldu. CHP, düzenlemenin sadece sivillere yönelik zırh getirilen kısmının anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali talebiyle AYM’de dava açtı. Yüksek Mahkeme, 13 Temmuz’da yaptığı toplantıda, iptal talebini oy birliğiyle reddetti. Toplantıda, darbenin bastırılmasında meşru müdafaa dışındaki eylemlere karşı yargı yolunun açık olduğu görüşünün öne çıktığı öğrenildi. BOĞAZİÇİ KÖPRÜSÜNDEKİ LİNÇ Örneğin Boğaziçi Köprüsü’nde askerlerin kemerle dövülmesi gibi teslim olmuş askerlere yönelik sivillerin hukuk dışı eylemleri için yargı yolunun kapalı olmadığını belirten üyeler, halka ateş açan askerlere dönük eylemlerin ise meşru müdafaa olduğunu kaydetti. Bu görüşlerin de “uygun dille” gerekçeli karara yazılacağı ifade edildi. Kaynak
  17. Anayasa Mahkemesi, KESK ve Genel İş üyesi 19 kişinin başvurusunu karara bağladı. Yüksek mahkeme, başvurucuların sendika toplantılarının terör örgütü üyeliği için delil olarak sayılmasının, Anayasada tanınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlali ettiği kararı vererek yargılamanın yeniden yapılmasına hükmetti. Anayasa Mahkemesi aralarında KESK Genel Başkanı Lami Özgen’in de bulunduğu, KESK ve Genel İş üyesi 19 kişinin başvurusunu karara bağladı. Yüksek mahkeme, kararında başvurucuların sendika toplantılarının terör örgütü üyeliği için delil olarak sayılmasının, Anayasada tanınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlali ettiği kararı vererek yargılamanın yeniden yapılamasına hükmetti. Ancak yüksek mahkeme, başvurucuların 24 Haziran 2012 gecesi evlerinin basılarak gözaltına alınmasının, başvuruda konu ile ilgili yeterli delil sunulmadığını belirterek özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının ihlali hak ihlali olmadığına, başvurucuların iddialarının dayanaktan yoksun olduğuna hükmetti. Başvurusunun değerlendirilmesi aşamasında Adalet Bakanlığı’ndan AYM’ye gönderilen savunmada, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının sınırlandırılmasının kanunla mümkün olduğu kaydedildi. Bakanlık, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının sınırlandırılmasının ‘demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak’ meşru nedenlerle sınırlandırılabileceğini savundu ve “AYM’nin, derece mahkemelerinin bu takdir payının Anayasa’ya uygunluğunu değerlendirirken başvuranın kişisel özellikleri, mesleği, statüsü yanında terörle mücadeleye bağlı zorlukları da göz önünde bulundurması gerektiğini” bildirdi. Yüksek mahkeme, kararında toplantı niteliğinde bir etkinliğe katılmanın Anayasada yer alan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılması kapsamında ele alınması gerektiğine, dolayısıyla anayasal bir hakkın kullanılmasının terör örgütü üyeliğinin delili olamayacağı kararı verdi. KESK ve KESK’e bağlı sendikalara üye 35 kişi, 28 Mayıs 2009 tarihinde KESK Genel Merkezi’nin de aralarında bulunduğu çok sayıda adrese yapılan baskınlarla gözaltına alındı, 22’si tutuklandı. Tutuklu sanıklar 6 ay sonra serbest bırakılırken, mahkeme sonunda sanıkların terör örgütü üyeliği suçundan mahkumiyetine karar verildi. 16, 17, 18 Ocak 2009 tarihlerinde KESK’e bağlı Eğitim Sen tarafından düzenlenen bir toplantının delil olarak değerlendirildiği davada 25 sanık hakkında 6 yıl 3’er ay hapis cezasına hükmedildi. Kaynak
  18. CHP İstanbul Milletvekili Turan Aydoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL döneminde 36 KHK yayımlandığını belirterek, bunlardan birinin OHAL’li kalıcı hale getirdiğini savundu. CHP İstanbul Milletvekili Turan Aydoğan, 15 Temmuz darbe girişinin ardından 21 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL’le ilgili yazılı açıklama yaptı. 18 Temmuz 2018’e kadar OHAL’in uzatıldığının altını çizen Aydoğan, bu dönemde 36 KHK yayımlandığını ve bunlardan birinin OHAL’li kalıcı hale getirdiğini savundu. Aydoğan, 7145 sayılı Bazı Kanun ve KHK’larda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u 25 Temmuz 2018 günü TBMM’den oy çokluğuyla geçirdiğini belirterek, şunları söyledi: “Komisyon görüşmeleri sırasında bu değişikliğe şiddetle karşı çıktık. Beraberinde yaşanacak sorunların altını çize çize anlattık fakat iktidar kendi varlığını sürdürmek için ülkenin geleceği pahasına bu yasayı çıkarttı. Bugün yaşanan ekonomik sorunlardan tutun da toplumun huzuruna kadar her meseleyi doğrudan olumsuz etkileyen bir sürecin başlangıcına imza attılar. Bugün geldiğimiz noktada FETÖ ile mücadele konusunda ne kadar ilerleme kaydedilmiş? Devletin içine işlemiş olan bu örgüt ne kadar uzaklaştırılmış? Bunu elbette yine ülkeyi yöneten siyasi erk biliyor. Fakat bu anlamda hala tehlike olduğunu her fırsatta dile getiren de yine iktidarın kendisi. Sürekli OHAL’i bu ülke vatandaşlarına reva görenler ülkeyi ne zaman olağan hale getirecekler? Ya da getirebilecekler mi? Bu sorunun yanıtı onların bugüne kadar yürüdükleri yolda açıkça görülüyor.” Aydoğan, OHAL KHK’ları ile ilgili Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) gittiklerini ancak AYM’nin “Yetkim yok” yanıtı verdiğini aktararak, “AYM değerlendirme yetkisinin olmadığını beyan etti hem de 1992 yılında buna ilişkin emsal kararlar varken. OHAL boyunca, iki yılda toplam 36 KHK yayınlandı. KHK’larla on binlerce insanın işinden edildi” dedi. Önceki İçerikKHK ile konu ile ilgisi olmayan pek çok kişi mağdur edildi[1] References^ KHK ile konu ile ilgisi olmayan pek çok kişi mağdur edildi (www.khkhaber.com)Kaynak
  19. Gazeteci Can Ataklı yüz binlerce kişinin KHK’larla hiçbir soruşturma geçirmeden işlerinden olduğunu kaydederken, “KHK ile konu ile ilgisi olmayan pek çok kişi mağdur edildi.” dedi. Gazeteci Can Ataklı yüz binlerce kişinin KHK’larla hiçbir soruşturma geçirmeden işlerinden olduğunu kaydetti. Ataklı, bu dönemde insan haklarının, demokrasinin, hukukun askıya alındığını; adaletin ise yok edildiğini belirtirken, “KHK ile konu ile ilgisi olmayan pek çok kişi mağdur edildi. İktidarın bunu bir tür zulüm olarak, burnunu sürttürme, intikam alma gibi sürdürdüğünü görüyoruz” diye konuştu. Gazeteci Can Ataklı, KHK TV’ye ülke gündemiyle ilgili dikkat çekici açıklamalarda bulundu. SUÇUN ŞAHSİLİĞİ VAR Dört yıllık devam eden KHK uygulamalarını değerlendiren Ataklı, özetle şunları söyledi: “Özellikle Ergenekon ve Balyoz döneminde cemaat mensubu, cemaatle birlikte hareket ettiğini bildiğim pek çok isimle ekranlarda tartışırken hep şunu söylüyordum; ‘Yapmayın, bir; yol olur. İki; yarın hukuk size lazım olur. KHK ile konu ile ilgisi olmayan pek çok kişi mağdur edildi. İktidarın bunu bir tür zulüm olarak, burnunu sürttürme, intikam alma gibi sürdürdüğünü görüyoruz. Bu duyguları bir kenara bırakmamız gerekiyor. Eğer Türkiye bir hukuk devleti ise, ki şu an değil, böyle bir şeyin olmasına asla müsaade edilemez. Gerekçesi ne olursa olsun haksız uygulamalar yapıldığını hukuk dışı olarak yapıldığını görüyoruz. KHK’larla 100 bine yakın insan hiç soruşturma geçirmeden işlerinden oldu. İşin kötüsü ellerinden bir takım hakları da alındı. Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok. Bir suç işleniyorsa bunun cezası verilir ve buna hiç kimse itiraz edemez. Ama siz suçlu dediğiniz birinin çoluğuna çocuğuna kadar herkesi birden aynı kaba koyup mahkum edemezsiniz. Bu dünyada böyle bir şey yok. Suçun şahsiliği, suçun bedeli diye bir şey var. Siz şimdi suçu söylemiyorsunuz, bedeli söylemiyorsunuz. Bu vicdansız bir olay. Ruzi mahşerde bunun hesabı sorulsun deniyor. Amenna orda da sorulsun, ama oralara kadar gitmeyin. Oralarda zaten sorulur ve o bizim haddimize değil ama bu dünyada da sorulması lazım. Ben en çok ‘bunlardan hesap sorulacağını görecek miyim’ sözlerini duyuyorum. Bu duyguyu ben hiçbir dönemde görmedim.” MUHALEFETİN DURUMU Yaşanan adaletsizliklerle ilgili ana muhalefet gerekli inisiyatifi almaya korktuğuna dikkat çeken Ataklı, “Muhalefet acaba iktidar bana da bir şey der mi? diye siyaset yapıyor. Zaten diyorlar, bu şekilde bir yol alınmaz ve alınmıyor da. Adaletsizlikler artarak devam ediyor” dedi. Ataklı, ayrıca, “Şu anda Türkiye açmazların ve kaosların ülkesi haline doğru gidiyor. Bir kişi bütün yasaların, anayasanın üstüne çıkmış durumda. Anayasa diye bir şey yok artık ortada. Şimdi böyle bir ortamda hiçbirimiz güven altında değiliz. Çözüm siyasidir. Demokrasi dışı bırakın çare çözüm lafı bile etmek mümkün değil. STK’lar dernekler yapılan adaletsizliklerle ilgili siyasete, partilere baskı yapmaları lazım. Demokrasiyi işletmek, hukuku tesis etmek ve adaleti sağlamak zorundayız” ifadelerini kullandı. Kaynak[1] References^ Kaynak (www.yeniasya.com.tr)Kaynak
  20. [embedded content] Bugünün bakış açısıyla 15 Temmuz 2016’da neler yaşandı? Nasıl bu kadar çok insanı etkisi altına aldı, hangi boşluktan faydalandı? FETÖ’nün bir siyasi ayağı var mı? FETÖ bir istihbarat gibi mi çalıştı, bir cemaatten çok daha fazlası mı? Amerikan istihbaratı ve FETÖ arasında nasıl bir ilişki var? İçeride nasıl bir yapılanma var? 15 Temmuz’da Türkiye’yi devlet aklı mı kurtardı? Günümüzde FETÖ cephesinde ne yaşanıyor? Center for American Progress’in yayınladığı “Türkiye’nin Değişen Medyası” adlı rapor değişen medya düzeni hakkında hangi konulara ışık tutuyor? Gazeteci Cüneyt Özdemir ve Emekli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, 15 Temmuz’u ve yansımalarını farklı açılardan ele alıyor. Önceki İçerik3 Yeni OHAL Mahkemesi Kuruldu[1] References^ 3 Yeni OHAL Mahkemesi Kuruldu (www.khkhaber.com)Kaynak
  21. Fetullahçı kriminal örgütün 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümleri, bu hadiseyi hatırlamanın yanı sıra, kalkışmayla ilgili olarak açılmış olan davaların seyrini gözden geçirip bir envanter çıkartmak açısından da bir fırsat yaratıyor. Bu değerlendirmeyi yaparken o gece kalkışmaya fiilen katılmış olan darbecilerin adalet önünde hesap vermeleri sürecinde kat edilen mesafeyi de görmüş oluyoruz. Ancak bu envanteri çıkartırken, açılan davalarda beraat eden askerlerin sayısının hiç de az olmadığını tespit etmek, soruşturma süreçlerinin yol açtığı mağduriyetlerin boyutları hakkında göz açıcı oluyor. AKINCI DAVASI HÂLÂ BİTMEDİ Meselenin mağduriyet kısmına geçmeden önce yargılamaların genel bir fotoğrafını çekelim. Son verilere baktığımda ilk dikkatimi çeken gelişme, davaların sonuçlandırılmasında geride bıraktığımız bir yıl içinde kaydedilen gelişmenin biraz sınırlı kalmış olması. 15 Temmuz sonrasında Türkiye’nin muhtelif illerinde toplam 289 darbe davası açılmıştı. Geçen yıl bugünlerde bu davalardan 265’i sonuçlanmış bulunuyordu. Bu yıl ise biten dava sayısı 275’e ulaşmıştır. Yani bir yıl içinde yalnızca 10 dava bitirilebilmiştir. COVID-19 salgını nedeniyle duruşmaların görülmesinde yaşanan duraklamayı bunun gerisindeki faktörlerden yalnızca biri olarak not etmeliyiz. Bu durumda birinci derece mahkemelerdeki yargılamalarda parantezin kapatılabilmesi için 14 davanın daha sonuçlanması gerekiyor. Bunlardan biri, bu gruptaki en kritik dosyalardan biri olan 475 sanıklı Akıncı Üssü davası. 15 Temmuz 2016 gecesi darbe girişiminin ana karargâhı işlevini üstlenen bu üste yürütülen faaliyete ilişkin açılmış olan davada, halen savcılığın esas hakkındaki mütalaası üzerinde sanıkların yaptıkları savunmalar alınıyor. Bunun gibi sürmekte olan bir diğer kritik dava 142 sanıklı Kara Kuvvetleri Komutanlığı dosyasıdır. Ayrıca, 512 sanıklı Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı davası da bu kategorideki önemli bir başka kovuşturmadır. Keza, Ege Ordu Komutanlığı davasında haklarında hüküm açıklanan 137 sanık dışında kalan 145 sanığın yargılanmasına oldukça ağır bir tempoda devam ediliyor. Devam eden bu 14 davada yargılanan sanıkların toplamı 1.369’dur. Bu sanıklardan yalnızca 605’i tutukludur; 18’i hakkında ise yakalama kararı var... Kalan sanıklardan 544’ü adli kontrollü, 202’si ise adli kontrol önlemi de olmaksızın tutuksuz bir şekilde yargılanıyor. Muhtemelen bu yılın sonunda kalan davaların da çoğunun, belki de tümünün sonuçlanmış olduğuna tanıklık edeceğiz. Böylelikle, darbe davalarında 2021’den itibaren top herhalde artık yalnızca istinaf mahkemeleri ve Yargıtay’ın sahasında olacaktır. DAVALARIN GÖRÜNMEYEN MAĞDURLARI: ERLER... Birinci derece mahkemelerde sonuçlanmış 275 davaya baktığımızda, 1.315 sanığa ağırlaştırılmış müebbet, 1.217 sanığa müebbet, 1.598 sanığa süreli hapis cezası, 2 bin 692 sanığa beraat, 544 sanık hakkında ise ‘ceza verilmesine yer olmadığına’ karar verildiğini görüyoruz. Bu çerçevede toplam 7 bin 376 sanık hakkında birinci derece mahkemelerde hüküm çıkmış bulunmaktadır. Burada yapmamız gereken bir saptama, beraat edenlerin toplam sanıklar içindeki oranının yüzde 36.4 gibi hiç de azımsanmayacak bir ağırlık tutmasıdır. Hakkında ceza verilmesine yer olmadığına hükmedilenleri, (yüzde 7.3) de bu gruba kattığımızda yüzde 44 gibi bir orana yaklaşıyoruz. Beraat alanlar içinde erler 1.184 kişiyle yüzde 43.9 gibi bir oran oluşturuyor. Bu grupta 20 general, 408 subay, 370 astsubay, 574 uzman çavuş, 32 polis memuru, 90 askeri öğrenci ve 14 sivil kişi var. Bunlar içinde yarıdan da fazla olmak üzere devlet memuru statüsünde olanların KHK’lar vasıtasıyla kamudan ihraç edildiklerini ve hapis yatmak dahil ciddi mağduriyetler yaşadıklarını da hatırlamalıyız. Beraat edenler içinde nicelik olarak da en büyük mağduriyeti yaşayan kümelerden birinin 15 Temmuz gecesi hiçbir şeyden haberi olmayıp komutanlarının verdikleri emirlere uydukları için kendilerini darbe faaliyetinin ortasında bulan erlerin oluşturduğunu belirtmeliyiz. Buna karşılık darbe davalarında yargılanan sanık erler içinde beraat etmeyen ve suçu sabit görülerek mahkûm edilenler da vardır. Sanık erlerden 12’si ağırlaştırılmış müebbet, 91’i müebbet, 43’ü ise süreli hapis cezasına çarptırılmıştır. Çok büyük bir bölümü kalkışmanın ardından hapse atılan ve kademe kademe serbest bırakılan sanık erler, 15 Temmuz’dan sonra yaşadıkları mağduriyet bağlamında durumları kamuoyunda en az fark edilen kesim olmuştur. MAHKÛMİYETLERDE DURUM Davalardan çıkan mahkûmiyetlere bakarsak, general rütbesindeki sanıklardan 72’si ağırlaştırılmış müebbet, 20’si müebbet, 18’i süreli hapis cezası almıştır. Subay sanıklarda bu üç kategorideki mahkûmiyetlerin sayısı aynı sıra içinde 900, 429 ve 689’dur. Astsubaylarda ise bu sıralama 190, 149 ve 268, uzman çavuşlarda 51, 164, 368, askeri öğrencilerde ise 61, 352 ve 30 şeklinde beliriyor. Tabii, buraya kadar verdiğimiz sayılar birinci derece mahkemelerde açıklanan hükümleri yansıtıyor. Bu davaların bir de bölge adliye mahkemelerindeki istinaf ve en son Yargıtay’daki temyiz aşamaları var. Şimdiden sonuçlanan bazı dosyalarda birinci derece mahkemelerde mahkûm olduğu halde istinaf ve Yargıtay aşamalarında haklarında verilen mahkûmiyet kararları bozulan sanıklar da var. DAHA DENGELİ BİR FOTOĞRAF YERLEŞİYOR Sonuçta, beraat eden asker sanıklarla ilgili olarak verdiğimiz oranın özellikle Yargıtay aşamasından sonra daha da yükseleceğini pekala gerçekçi bir tahmin olarak ileri sürebiliriz. Ancak beraatların sayıca artması keyfiyeti, hatırı sayılır bir bölümü 15 Temmuz gecesi suçüstü yakalanan ve mahkûm olan darbe faillerinin sayısının ciddi bir orana karşılık geldiği gerçeğini göz ardı etmemelidir. Birinci derece mahkemelerde ağırlaştırılmış müebbet, müebbet ve süreli hapis cezasına çarptırılan sanıkların oranı yüzde 56’dır. Yine de yargılama sürecinin zaman içinde ilerlemesiyle darbe davalarında kim suçlu-kim masum ayrımını yapabilmemiz açısından ilk döneme kıyasla daha dengeli bir fotoğrafın yerleşmekte olduğunu söyleyebiliriz. Ne yazık ki, bütün bu süreç ağır bir şekilde işlemektedir. Ve insani düzeyde maruz kalınan mağduriyetler, çekilen acılar, yaşanan sıkıntıları telafi etmek mümkün olmamaktadır. Kaynak
  22. Hâkimler ve Savcılar Kurulu Birinci Dairesince, idari yargı ilk derece mahkemesi hâkimlerinin müstemir yetkilerinin belirlenmesi çalışmaları, 14/07/2020 tarihi itibarıyla tamamlanarak karara bağlanmıştır. Buna göre OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu tarafından verilen kararlara karşı açılan davalara bakmak üzere 3 yeni idare mahkemesi görevlendirilmiştir. Ankara 19, 20, 21, 22, 24 ve 25. İdare Mahkemelerine ek olarak 26 27 ve 28. İdare Mahkemesi 17 Temmuz 2020 den itibaren faaliyete başlıyor. , 17 Temmuz tarihten itibaren açılan yeni davalar bu 3 mahkemede görülecek. HSK Kararının İlgili Bölümü Önceki İçerikAkif Beki: 15 Temmuz sonrası suçlunun yanında masumlar da ezildi[1] References^ Akif Beki: 15 Temmuz sonrası suçlunun yanında masumlar da ezildi (www.khkhaber.com)Kaynak
  23. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde danışmanlığını yapan Karar gazetesi yazarı Akif Beki 15 Temmuz sonrası yaşanan hukuksuzluklarla ilgili bir yazı kaleme aldı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde danışmanlığını yapan Karar gazetesi yazarı Akif Beki, 15 Temmuz darbe girişimin yıldönümünde kaleme aldığı yazıda, “Ülkenin kimyası öyle bir bozuldu ki o gün bugün düzelmedi. Hâlâ normalleşebilmiş değiliz. OHAL rejimi, kısmen bir daha çıkmamak üzere hayatımıza girdi. FETÖ’yle mücadele adına kurunun yanında yaş da yandı. Suçlunun yanında masumlar da ezildi.” düşüncesini dile getirdi. Beki, “Haksız yere hayatı kararan, hakkını arayamayan, tüm kapılar yüzüne kapatılan mağdurları savunmak dahi zorlaştı. Bu arada, yeni FETÖ’lerin çıkmaması için yapılacaklar hala yapılacak. Batıl inanç ve hurafelerle, din hokkabazlarıyla, dini duyguların tacirliğiyle mücadeleden söz ediyorum. Cehalet ve din istismarıyla savaş kazanılmadan FETÖ yenilmiş sayılamazdı hani?” görüşünü savundu. Beki, “Şehitlerimizi rahmetle anıyorum, hakları ödenmez. Kuru laftan, hamasi nutuklardan fazlasını borçlu değil miyiz onlara? Demokrasiye canları pahasına sahip çıktılar. Bıraktıkları yerden daha mı ileride bugün, daha mı geri gitti? Emanetlerine böyle mi hıyanet etmeyecektik? Demokrasi nöbetini bırakmamak, 15 Temmuz direnişinin kahramanlarına boynumuzun borcu değil mi?” ifadesini kullandı. İşte Akif Beki’nin yazısının o bölümü 15 Temmuz’dan bugüne demokrasi Ülkenin kimyası öyle bir bozuldu ki o gün bugün düzelmedi. Hala normalleşebilmiş değiliz. OHAL rejimi, kısmen bir daha çıkmamak üzere hayatımıza girdi. FETÖ’yle mücadele adına kurunun yanında yaş da yandı. Suçlunun yanında masumlar da ezildi. Haksız yere hayatı kararan, hakkını arayamayan, tüm kapılar yüzüne kapatılan mağdurları savunmak dahi zorlaştı. Bu arada, yeni FETÖ’lerin çıkmaması için yapılacaklar hala yapılacak. Batıl inanç ve hurafelerle, din hokkabazlarıyla, dini duyguların tacirliğiyle mücadeleden söz ediyorum. Cehalet ve din istismarıyla savaş kazanılmadan FETÖ yenilmiş sayılamazdı hani? Şehitlerimizi rahmetle anıyorum, hakları ödenmez. Kuru laftan, hamasi nutuklardan fazlasını borçlu değil miyiz onlara? Demokrasiye canları pahasına sahip çıktılar. Bıraktıkları yerden daha mı ileride bugün, daha mı geri gitti? Emanetlerine böyle mi hıyanet etmeyecektik? Demokrasi nöbetini bırakmamak, 15 Temmuz direnişinin kahramanlarına boynumuzun borcu değil mi? Yazının Tamamı[1] References^ Yazının Tamamı (www.karar.com)Kaynak
  24. HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu ile Mağdurlar İçin Adalet Platformundan Doç. Dr. Bayram Erzurumluoğlu, “3. Yılında OHAL’in Toplumsal Maliyetleri Raporu”nu açıkladı. 1500 sayfalık araştırma raporundan çıkan bazı veriler ise şu şekilde: Araştırmaya, 2748 ‘OHAL /KHK mağduru’, 332 ‘mağdur yakını’ ve 225 ‘doğrudan mağduriyeti olmayan birey’ kategorilerinde toplamda 3 bin 305 kişi katılmıştır. Katılımcıların 782’i kadın, 2523’ü erkektir. Katılımcılar arasında 76 engelli bulunmaktadır. Bunlardan 61’i erkek; 15’i kadındır. Tüm katılımcıların genel yaş ortalaması 40,5’dur. OHAL KHK mağduru katılımcıların yaş ortalaması 40,7; mağdur yakınlarının yaş ortalaması 38,45, doğrudan mağduriyeti olmayanların yaş ortalaması ise 41,85’dır. KHK mağdurların yüzde 99,1’i bir yüksekokul /fakülte /yüksek lisans veya /doktora mezunudur. Yüksek öğrenim derecesine sahip KHK mağdurlarından, yüzde 22,1’inin yüksek lisans ve de yüzde 8,5’inin doktora mezunu olduğu da dikkate alındığında, bu iki yüksek eğitimli grubun toplam oranı yüzde 30,6’ya ulaşmaktadır. TÜİK’e göre Türkiye’de, toplam nüfus içerisindeki, Yüksekokul / Fakülte / Yüksek Lisans ve / Doktora mezunları toplamının genel nüfusa oranının yüzde 17 civarında olduğu dikkate alındığında, KHK’ların Türkiye için ne kadar büyük bir nitelikli insan kaynağı kaybına yol açtığı görülebilmektedir. KHK mağduru katılımcıların yüzde 87,3’ü evli veya bir evlilik yaşamıştır. Ortalama çocuk sayıları 2’dir. KHK/OHAL Mağduru katılımcılar OHAL mağduriyetleri öncesine göre ortalama aylık (4600 TL) gelirlerinin yüzde 70’ini kaybetmişlerdir (1400 TL). Mağdur yakınları da çeşitli sebeplerle yüzde 50 gelir kaybına uğramışlardır. Ayrıca hem mağdurların hem de mağdur yakınlarının hane halkı gelirlerinde ortalama yüzde 60’lık gelir kayıpları oluşmuştur. Ancak OHAL, doğrudan mağduriyeti olmayan bireylerin de gelirlerinde ortalama yüzde 25 oranında azalmaya yol açarak, onları da OHAL’in “üçüncül mağdurları” kategorisine yerleştirmiştir. Ancak, katılımcıların 3 yıl önceki gelirleri ile mevcut gelirleri arasındaki enflasyon farkı dikkate alındığında tüm katılımcı kategorilerinin çok daha yüksek oranlarda fakirleştiği ortaya çıkacaktır. 15 Temmuz 2016 sonrası, işsiz bırakılan KHK/OHAL mağdurları arasında, mevcut (şimdiki) işsizlik oranı yüzde 46’dır. Bir işte çalışanların çoğunluğu sigortasız ve/veya düşük kazançlı işlerde çalışmaktadır. KHK/OHAL mağdurları, kendilerini, inançsal olarak, yüzde 89,5 oranında Müslüman ve yüzde 84,5 Sünni olarak tanımlamışlardır. Ancak mağdurlar arasında kendilerini Deist (yüzde 4,8), Agnostik (yüzde 0,5), Ateist (yüzde 2,2) ve Hümanist (yüzde 2,7), Zerdüşt (yüzde 0,1) olarak tanımlayanların toplam oranının yüzde 10,3 olduğu görülmektedir ki bu oranlar mağdurlar arasında din, dindarlık ve dinin siyasete alet edilmesi konularında önemli miktarlarda tepkilerin oluştuğuna işaret etmektedir. Mağdurların kendilerini inançsal olarak tanımlamadaki 3 yıllık araştırma trendi İbrahimi/semavi dinlere inançta azalma ancak hümanist/felsefi dinlere inançta yükselmeler yaşandığı yönündedir. KHK/OHAL mağdurları, kendilerini etnik olarak, yüzde 56,7 oranında Türk, yüzde 13,4 oranında Kürt ve Zaza olarak tanımlamıştır. Mağdurların yüzde 26,9’u ise kendilerini “Herhangi bir etnik aidiyet hissetmeyen” olarak tanımlamıştır. Mağdurların kendilerini etnik olarak tanımlamadaki 3 yıllık araştırma trendi belirli etnik tanımlamalarda azalma ancak “Herhangi bir etnik aidiyet” ten uzaklaşma yükselmeler yaşandığı yönündedir. KHK/OHAL mağdurları ağırlıklı olarak ‘Muhafazakâr-Demokrat’ kesimlerden oluşmaktadır. Ancak, OHAL mağduriyetleri sonrası, sol, sosyalist, sosyal demokratlık ve seküler/hümanist partilere yönelme yönünde artan bir trend görülmektedir. KHK/OHAL mağdurlarının yüzde 96’sı kentsel alanlarda yaşamaktadır ve yüzde 50’si, 15 Temmuz 2016 sonrasında, bulundukları evlerden, mahallelerden, şehirlerden göç etmek zorunda kalmışlardır. Mağdur yakını olarak araştırmaya katılanların yüzde 52.1’i eşler, yüzde 19’u kardeşler, yüzde 11,7’si çocuklar ve de yüzde 6,3’ü ise anne-babalardır. Mağdur yakınlarının yüzde 80,1’i, doğrudan KHK listeleri ile mağdur edilen akrabalarının bulunduğunu, yüzde 58,2’si, akrabalarının, çalıştıkları kurum yönetimleri karar ile ihraç edildiğini, yüzde 20,5’i akrabalarının, çalıştıkları/işlettikleri kurumların KHK ile kapatılması veya kayyuma devri sonucu mağduriyet yaşadığını, yüzde 12’si askeri okul öğrencisi yakınlarının, okullarının kapatılması sonucunda mağdur edildiklerini, yüzde 9.9’u ise, akrabalarının, işe alım/seçme sınavlarında başarılı oldukları halde “Mülakatta elenme” yöntemi ile mağdur edildiklerini ifade etmişlerdir. Birbirinden farklı birçok yetki veya yöntemlerle, akrabaları mağdur edilen, mağdur yakınları da bulunmaktadır. Mağdur yakınlarının yüzde 44,8’i, halen tutuklu olarak yargılamaları devam etmekte akrabalarının olduğunu belirtmişlerdir. Mağdur yakınlarının çektikleri sıkıntıların en büyüğü ekonomiktir (yüzde 97,9). İkinci sırada, psikolojik sorunlar (yüzde 88,6); üçüncü sırada itibarsızlık ve sosyal dışlanma (83,7); dördüncü sırada Sosyal çevrelerinin dağılması (yüzde 83,1), beşinci sırada İşsizlik/iş bulamama (yüzde 80,4), altıncı sırada ise Sosyal güvencesizlik sorunları (yüzde 73,2) gelmektedir. Kaynak[1] References^ Kaynak (www.ocakmedya.com)Kaynak
  25. Menfur 15 Temmuz hadisesinin ardından olağanüstü hal (OHAL) ilan edilmiş, darbeyle herhangi bir alakası olmamasına rağmen önceden hazırlandığı anlaşılan fişleme listelerine girmiş olan sayısız memurun ihracı gündeme gelmişti. İdari işlemle ihraç imkânı tanıyan 667 sayılı kanun hükmünde kararname’nin (KHK), hukuki denetime açık olduğundan mutlak “arındırma” için uygun bir yol olmayacağı kısa sürede anlaşılmış olsa gerek, daha sonra yargı yolunun kapalı olduğu doğrudan KHK ile ihraç uygulamasına geçilmiş, on binlerce kamu görevlisi birçok temel hak ve özgürlüğü ihlal edilerek hukuksuz bir şekilde bir daha kamu görevine dönememek üzere mesleğinden edilmişti. Başvuracakları yetkili başka bir merci bulunmayan ihraç edilmiş kamu görevlileri bu ağır hukuksuzluğun kapısından döneceği umuduyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurmaya başladı. Öncelikle söz konusu başvuru akınına dur demek isteyen AİHM, fahiş bir hata yaparak 29 Kasım 2016 tarihli Zihni (B. no: 59061/16) kararıyla, yasama işlemleri ile düzenleyici işlemlere karşı kapalı olan Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun kullanılması gerektiğini ifade etti. AİHM, dava yükünü ağırlaştırmasının yanında oldukça siyasi hassasiyet de içeren ihraç işlemleriyle “ilk derece yargılaması” olarak muhatap olmak istemiyordu. Bu sebeple, KHK vasıtasıyla ihraç işlemlerine karşı yargı denetimine açık olan bir iç hukuk yolunun ihdas edilmesini önemseyen AİHM, 6 Haziran 2017 tarihli Köksal (B.no 70478/16) kararıyla, 685 sayılı KHK ile kurulan fakat o tarihte henüz faal olmayan OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’nu tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olarak kabul etti. Esasen, 685 sayılı KHK’da öngörülen hükümler kapsamında ihdas edilen yolun etkin bir tazmin mekanizması olamayacağı KHK’daki hükümlerin incelenmesinden anlaşılıyordu. Kerem Altıparmak makalesinde OHAL Komisyonu ile kurulan mekanizmadaki eksiklikleri ve bu yolun neden etkin olamayacağını net bir şekilde ortaya koymuştu. Ayrıca, Köksal kararına kadar artık ihtiyaç kalmamış olmasına rağmen üç kez uzatılan ve “yeni olağan rejim” haline gelen OHAL uygulamaları çerçevesinde Komisyon’un etkin bir tazmin mekanizması olamayacağı da kolaylıkla tahmin edilebilirdi. İhraçlarda dikkate alınması gereken kriterler OHAL ile birlikte başlatılan cadı avının, eski Doğu Bloku ülkelerinde komünizmden demokrasiye geçişte başvurulan arındırma (lustration) süreciyle karşılaştırıldığına şahit oluyoruz. Bu ülkelerde uygulanan arındırma süreçleri belli kaideler üzerine bina edilmiş ve savunma garantileri içeren soruşturma süreçlerinin sonuçlarına bağlanmış olup, önceden hazırlanmış fişleme listelerinde yer alanların olağan kanun yollarıyla denetlenemeyecek şekilde kamu görevinden uzaklaştırılmaları ve ilave bir dizi ağır hak mahrumiyetlerine uğratılmaları şeklinde tecelli etmiyordu. 15 Temmuz hadisesinin hala aydınlatılmadığı, belki bundan sonra tam manasıyla hiçbir zaman aydınlatılamayacağı ve ihraç edilen memurların darbeyi desteklediklerini Hükümet dahi iddia edemediği cihetle, demokrasiye geçiş adaleti kapsamında meşruiyeti bulunan post-komünist dönem arındırma mekanizmaları ile mağdurları sivil ölüme terk eden OHAL ihraçları kabil-i kıyas değildir. Ancak, bir arındırma prosedürüne başvurulacaksa, Hükümetin temel insan haklarına saygı göstererek en azından Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Rehber İlkeleri ve Venedik Komisyonu görüşlerinde sayılan kriterlere uygun bir süreç işletmesi gerekirdi. Benzer şekilde, dönemin Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks’in “Türkiye’de Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlerin İnsan Haklarına Etkilerine İlişkin Memorandum”undaki görüşlerini de dikkate alması lazım gelirdi. Peki AİHM bu arka plan çerçevesinde Köksal kararını neden aldı? Kanaatimce, somut olarak faaliyete geçmesinden sonra teoride ümit vadetmeyen OHAL Komisyonu yolunun pratikte de bir çözüm sunmayacağı ortaya çıkacak ve söz konusu mekanizmayı tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olarak addetmek mümkün olmayacaktı. O dönemde faal olmayan ve etkin bir çözüm mekanizması olabileceği yönünde herhangi bir emarenin bulunmadığı Komisyon’a bir “şans” tanımak için AİHM bahse konu kararı, Komisyon başvuru kabul etmeye başlamadan “tam zamanında” aldı. İhraç edilen memurların kahir ekseriyetinin ihracına cevaz vermeyecek olan arındırma kriterlerini Hükümet tabii ki dikkate almıyordu. Bununla birlikte, OHAL Komisyonu’nun kuruluşuna ilişkin olan 685 ve 690 sayılı kanun hükmünde kararnamelerde, bu mekanizmanın hangi kriterleri temel alarak inceleme yapacağına dair açık bir hüküm de bulunmamaktaydı. Öte yandan, Köksal kararında AİHM, OHAL Komisyonu ile ihdas edilen iç hukuk yolunun tüketilmesi gerektiğine dair görüşünün mutlak olmadığını belirterek, sonraki davalarda bu yolun etkinliğinin ispat yükünün Hükümet üzerinde bulunacağını ve Venedik Komisyonu görüşlerinin de dikkate alınması gerektiğini de kayda geçirerek Hükümete önemli bir mesaj verdi. Köksal kararı sonrası iç hukuktaki durum Türk Hükümeti, Köksal kararını 672 sayılı KHK ile başladığı gayrıhukuki ihraç sistematiği için açık bir çek olarak algıladı. Zira, masumiyet karinesi, savunma hakkı tanınmadan soruşturma yapılmaması ve yaptırım uygulanmaması gibi hukukun temel ilkelerinin ters yüz edilmesine rağmen AİHM, ortaçağ hukukundan esinlenen “önce cezalandır, sonra yargıla” mekanizmasına örtülü onay vermişti. Avrupa Konseyi ve AİHM ile istediği yörüngede bir ilişki geliştirdiği anlaşılan Hükümet bu defa 12 Temmuz 2017 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan OHAL Komisyonu’nun Çalışmasına İlişkin Usul ve Esaslar Tebliğini yayınladı. Tebliğin 14/2 maddesi, Komisyon’un başvuruları “terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı yönünden” inceleyeceğini düzenledi. Bu hükümle birlikte, terör örgütleri veya milli güvenlik açısından sakıncalı görülen oluşumlarla kurulan “üyelik, irtibat veya iltisak” ilişkisinin ihraç işleminde esas alındığı ve ihraç işlemine karşı başvurulacak idari ya da yargısal denetimlerde yalnızca bu kriterlere dayanılacağı kesinleşti. “Cemaat”, ilk kez 26 Mayıs 2016 tarihli MGK toplantısında terör örgütü olarak adlandırıldı ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yılların içtihatlarını hiçe saydığı 26 Eylül 2017 tarih ve E.2017 /16.MD-956, K.2017/370 sayılı kararıyla terör örgütü olarak kabul edildi. Dolayısıyla, hukukun eğilip büküldüğü bu atmosferde cemaat üyeliği ya da cemaatle irtibat veya iltisak ilişkisi tespit edilenler hakkında verilen ihraç kararlarının, mevcut yasal düzenlemelere göre OHAL Komisyonu ve idari yargı tarafından onaylanacağında kuşku bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra cemaate mensubiyet olgusu aynı zamanda terör örgütü üyeliği suçundan cezalandırılma sonucunu da doğurmaktadır. Bu itibarla, hakkında cemaatle irtibat/iltisak ya da üyelik ilişkisi tespit edildiği düşünülen bir kişinin göreve iadesi yürürlükteki mevzuat açısından mümkün değildir. İrtibat/iltisak ifadelerine zaman zaman ceza yargılamasında yer verildiği görülse de bu kavramların vazıh bir hukuki tanımı yoktur. Danıştay’ın ihraç işlemleri kapsamında bu kavramları nasıl yorumlayacağı önümüzdeki dönemde belli olacaktır. AİHM’in Köksal kararında atıf yaptığı Venedik Komisyonu’nun görüşünün 131. paragrafında isabetle dile getirildiği üzere, kamu görevlisinin ihracına ancak sakıncalı örgütlerle irtibatının kaydadeğer olması durumunda ve demokratik yasal düzene sadakatinde objektif olarak ciddi şüphe doğuran fiili unsurlara dayanarak karar verilebilmesi gerekir. Ancak daha sonra yasalaşan kanun hükmünde kararnameler ve anılan Tebliğ kapsamında, OHAL Komisyonu’na Avrupa Konseyi kriterlerine uygun karar verme yetkisi tanınmamıştır. Keza, bu durumun sonucu olarak, OHAL Komisyonu’nun 3 Temmuz 2020 tarihli duyurusundan, verdiği iade kararlarının yüzde 11 oranında olduğu anlaşılmaktadır. Avrupa Konseyi kriterlerinin geçerli olduğu bir denetim sonucunda, halihazırda ihraç edilmiş kamu görevlilerinin ancak çok küçük bir kısmının ihraç edilebileceğini tekrar etmek isterim. Komisyonun verdiği kararlara karşı yargı yolu açık olmakla birlikte, yasal düzenlemelerle bağlı olan idari yargının da Venedik Komisyonu kriterlerini uygulama yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla, ihdas edilen iç hukuk yolunun, mevcut insan hakları ihlallerini gidermeye yönelik bir yol olarak görülemeyeceği açıktır. Uluslararası hukuka aykırı olan ihraç işlemlerinin idari yargı eliyle düzeltilmesine imkan bulunmamakla birlikte, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru yolu açıktır. Ancak, AYM’nin açık yasal mevzuat karşısında, cemaatle kurulan irtibat/iltisak ilişkisinin anlamlı olup olmadığı yönünden inceleme yapması bireysel başvuru kapsamında olası değildir. Böyle bir değerlendirme yapacak olsa dahi, sarih yasal hükümler karşısında idari yargının AYM’nin muhtemel bir ihlal kararını uygulaması sonucu doğmayacaktır. Yine de, AYM’nin irtibat/iltisak ilişkisinin varlığını olgusal temelde incelemesi imkan dahilindedir. Bu imkanın varlığının ihraç işlemine dair AYM’ye bireysel başvuru yolunun tüketilmesini gerekli kılıp kılmadığı, AYM’nin siyasi davalardaki mevcut ve gelecekteki performansına bağlı olarak ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. İç hukukun etkin olmadığı ve doğrudan AİHM’e başvurulabilecek durumlar Evvela, kesinleşen ceza yargılaması sonucu terör örgütü üyeliğinden ceza alan birinin göreve iade edilmeyeceği konusunda tereddüt yoktur. Dolayısıyla, OHAL Komisyonu’nun Çalışmasına İlişkin Usul ve Esaslar Tebliğinin yayınlanmasından sonra cemaat üyeliği nedeniyle hakkında kesinleşmiş bir adli yargı kararı bulunanların göreve iadelerini sağlayacak bir iç hukuk yolu bulunmamaktadır. Bu durumda bulunanlar ceza aldıkları yargılama kapsamında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunabilecek olsalar da, bu başvuru yalnızca ceza davası kapsamındaki hak ihlallerine ilişkin olacaktır. İhraç işleminin ceza davasıyla doğrudan bir bağı bulunmadığından, AYM bu davada ihraç işlemi hakkında değerlendirmede bulunamaz. Özetle, terör örgütü üyeliği dolayısıyla cezası kesinleşen birinin mevcut yasal ihraç sistematiği içinde sonuçsuz kalacağı kesin olan ihraç işlemine karşı ayrıca idari yargı yolunu takip etmesi ve nihayetinde AYM’ye bireysel başvuruda bulunması beklenemez. Kanaatimce, bu durumda olanların ceza yargılamasının kesinleşmesi ile birlikte ihraç işlemini doğrudan AİHM’e taşımaları mümkündür. Öte yandan, keza iç hukuk yolunu etkisizleştirmekle, doğrudan AİHM’e başvuruyu mümkün kıldığını düşündüğüm bir diğer çok önemli hususa dikkat çekmek isterim. OHAL’in kaldırılmasından hemen sonra 25 Temmuz 2018 tarihinde kabul edilen 7145 sayılı kanunun 23. maddesiyle OHAL Komisyonu’nu kuran 685 sayılı KHK’yı yasalaştıran 7075 sayılı kanuna 10/A maddesi eklendi. Söz konusu maddeye göre, Türk Silahlı Kuvvetleri, genel kolluk kuvvetleri personeli ve Dışişleri Bakanlığı diplomatik kariyer memurlarından göreve iade kararı alanlardan, eski kadro, rütbe veya unvanına atanması ilgili bakan onayı ile uygun görülmeyenlerin bu kurumlar içerisinde kurulan araştırma merkezlerinde görevlendirilebilmelerine yasal dayanak oluşturuldu. OHAL Komisyonu’ndan ya da idari yargıdan göreve iade kararı almış, suç olmasa dahi cemaatle hiçbir bağı olmadığını ispat etmiş, darbeyle hiçbir alakası olmayan ve uzun süre ihraç işleminin kaldırılması için mücadele eden memurların ihlal edilen haklarının “eski hale getirilmesine” söz konusu yasayla Bakan onayı şartı getirilmiştir. Bu yasal düzenleme kapsamına giren haller için, OHAL Komisyonu’nun iade kararı “adil tazmin” sağlamaya elverişli olmayacağı gibi, Komisyon’un red kararına karşı başvurulan yargı yolu idari onaya tabi kılınmış ve mahkeme kararı işlevsizleştirilmiştir. Bu durum esasen mahkeme kararlarının tüm idarî mercileri bağlayacağını düzenleyen Anayasanın 138. maddesine de aykırıdır. İlgili Bakanlıkta ayrı bir birimde kızağa çekilme yöntemine dayanan bu düzenleme hem mesleki açıdan kariyerinin durması hem de halen sakıncalı şekilde damgalanmak anlamına gelecek olup, özel hayat hakkı kapsamında meslek ve itibar hakkının bir kez daha ihlalini netice verecektir. Diğer taraftan, mahkeme kararıyla göreve iadesine hükmedildiği takdirde, mahkeme kararının icra edilmemesi sebebiyle ayrıca bir adil yargılanma hakkının ihlali sonucu doğacaktır. Bu durumda AİHM’in ihraç işlemine ilişkin olarak iç hukuk yollarının işlevsizliğine hükmedebileceği kanaatindeyim. Ancak bu defa, göreve iade edilen memurun eski kadro veya rütbesine atanmasına ilişkin ilgili Bakanın onay vermemesi işlemine karşı idari yargı ve nihayetinde AYM’ye bireysel başvuru yolunun tüketilmesinin gerekip gerekmediği sorunsalı ortaya çıkacaktır. Bakan muvafakatına karşı iç hukuk yolları açık olsa da, bu ihtimalde tekrar iç hukuk yollarını tüketme şartı aramak mağduru sonsuz bir “ihlal döngüsüne” sokmuş olacaktır. İlk önce yargı yolu kapalı olan bir ihraç işlemi için ne teoride ne de uygulamada etkin bir iç hukuk yolu olduğuna dair elimizde veri olmayan OHAL Komisyonu kurulmasıyla bu oldukça uzun süren yolu kullanmaya zorlanan mağdurun, Komisyon ya da yargı kararıyla göreve iade hakkını elde etmesine rağmen, bu hakkın Bakan onayına tabi kılınmasına karşı tekrar iç hukuk yollarını tüketmesi beklenmemelidir. KHK ile ihraç edilerek birçok temel hak ve özgürlüğü ihlal edilen memurların, uzun bir iç hukuk macerası sonunda tekrar idari onaya tabi kılınan bir yargı yolunun ihlal edilen hakların tazminine yönelik etkinliğinden bahsetmek artık mümkün değildir. AİHM’in Köksal kararından ayrılmasını gerektiren yukarıda sayılan sebepleri ana argüman olarak kullanacak 7075 sayılı kanunun 10/A maddesi kapsamına giren ilgili memurların ihraç işlemlerini AİHM’e taşımaları halinde olumlu sonuç alabileceklerini düşünüyorum. Tabii ki, bu sebeplerin yanında diğer hukuka aykırılık sebeplerini (irtibat/iltisak ilişkisinde uygulanacak yaptırımda hangi zamanın başlangıç olarak alınabileceği sorunu, OHAL’in uzatılmasının gerekliliği, OHAL gerekleriyle ihraç işlemi arasında bağ bulunmaması ve orantısız olması, ihraç işleminin süresiz oluşu, kamu gücünü kullanıp kullanmama açısından ayrım yapılmaması, ihraç kriterlerinin Sözleşme’de korunan haklar olması, Türk hukukunda memurun sadakat yükümlülüğü ile memura tanınan anayasal hakların ilişkisi vb.) de dikkatlice uluslararası yargının önüne taşımak bu tür başvurularda başarılı bir sonuç almak için elzemdir. Bununla birlikte, AİHM’e göre siyasi mülahazalardan daha ari karar alabilen ve iç hukuk yollarının tüketilmesi konusunda daha esnek olan Birlemiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’ne (İHK) ihraçlar özelinde başvurmak ve buradan ihlal kararı elde etmek stratejik açıdan oldukça önemlidir. Zira, İHK’nın bu konuda vereceği bir kararı, AİHM aynı konuyu incelerken referans olarak alacaktır. Bu durum, AİHM’in ihraç işlemlerine ilişkin karar almasını hem tetikleyecek hem de kolaylaştıracaktır. Ancak, aynı mağduriyeti ileride AİHM’e de götürmeyi hedefleyen başvurucuların dikkatli bir hareket tarzı izlemesi yararlı olacaktır. *Hakan Kaplankaya: Eski Türk diplomat, hukukçu Kaynak[1] References^ Kaynak (tr.euronews.com)Kaynak
×
×
  • Yeni Oluştur...