İçeriği gör

Liderlik Tablosu


Beğenilen İçerik

25-01-2019 • in Makale yüksek beğeni alan içerikler

  1. 4 puan
    İnsan hakları hukukçusu Sayın Kurtuluş Baştimar, forumumuza KHK mağdurlarının Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Komitesi'ne başvuru durumu için bir röportaj verdi. Forum üyeleri olarak bizim sorularımızı ve kendisinin verdiği cevapları aşağıda bulabilirsiniz. Sizler de sorularınızı kendisine iletebilmeniz için e-mail adresini kullanabilirsiniz: bastimar.kurtulus@gmail.com -Verilecek kararın kapsamı ne kadar geniş olur? Kısmen iptal mi yoksa belirli kıstaslara sahip olanlara belirli haklar geri mi verilir? Ya da doğrudan işe iade kararı çıkar mı? Bu konuda toplumda çok yanlış bir bilgi ya da algı var o da şudur; Tazminat demek, bir kişi hak ihlaline uğramadan önceki konumu ve maddi durumu ne ise, uluslararası mahkemenin verdiği ihlal kararı sonrası, o kişinin durumunun hak kaybı yaşamadan önceki haline çekilmesi demektir. Yoksa tazminat sadece maddi bir paraya hükmedip, kişinin işi ile alakalı herhangi bir dönüşün sağlanmaması olarak algılanmamalıdır. Ancak başvurucular, BM Mekanizmalarına başvururken, tazminat taleplerinin yanı sıra, işe geri iadeyi de mutlaka talep etmelidirler. -Ne kadar uzunlukta bir dava süreci olur? Masrafları nelerdir? BM İnsan Hakları komitesi kararlarını en geç iki yıl gibi bir süre içerisinde veriyor. Ancak unutulmamalıdır ki, bu sürenin kısa sürmesi, sizin başvurunuzu oraya taşıyan hukukçunuzun yazışma hızı, gelen emaillere acil cevap vermesi ile doğrudan bağlantılıdır. Başvurular BM resmi dillerinden birinde en bilineni ile ingilizce de yapılmalıdır. Başvurular için AİHM gibi anadil de kabul olmadığı için, örnek ya da uyarlanabilecek bir bilgi havuzu yok kendinize uyarlayarak forma dökebileceğiniz. Ancak BM resmi sitesinde sadece başlıklardan oluşan örnek bir dilekçe varç ancak bu dilekçe de içerik adına bir şey yok kendinize uyarlayabileceğiniz, sadece bilgileri hangi sıraya göre yazmanız gerekiyor o bilgiler var. Başvurular uluslarası insan hakları evrensel beyannamesi, uluslararası siyasal ve medeni haklar sözleşmesi ve Mandela kanunları ışığında hazırlanmalı BM İnsan Hakları komitesi ve/ya BM Keyfi tutuklamalar komitesi için. Buraya kişinin kendisi başvurduğu takdirde, başvuru için hiçbir ücret ödemeye gerek yoktur ancak bu alanda uzmanlaşmış yani insan hakları hukukçusu olan kişiler ile başvurusunu taşımak isteyen kişiler arasında yapılacak olan anlaşma sonucu buraya başvurular uzman hukukçular tarafından yapılabilir belli bir ücret karşılığı. Bm resmi sitesinde de geçen ibaredir: başvuru için avukat gerekli değildir ancak doyanızın etkili olması için avukat aracılığı ile başvurmakta fayda var. Avukat derken, her davaya bakan avukatlara bu başvurular için gitmemenizi tavisye ederim. BM insan hakları komitesi ve BM keyfi tutuklamalar komitesinin adını sadece duyan avukatlar sizlere yardım konusunda yetersiz kalacaktır. Insan hakları alanında çalışan hukukçulardan yardım alın. -Komitenin olası bir olumlu karar durumunda bekleyenlere direkt emsal olur mu? Yoksa herkesin ayrı ayrı başvuru yapması mı gerekir? Bu son derece önemli bir soru. BM kararları emsal teşkil etmez, her kişi kendisinin bizzat başvurması gerekmektedir. -Komitenin olumsuz bir karar durumunda diğer başvuru haklarımız da engellenir mi? Yoksa AİHM’ye kadar olan başvuru haklarımız korunmaya devam mı eder? Bir başvuru iki ayrı uluslararası mekanizma tarafından AYNI ANDA incelenemez. Bu noktayı iyi kavramak lazım. Bu şu demektir; AİHM olumsuz karar verdikten sonra BM’ye, BM olumsuz karar verdikten sonra AİHM’e gidilebilir. Birisi başvurusunu sonuçlandırmış olmalıdır. Bu anlamda, hayır, olumsuz sonuçlanırsa BM başvurunuz, AİHM başvuru yolunuz halen açıktır. -Komite tazminata hükmedebiliyor mu? Hükmederse, devlet "tazminatını verdik işe iade yapmıyorum" diyebilir mi? BM bütün kararlarında tazminata hükmediyor. Enson BM Keyfi tutuklamalar komitesinin verdiği Ercan demir davasında, Ercan bey hakkında tutukluluk kararı veren hakimler hakkında soruşturma bile istendi. BM tazminata hükmedip işe iadeyi ayrı tutmaz. BM’nin bir insanı haklı bulması şu demektir; başvurucu kendisine atılan bütün suçlardan beraat etmiştir, kişinin işten atılmasına sebep olarak gösterilen bu suçlamalar BM kararı ile düştüğünden kişi işine geri iade ve manevi olarak da tazminata hak kazanır. Tazminat kavramı verilen para ve işe geri iade ile beraber değerlendirilmelidir. Sadece paranın verilmesi tazminat değildir. -Komite tazminat ödenmesi gibi bir karar verirse miktar komite tarafından mi belirlenir? Genellikle komite tazminata hükmedilmesini ister eğer kişi açıkça belirtmemişse. Unutulmamalıdır ki, her başvurucu, başvurusu sırasında tazminat miktarı belirtir. Başvurmayı düşünenler de bu uyarıyı dikkate almalı ve istedikleri tazminatı belirtmelidirler. Siz talep etmedikçe komite bir miktar belirlemez. Belirlediğiniz de ise, tazminata hükmettiğinde devlet size bu miktarı öder. -Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar sözleşmesi, ek ihtiyari protokolü Madde 5(2)(b)'de tüketilmesi istenilen iç hukuk, idari değil adli olmalıdır. Bu gerçek, BM insan hakları komitesi yerleşik içtihatıdır. OHAL Komisyonu kararına iptal davaları ise idari yargı yoludur. sadece idari yargı yolu kurup , sadece idari yargı yollarının tüketilmesini istemek, BM Insan Hakları Komitesi tarafından R.T.v France 262/1987 davasında açıkça kabul edilemez bulunmuştur. Bu husus bizdeki KHK yani yasama faaliyetiyle nasıl kıyaslanabilir? Bu karar BM insan hakları komitesi’nin Fransa hakkında verdiği son derece önemli bir karardır ve özetle şunu belirtir; bir sözleşmeci devletten tesis edilmesi beklenen ve başvurucular tarafından tüketilmesi istenilen iç hukuk yolları adli olmalıdır , sadece idari yargı yolları tesis eder ve bunu da başvuruclar tarafından tüketilmesini talep ederseniz devlet olarak, bu iç hukuk yolları BM Ek seçimlilik protokolü’nde istenilen bir yargı yolu olmaktan çıkar ve başvurucuların buraları tüketmesine gerek kalmaz. Çünkü insan hakları ihlallerinin ağır yaşandığı bir yerde idari yargı yolları yetersizdir. Bizde ki karşılığı da aynıdır, şuan tesis edilen iç hukuk sistemi ohal komisyonu ve idare mahkemeleri süreci idaridir ve uluslararası hukuk normlarına aykırıdır. Tüketilmesi gerekmez. Bu argüman, başvurusunu yaptığım 672 sayılı KHK ile ihraç edilen kişinin başvurunda kullandığım argümanlardan sadece biridir. -Ceza davalarında süreci devam edenler de BM’ye başvurabilir mi? Yoksa dava sonucunu mu beklemeleri daha uygun olur? Eğer başvurucu cezaevinde belli bir süre kalıp dışarı çıkmışsa yada halen içerde ise, BM Keyfi tutuklamalar komitesine başvuru için hiçbir iç hukuk yollarını ceza davaları süreci de buna dahil, beklemeden, buraları tüketmeden başvurularını direk yapabilirler. Iç hukuk tüketme şartı BM Keyfi tutuklamalar komitesi’nde yoktur(kürşat çevik kararı). Dava sonucunu beklemeye gerek yok. -Avukatlık ücreti konusunda forumumuza özel makul bir teklif verebilir misiniz? Makul bir ücret vererek sizlere yardımcı olmak isterim ancak her kişi ile bireysel görüşerek böyle bir rakam verilmesi daha doğrudur. Ancak sizlerin de teklif edeceği ya da aklınızda olan ve tarafıma bildireceğiniz teklifi de değerlendirmeye alabilirim gelen teklife göre. İletişim için e-mail adresimi kullanmanız yeterli: bastimar.kurtulus@gmail.com E-maillere çok hızlı dönüş yapıyorum. -Alınan kararın yaptırım gücü nedir? Kararlar son derece ciddiye alınmakta ve verilen kararlar son derece önem arz etmektedir. BM Mekanizmalarının kararları hem AİHM tarafından hem de Türkiye tarafından bağlayıcı olarak kabul edilmiştir.
  2. 2 puan
    Mersin'de 7 Şubat 2017’de KHK ile görevinden ihraç edildikten sonra yakalandığı kanser hastalığından kurtulamayarak hayatını kaybeden 28 yıllık tarih öğretmeni Salman Taş, ölümünden 2 sene sonra göreve iade edildi. Mersin’de 7 Şubat 2017'de KHK ile görevinden ihraç edildikten sonra yakalandığı kanser hastalığından kurtulamayarak hayatını kaybeden 28 yıllık tarih öğretmeni 57 yaşındaki Salman Taş, öldükten 2 yıl sonra göreve iade edildi. Öğretmenin eşi Sultan Taş ve Eğitim Sen şaşkınlık yaratan atamaya tepki gösterdi. Tarih öğretmeni Salman Taş Edirne, Bingöl, Tarsus'taki görev sürelerinden sonra merkez Toroslar ilçesi Cemile Hamdi Ongun Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nde görev yapıyordu. Salman öğretmen 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 7 Şubat 2017'de iltisak gibi nedenlerle 28 yıllık görevinden ihraç edildi. Her KHK’lı gibi ekonomik ve psikolojik sorunlar yaşayan Taş, ihraç edildikten 1 yıl sonra kanser hastalığına yakalandı. Bu hastalık nedeniyle 1 yıl tedavi gören Taş, geride biri Tıp Fakültesi’ni yeni kazanmış, diğeri de Eczacılık Fakültesi’nden yeni mezun olmuş 2 evlat ve gözü yaşlı bir eş bırakarak 28 Nisan 2019'da hayatını kaybetti. 2 YIL GEÇTİKTEN SONRA GÖREVE İADE EDİLDİ İhraç edildikten sonra geri dönüş için Olağan Üstü Hal (OHAL) Komisyonuna itiraz eden Taş'ın dilekçesi ölümünün üzerinden ancak 2 yıl sonra cevap buldu. İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nden eşi Sultan Taş'ı arayan görevliler göreve iadenin gerçekleştiğini bildirdi. ACILI EŞİ: YAŞADIĞIMIZ ACILAR BİZE KALDI Salman Taş’ın ev hanımı 55 yaşındaki Sultan Taş, eşinin ölümünden sonra göreve iade edilmesinin haksız ihraç edildiğinin teyidi olduğunu söyledi. İhraç sonrası yaşadıkları acının kendilerine kaldığını anlatan acılı eş Sultan Taş, “Biz bu acıyı yaşayacak bir şey hak etmedik. Hakkımızın kanun çerçevesinde takipçisi olacağız. Hayatını kaybeden eşimi ve çocuklarımın babasının hatırasını yaşatacağız” dedi. SÜMBÜL: HAKSIZ VE HUKUKSUZ YERE İHRAÇ EDİLMİŞTİ Salman Taş'ın yakın arkadaşı olan Eğitim Sen Mersin Şube Başkanı Mahmut Sümbül ise arkadaşının vefat ettikten 2 yıl sonra göreve iade edilmesi ile buruk ve acı bir an yaşadıklarını söyledi. Salman arkadaşlarının gözleri açık gittiğini anlatan Sümbül, şöyle devam etti: “Arkadaşımız görevini çok çok seven görevine bağlı, öğrencileri ve her görüşten tüm meslektaşları tarafından çok sevilen bir insandı. Haksız hukuksuz yere ihraç edilmişti. Öldükten sonra geri dönüşü bunun göstergesi. Diğer arkadaşlarımız içinde durum böyle. Uyduruk gerekçelerle ihraç ediyorlar. Hem Salman arkadaşımız hem bizler hakkımızda yürütülen savcılık soruşturmalarından takipsizlik kararları da aldık. Yine Barış Akademisyeni arkadaşlarımız berat kararları aldı. Buna rağmen bu kadar süre bize bu acıyı yaşattılar. Bunun üzerinden de sanki hiçbir şey yokmuş gibi özür diler gibi kahırdan hayatını kaybeden bir arkadaşımızı görevine iade ediyorlar. Buna sevinelim mi üzülelim mi zor.” “ACILARI UNUTMAYACAĞIZ” Yaşadıkları acıları unutmayacaklarını belirten Sümbül şunları söyledi: “Hem Salman arkadaşımız hem de Mersin'de ihraç edilen diğer arkadaşlarımız için açılan hiçbir dava yok. Savcılık tarafından yürütülen soruşturmalardan da hepsi takipsizlik aldı. Hakkımızda açılan bir dava olup olmadığını öğrenmek için kendi kendimizi ihbar etmiştik. Bize haksız hukuksuz bir şekilde reva görülen bu zulmü de bu süreçte yitirdiğimiz arkadaşlarımızı da unutmayacağız. Son arkadaşımız dönene kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.”
  3. 2 puan
    Yeni bir Adli Yıl açılışı daha gerçekleşti. Şüphesiz gerilimli. Bizde hukuk alanında gerilim bitmiyor. Bu yılki gerilim, Türkiye Barolar Birliği’nin zıddına baroların Beştepe’deki törene katılmaması ile ilgili gibi görünse de, aslında sorun, çok daha geniş bir yargısal sancının uzantısı durumunda. Bir süredir yargıda etik değerler, yargı reformu stratejisi gibi çok temel konular tartışılıyor. Benim gördüğüm Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, yargıdaki sancıyı gücü yettiğince gidermeye çabalıyor. Ama gücü yettiğince… Bir kere Türkiye’deki yargıyı en çok “olağanüstülük iklimleri” yaralıyor. Ülkede olağanüstülük iklimi oluştuğunda işin ucu varıp yargının kılıcına dayanıyor. Herkes hesabı yargı ile görüyor ve bu da bir çok hukukun çiğnenmesi sonucunu doğuruyor. Bunu en iyi Ak Parti kadroları bilir. İktidara gelişleri “müesses nizam” için olağanüstü bir durumdu, yargıdaki “müesses nizam”ı harekete geçirdiler, 2008’de kapatma davası devreye sokuldu, ipten döndüler. Ergenekon davaları “darbe girişimi” iddialarıyla bağlantılı bir olağanüstü iklim getirdi ve ülkeye onun sakatlıklarını yaşattı. Ve sonra FETÖ ile gelen iklim. Paralel Devlet Yapılanması, Legal Görünümlü İllegal Yapı, ve 15 Temmuz darbe girişimi ile sonuçlanan süreçte silahlı terör örgütü tanımlamaları… Tabii ki olağanüstü bir iklim… 250 şehit ve binlerce yaralı var. Olağan şüpheli “Cemaat” diye bilinen bir yapı. Cemaat’in çok geniş bir insan topluluğu ile ilişki kurmuş olması tabii bir durum. Darbe girişiminden kim sorumlu tutulacak? Cemaatin ilişki alanına giren herkes bir şekilde darbe ile bağlantılanıp cezalandırılacak mı? İltisak, irtibat, terör örgütü üyesi olmadığı halde örgüte yardım etme… Terörle mücadele yasasında yer alan bu maddeler artık “silahlı terör örgütü” diye nitelenen “Cemaat” özelinde nasıl uygulanacak? Mesela, olağanüstü hal ilan edilir edilmez 50 bini aşkın insanın devletteki görevine son verildi. Bu bir “infaz”dı. Ama yargı süreci arkadan gelecek bir infazdı. Bu tarz infazlarla yüz bini aşkın insana dokunuldu. Sonra insanlara “kendilerini aklama” yolu açıldı. Bunun için oluşturulan OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’na 126 bin 200 başvuru olmuş. Yani normalde suçsuzluk ana ilke iken, kişiler suçsuzluğunu ispat zorunda bırakıldı. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, “Lekelenmeme hakkı” diye bir hukuk ilkesinin altını kalın çizgilerle çizmeye çalışırken, insanlar “Devlet kararı ile lekelendi” ve kendilerini bu lekeden kurtarmaya mecbur bırakıldı. Yakında yapılan bir açıklamaya göre OHAL komisyonu iki yıl içinde 126 bin 200 başvurudan 84 bin 300’ünü sonuca bağlamış. Bunlardan 6 bin 700 başvurunun itirazı kabul edilmiş. Bu ne anlama geliyor? Demek ki KHK’larla 6 bin 700 kişi hakkında mağduriyet oluşturulmuş. Bu da, OHAL Komisyonu’nun “FETÖ ile iltisak kriterleri”ni doğru bulduğunuz takdirde böyledir. “İltisak, irtibat…” gibi kavramlar ise, “terör örgütü” ile bağlantılanmak noktasında son derece kaygan bir zemine işaret ediyor. Bu noktada hukukçular ısrarla “bilmek ve kasıt” değerlendirmelerinin altını çiziyorlar. Yani iltisakını – irtibatını iddia ettiğiniz kişinin söz konusu yapının terör örgütü olduğunu biliyor ve onun terör faaliyetine katılma niyeti taşıyor olmasının ispat edilmesi lazım. İklim işte burada devreye giriyor. İklim oluştuğunda, hele müesses nizamın yargıçların her eylemini gözaltında tuttuğu kanaati yaygınlaştığında Yargı’nın durumdan vazife çıkarması bir Türkiye sancısıdır. Şunu biliyorum ki, OHAL Komisyonunca FETÖ ile irtibatlı olmadığı kesinleşenler, hatta yargıda aklananlar bile görevlerine dönemiyorlar. Dönemiyorlar çünkü hala “Şüpheli muamelesi” görüyorlar. Bir milletvekili bana “Acaba gerçekten suçsuz oldukları için mi beraat ettiler yoksa yeterli delil bulunmadığı için mi?” diye konuşmuştu bir ortamda. Yani yargı kararından sonra birilerinin daha içlerinin tatmin olması gerekiyor kişinin suçsuzluğunu ispat için. Bana göre Türkiye’de yargı süreci henüz normalleşmedi. Siyasi davalarda AYM bile rahat değil, Yargıtay 16. ve 9’uncu daireleri olağanüstü ortamı aşan kararlar verdiğinde “kahramanca” iş yapmış oluyorlar. Kaldı ki, üst mahkemelerin verdiği kararları “takmayan” ve bu tavırları ile iktidar ve kimi medya tarafından ödüllendireceğini düşünen alt mahkeme kadroları bile var. Dileyelim bu olağanüstülük sona ersin, adalet adaletin gerektirdiği serinkanlı iklimi bulsun, toplumda adalete güven de yerlerde sürünmekten kurtulsun. Adalet mülkün temelidir, diyor, zaman zaman Hazreti Ömer’i de hatırlıyoruz ya.
  4. 1 puan
    “KHK’lılar” ülkemizin kanayan bir yarası. Maalesef işin içinden çıkılmaz hale getirildi. Yaşanan mağduriyetlerle ilgili mektup almadığım gün yok gibi. Dertlerine çözüm arıyorlar, seslerini duyurmak istiyorlar… Öyle bir zamandayız ki, kurunun yanında yaş da yanıyor… Kuyumcu titizliği ile gelen mektupları okuyup, imkan dahilinde muhatabına ulaşıp iyice emin olduktan sonra, yazılarımızda yer veriyorum. Dün, elektronik postama gelen bir mektubu okuduktan sonra aklımdan hiç çıkmayan kumpas davaları günlerine geri döndüm. KHK’lı Yarbay Enes Erikçi’nin ölümünü anlatıyor. Tamam, merhum Erikçi kumpas davalarının mağdurlarından biri değil. Ancak haksızlık her zaman her yerde haksızlıktır. Bir zamanlar FETÖ’ye takla atanlar, iktidar ve menfaat ortaklığı yaparken bizim dik karşı duruşumuz belgelerle arşivlerde duruyor. ★★★ Kendisi de KHK’lı olan Doç. Dr. Mustafa Şahin arkadaşı Enes Erikçi’nin ölümü ile ilgili gönderdiği mektuptan çok etkilendim. Şahin, “Bilim insanlarının önemli devlet görevlilerinin ölümünün ardından Nekroloji yazıları (ölmüş birisinin anısına yazılan yazı) yazılır. Kuralları-kaideleri vardır. Akademik konulardaki iştigalim sebebiyle çok miktarda nekroloji okudum. Fakat Türk Milletinin mümtaz bir evladı, vatanperver bir subayın ardından ne yazılır, elim ayağıma dolaştı. Öfkem dinsin diye 3-4 günden beri bekliyorum. Nihayet kalemi elime alabildim” diye mektubuna başlamış. Şöyle devam ediyor: -Piyade Yarbay Enes, hem Fransızca hem de Arapça öğretmeni olan bir babanın evladı idi. İstanbul-Küçükyalı’da bir İstanbul beyefendisi olarak yetiştirildi. Küçüklükten beri hayalini kurduğu Askerlik mesleğine gönlünü kaptırdı. Bu yolda 1999 yılında Kara Harp Okulu’ndan mezun oldu. Başarılı bir subaydı. Kurmay subay olmak için çalıştı ama Harp Akademilerini kazanamadı. Ama olsundu, bilgi küpüydü. Kurmaylığın bir alt versiyonu olan KOMKARSU’yu kazandı. 2012-2013 yıllarında okuyarak mezun oldu. Başarılı kıt’a görevlerinden sonra başarılarından dolayı; mezun olduğu Kara Harp Akademisine KOMKARSU Öğretim Elemanı olarak tayin edildi. 15 Temmuz 2016’daki menfur olaylara Afganistan’da dış görevde iken yakalandı. Görevden döndü, derhal Kilis’e Hudut Alay Komutanlığı’nda Harekat-Eğitim ve İstihbarat Subayı (S-2, S-3) olarak tayin edildi. -TSK’nın her şerefli mensubunun yaptığı biçimde- hiçbir şey olmamış gibi her zamanki beyefendi tevekkülü ile “Neden?” diye sormadan evini ve ailesini alarak Kilis’e yerleşti. ★★★ -Gayet parlak bir kariyer değil mi? Ama öyle değil işte… Enes’i önce gözaltına aldılar, sonra tutukladılar. Yafta hazırdı zaten: FETÖ… Sen nelere kadirmişsin be FETÖ? Beğenmediğin, muhalif bulduğun herkese yapıştır etiketi. Kimse gıkını çıkaramaz. “FETÖ mü benden uzak dursun, aman aman bulaşmayalım”. Bu memlekette herkese sahip çıkılıyor (çıkılsın tabi ki); LGBT’lilere, sokak hayvanlarına… -listeyi uzatmak mümkün-. Fakat KHK’lılara dönüp bakan yok. Enes’e de FETÖ’cü etiketi yapıştırmak kolay olmadı. Görenlerin, konuşanların tümünün haza beyefendi diyeceği bir karaktere sahipti. Bu kalıba çok uygundu ne de olsa? Enes hasta oldu. Teşhis bilindik: Kanser. Tüm KHK’lıların için için kendilerini yiyerek düçar olduğu cinsten. Enes’in kemoterapi alması gerekiyordu. Adli Tıp tedavisinin dışarıda yapılmasına uygun raporu vermedi. Enes’in maddi-manevi değişimi mahpusta onu ziyaret edenlerin gözlerinden kaçmadı. Maddi olarak erirken manevi olarak huzuru yakalamıştı. Cezaevinde yatmasını yeterli buldular, çıktı hastanede ölüme yattı. Önceleri evde yatıyordu, sonra hastaneye kaldırdılar. Konuşmasını kaybetti. Törenlerde TSK adına konuşma yapan Yarbay Enes konuşamaz hale gelmişti. Yazı ile iletişim kurabiliyordu. Son günlerde ziyaretine gidenlere “Ölümü beklemek de zormuş, ölmek ne kadar zormuş” diye yazmıştı. Enes, nihayet 22 Haziran 2022 Çarşamba günü hayata gözlerini kapadı. Çoğunluğu şu veya bu şekilde TSK’dan sistem dışına çıkarılmış devre ve mesai arkadaşları tarafından 23 Haziran 2022 Perşembe günü toprağa verildi. Üzerine son toprağı atıldı. Gözleri yaşlı bir eşin, acılı baba ve kardeşlerin, akraba ve dostların mezarın üzerine su dökmesini bekledik. Tüm aileye sarılarak sabr-ı cemil (güzel sabırlar) diledik. Mesai arkadaşı Ramazan Albayın dediği gibi Enes “güzel insandı”. Bundan sonra söyleyeceklerim sadece bu ülkenin iktidar sahiplerine değil. Gelecekte bu yazıyı okuyacak ey dostum, bu satırlar aynı zamanda sana: “Soykırımın bir örneği olan Enesler ve KHK’lılar vardı” dersin. “Bir daha ne darbeler olsun, ne haklar gasp edilsin yurdumuzda ve dünyada… Bu ülkenin onurlu bilim insanları bir gün KHK’lıların kanser, kalp krizi vakalarından ölümünü elbette inceleyecekler. ★★★ -Ülkenin muhalefeti, KHK’lılar ve FETÖ yargılamaları için programlarınızı okuyoruz. Adil yargılanma hakkı önemli bir vurgu elbette. Fakat bilin ki çalışmalarınız İktidar Partisi ile aynı minvalde. KHK ve FETÖ konusunda iktidar, muhalefeti zehirliyor; muhalefet de birbirlerini. Kardeşim “Beraat edenler ve takipsizlik alanlar göreve iade edilecek. Ama kamu güvenliğini ilgilendiren kurumlarda görev yapanlar hakkında idare –mali hakları korunarak- başka bir konumda görev verebilecek” ne demek? Bu hak iadesi mi? Hak gaspı mı? Zaten şu an bu yapılıyor. Bu kişiye hak vermek değil, hak almaktır. Kardeşim kişi beraat etmiş, daha ne yapsın? Eski konumuna dönemeyecekse siyaset kurumu niye var? Siz aynı görevine döndürün, biz zaten çalışmak istemiyoruz. Bir memur ile çalışmak istemezseniz mevcut kanunlarda onu emekli-pasifize etmenin bin türlü çaresi var. Ezcümle bütün dünya sizin olsun. Enes bize dünyanın geçici olduğunu çok güzel anlattı. ★★★ Ulu Tanrı, tüm şehitlerimizle birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK ve onun kahraman silah arkadaşlarına rahmet etsin. Nur içinde yatsınlar. Mekanları cennet olsun. Ahmet TAKAN 7 Temmuz 2022 Korkusuz.com.tr Kaynak: https://www.korkusuz.com.tr/bir-askerin-sessiz-olumu.html
  5. 1 puan
    15 Temmuz darbe girişiminden sonra kamudan ihraç edilenlerden 118 bin 415 dosya hakkında karar verildi... Bunlardan 8 bin 343 dosyanın incelemesi devam ediyor. Bugüne kadar 15 bin 50 kişinin göreve dönme yolu açıldı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kamudan ihraçlar için “Dönüş umudu” olan Olağanüstü Hal İşlemlerini İnceleme Komisyonu'nu bekleyen 8 bin 343 dosya kaldı. Kamudan çıkarılanlardan 15 bin 50'sinin geri dönüşüne onay verildi. Ancak kurul kararına rağmen binlerce görevli görevine başlatılmıyor. Komisyon bünyesinde 75'i raportör (hakim, uzman, müfettiş) olmak üzere toplam 240 personel görevlendirilmişti. 20'DEN FAZLA KURUM Komisyon tarafından elektronik ortamda başvuru alma, arşivleme ve inceleme işlemleri için özel bir bilgi işlem altyapısı oluşturulmuş, 20'den fazla kurum ve kuruluştan temin edilen bilgiler bu sisteme kaydedilmişti. Kurumlardan intikal eden personel dosyaları, mahkeme dosyaları ve eski başvurularla birlikte 495 bin evrakın tasnif, kayıt ve arşivleme işlemi yapıldı. Olağanüstü hal kapsamında yayımlanan KHK'lar ile 125 bin 678'i kamu görevinden çıkarma (3.213 rütbe alma, 270 yurtdışı öğrencilikle ilişiği kesilme, 2 bin 761 kurum ve kuruluş kapatma) olmak üzere toplam 131 bin 922 tedbir işlemi gerçekleştirildi. 31 Ekim 2021 tarihi itibarıyla komisyona yapılan başvuru sayısı 126 bin 758'i buldu. 118 bin 415 dosya dikkate alındığında, incelemesi devam eden başvuru sayısı 8 bin 343'e indirildi. Toplam başvuruların yüzde 93'ü hakkında karar verildi. 3 bin 550 dosya için ön inceleme kararı alındı. İPTAL DAVASI HAKKI… Kararın tebliğinden itibaren 60 gün içinde Hakimler ve Savcılar Kurulu'nca belirlenen Ankara idare mahkemeleri nezdinde ilgilinin en son görev yaptığı kurum veya kuruluş aleyhine iptal davası açılabiliyor. Komisyon, hızlı ve aynı zamanda kapsamlı inceleme sonucu başvurular hakkında bireyselleştirilmiş ve gerekçeli karar veriyor. Yargı mercileri tarafından verilen kararlar da UYAP sisteminden takip ediliyor.
  6. 1 puan
    Cumhuriyet Gazetesi yazarı Zehra Özdilek bugünkü yazısında OHAL Komisyonu ile göreve iade edilen Polislerin yaşadığı kayıpları konu aldı: Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen ve “FETÖ mağduru” oldukları ortaya çıkınca OHAL Komisyonu kararıyla görevlerine dönen polisler, iade kararına karşın mali ve sosyal haklarda önemli kayıp yaşadıklarını iddia etti. İsmini vermek istemeyen polis memuru A., 4 yılın ardından görevine iade edildiğini belirterek, “Ben ve benim gibi diğer arkadaşlar tekrar eski görevimize dönmeyi beklerken İçişleri tarafından kurulan Araştırma Merkezine atamamız yapıldı. Burada özlük ve maaş olarak birçok hak kaybı yaşadığımız gibi hiçbir gerekçe gösterilmeden bizleri araştırma merkezine vererek sanki hâlâ suçlu muamelesi görmekteyiz. Örgütle herhangi bir bağımızın olmadığının kanıtlanmasına rağmen, hâlâ varmış gibi hareket edilerek bizleri eski görevlerimize vermediler” dedi. Polis B. ise FETÖ kumpası ile 677 sayılı KHK ile ihraç olduğunu ve 6 ay cezaevinde yattığını belirterek 3 buçuk yıl boyunca yargılandığını, hayatının mahvolduğunu söyledi. Açılan davalar sonunda beraat ettiğini dile getiren A. şöyle konuştu: “Tam 64 kriterle incelendikten sonra OHAL komisyonu kararıyla görevime iade edildim.Yaklaşık 3 ay olmasına rağmen halen görevime başlatılmadım. MEB personeli 15 günde başlayıp hakkını alırken biz bekliyoruz. Bunca mağduriyetin üzerine bir de bu mağduriyetle uğraşıyoruz. Evlenip yuva kuracağım ama bu işler yüzünden adım atamıyorum. Benim durumumda olan yaklaşık 150 polis memuru var.” Polis C. de “7 Ocak 2017’de açığa alınıp 7 Şubat 2017’de 686 nolu KHK ile haksız ihraç işlemine muhatap oldum. Bu tarihten 38 ay sonra EGM mensubu olarak 5 Mart 2020’de OHAL Komisyonu’ndan kabul kararı aldım ancak üzerinden geçen 3 buçuk ayda göreve başlamak için gerekli işlemler gerçekleştirilmedi” dedi. Polis D. de 1 Eylül 2016 yılında 672 sayılı KHK ile Şırnak’ta görev yapmakta iken mesleğinden ihraç edildiğini belirterek şöyle konuştu: “Ocak ayında takipsizlik aldım ve 31 Mart 2020’de göreve iade edildim. 4 ay da boşu boşuna cezaevinde kaldım. Yaklaşık 3 aydır beklemedeyiz ama ne arayan ne soran var. Atamamız yapılsa da Araştırma Merkezi adı altında daha düşük maaşla valiliklere düz memur olarak atanıyoruz. Ne yazık ki mağduriyetler devam ediyor.” Zehra Özdilek – Cumhuriyet[1][2] References^ Zehra Özdilek (www.cumhuriyet.com.tr)^ Cumhuriyet (www.cumhuriyet.com.tr)Kaynak
  7. 1 puan
    KHK ile ihraç davalarında, mağdurları sevindiren Ankara 19. İdare Mahkemesi başkanı Dr. Oğuz Üstünel dünkü kararname sonrasında görevden alındı. Dr. Oğuz Üstünel’in başkanı olduğu Ankara 19. İdare Mahkemesi heyeti, Bank Asya’ya para yatırma işlemleri konut kredisinden ibaret olan, sendika üyeliği 15 Temmuz öncesi sonlandırılan ve arkadaş, amir baskısı nedeniyle sendika üyesi olan ihraç kararlarında, OHAL Komisyon kararları iptali yönünde karar veriyordu. HSK, dün hakim ve savcı yer değiştirme kararnamesini yayınlamıştı. Kararnamede, FETÖ davalarında, mağdurları sevindiren başkan olan Ankara 19. İdare Mahkemesi başkanı Dr. Oğuz Üstünel, görevden alındı. Üstünel, Mahkeme Başkanlığından alınarak tenzil-i rütbe ile bölge üyeliğine atandı. Memurlar.Net Kaynak
  8. 1 puan
    ASG Hukuk ve Danışmanlık – Ankara – Bu yazımızda, OHAL Komisyonu Kararı ile göreve iade olduktan sonra Araştırma Merkezine atanan memurların durumu hakkında değerlendirmelere yer vereceğiz. Bir önceki yazımızda[1], göreve iade olan memurların haklarından ve özellikle de mali haklarından bahsetmiş, OHAL Komisyonu Kararı ile göreve iade sonrası ataması eski kadrosuna değil de Araştırma Merkezlerine yapılan memurların durumuna ise kısaca değinerek başka bir yazımızda ayrıntılı olarak yer vereceğimizi belirtmiştik. Aşağıda, Araştırma Merkezlerine atama işleminin kanuni dayanağı, benzer konuda verilmiş Anayasa Mahkemesi kararı ışığında atama işleminin ve bu işlemin dayanağı kanun maddesinin Anayasa’ya uygunluğu ve idarenin takdir yetkisinin sınırları hakkında hukuki değerlendirmelerde bulunacağız. Araştırma Merkezine Atama İşleminin Yasal Dayanağı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu, terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle başka bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan kanun hükmünde kararname hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak üzere OHAL döneminde yayınlanan 02.01.2017 tarihli ve 685 sayılı “Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile kurulmuştur. 685 sayılı KHK’nın Kararların uygulanması başlıklı 10. Maddesinde başvurusu kabul edilenler hakkında düzenlemelere yer verilmiş olup, bu madde çeşitli tarihlerde değişikliklere uğramıştır. Bu maddenin ilk yayınlandığı halinde şu hükümlere yer verilmiştir: “Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarılan ya da ilişiği kesilenlere ilişkin başvurunun kabulü halinde karar Devlet Personel Başkanlığına bildirilir. Bu şekilde bildirilen personelin atama teklifleri; statüleri, unvanları ve yürüttükleri görevler itibarıyla başka kurumlarda görevlendirilmeleri mümkün olmayanlar hariç olmak üzere daha önce istihdam edildikleri kurumlar dışındaki kamu kurum ve kuruluşlarında eski statülerine ve unvanlarına uygun kadro ve pozisyonlara Devlet Personel Başkanlığı tarafından ikamet ettikleri il dikkate alınarak onbeş gün içinde yapılır. Bu fıkra kapsamında kamu görevine iade edilmesine karar verilenlerden, yöneticilik görevinde bulunmakta iken kamu görevinden çıkarılmış olanların atamalarında, yöneticilik görevinden önce bulundukları kadro ve pozisyon unvanları dikkate alınır…” Görüldüğü üzere düzenleme bu haliyle komisyonca kabul kararı verilen tüm kişiler hakkında statüleri, unvanları ve yürüttükleri görevler itibarıyla başka kurumlarda görevlendirilmeleri mümkün olmayanlar hariç olmak üzere daha önce istihdam edildikleri kurumlar dışındaki kamu kurum ve kuruluşlarında eski statülerine ve unvanlarına uygun kadro ve pozisyonlara atanmalarını öngörmekte ve bu durum da komisyon kararları neticesinde ihraç sebebi KHK’nın etkilerinin tam olarak ortadan kaldırılamadığını göstermekteydi. 685 sayılı KHK, 01.02.2018 tarihli ve 7075 sayılı Kanun ile değiştirilerek kanunlaştırılmış ve 10. Maddenin değiştirilen halinde şu hükümlere yer verilmiştir: “Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarılan ya da ilişiği kesilenlere ilişkin başvurunun kabulü hâlinde karar, kadro veya pozisyonunun bulunduğu kuruma, yükseköğretim kurumlarında kamu görevinden çıkarılan öğretim elemanları için Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına bildirilir. Kamu görevine iade edilmesine karar verilenlerin eski kadro veya pozisyonuna atanması esastır. Ancak müdür yardımcısı veya daha üstü ile bunlara eşdeğer yöneticilik görevinde bulunmakta iken kamu görevinden çıkarılmış olanların atamalarında, söz konusu yöneticilik görevlerinden önce bulundukları kadro ve pozisyon unvanları dikkate alınır…” Aynı Kanuna eklenen Geçici 3. Maddenin ikinci fıkrası ile de yukarıdaki değişikliği tamamlayıcı bir hüküm getrilmiştir. Bu hüküm şu şekildedir; “Devlet Personel Başkanlığı tarafından kamu görevinden çıkarıldıkları tarihte kadro veya pozisyonunun bulunduğu kurumdan başka bir kuruma atama teklifi yapılanlar hakkında teklif işlemi 10 uncu madde esas alınarak yeniden yapılır.” Eski haline nazaran bu metinde kabul kararı alanlar lehine çok önemli bir değişiklik yapılmış ve daha önce başka kurumlara ataması yapılmış olanlar da dahil kamu görevine iade edilmesine karar verilen herkesin eski kadro veya pozisyonuna atanması hüküm altına alınmıştır. Bu düzenleme ile komisyon kararı neticesinde ihraç sebebi KHK’nın etkilerinin büyük oranda ortadan kaldırılması sağlanmıştır. Buna rağmen müdür yardımcısı veya daha üstü ile bunlara eşdeğer yöneticilik görevinde bulunanlar için yöneticilik görevlerinden önce bulundukları kadro ve pozisyonlara atanmaları sorunu bu maddede varlığını sürdürmüştür. Ancak aşağıda gerekçelerine ayrıntılı bir şekilde yer vereceğimiz üzere bu düzenleme Anayasa’ya aykırılık sebebiyle Anayasa Mahkemesinin 24.12.2019 tarihli kararı ile iptal edilmiştir. Yaklaşık 2 Yıl süren OHAL Döneminin 18.07.2018 tarihinde sona ermesinden hemen sonra, 25.07.2018 tarihinde 7075 sayılı Kanuna “Türk Silahlı Kuvvetleri İle Genel Kolluk Kuvvetleri Personeli Ve Dışişleri Bakanlığı Diplomatik Kariyer Memurlarına İlişkin Kararların Uygulanması” başlıklı Madde 10/A eklenmiştir. 10/A maddesinin hükmü şu şekildedir: “(1) Terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilmesi sebebiyle kamu görevinden, meslekten veya görevden çıkarılan ya da ilişiği kesilen subay, astsubay, uzman jandarmalar ile Emniyet Genel Müdürlüğünde emniyet hizmetleri sınıfına tabi olanlar ve Dışişleri Bakanlığı diplomatik kariyer memurlarından; haklarında mahkemeler tarafından göreve iade mahiyetinde karar verilenler ile Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu tarafından başvurunun kabulü kararı verilenlerden, eski kadro, rütbe veya unvanına atanması ilgili bakan onayı ile uygun görülmeyenler ilgisine göre Milli Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı bünyelerinde kurulan araştırma merkezlerinde bu madde esaslarına göre istihdam edilir. (2) Birinci fıkra kapsamında bulunanlardan binbaşı ve üstü rütbelerde olanlar ile emniyet hizmetleri sınıfında bulunan her sınıftaki emniyet müdürlerinin atamaları araştırma merkezlerindeki araştırmacı unvanlı kadrolara, diğerlerinin atamaları ise Devlet Personel Başkanlığının görüşü üzerine ilgisine göre İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı tarafından tespit edilen araştırma merkezlerindeki diğer kadrolara, kararların bildirimini takip eden otuz gün içinde ilgili bakan onayıyla yapılır… (6) Bu madde kapsamına giren personel, önceki statülerinden kaynaklanan rütbe, unvan, kimlik ve sosyal haklarını kullanamaz, emniyet hizmetleri sınıfındakiler ile Dışişleri Bakanlığı diplomatik kariyer memurları hariç olmak üzere muvazzaf askerlik hizmetini yerine getirmiş sayılır…” Bu düzenlemeden önce iade olan tüm kamu görevlilerinin eski kurumlarında görev alması sağlanırken, bu düzenleme ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri İle Genel Kolluk Kuvvetleri Personeli Ve Dışişleri Bakanlığı Diplomatik Kariyer Memurlarından eski kurumlarındaki kadrosuna atanması uygun görülmeyenlerin Bakanlıklar bünyesinde kurulan Araştırma Merkezlerine atanması öngörülmüştür. 11.05.2019 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan İçişleri Bakanlığı Araştırma Merkezi Yönetmeliği ile birlikte İçişleri Bakanlığı bünyesinde görevli bahse konu unvandaki bir kısım personel fiili olarak Araştırma Merkezlerine atanmaya başlamıştır. Benzer Kanuni Düzenlemeler Hakkındaki Anayasa Mahkemesi Kararları Karar 1 7075 sayılı Kanunun 10. Maddesinde yer alan “…Ancak müdür yardımcısı veya daha üstü ile bunlara eşdeğer yöneticilik görevinde bulunmakta iken kamu görevinden çıkarılmış olanların atamalarında, söz konusu yöneticilik görevlerinden önce bulundukları kadro ve pozisyon unvanları dikkate alınır…” cümlesi, görülmekte olan idari davalar sırasında iki yerel mahkeme tarafından (Manisa 1. Ve Ankara 11. İdare Mahkemeleri) somut norm denetiminden geçmek ve iptal edilmek talebiyle Anayasa Mahkemesine gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu kuralın iptaline karar verdiği 24/12/2019 tarihli ve 2018/159 E.; 2019/93 K sayılı kararı incelendiğinde; Başvurucu yerel Mahkemelerin başvuru gerekçesi “…itiraz konusu kuralın, …Komisyon kararıyla tekrar kamu görevine iade edilen kamu görevlilerinin görevden çıkarılmadan önceki görevlerine dönme hakkını nesnel ve somut bir sebep bulunmaksızın ortadan kaldırdığı, kişilerin ehliyet ve liyakat ilkeleri kapsamında hukuka uygun bir şekilde elde ettikleri görevlerde çalışmasına engel olduğu, bu durumun hukuk devletinin temel ilkeleri olan kazanılmış hakların korunması ve hukuk güvenliği ilkelerini ihlal ettiği, aynı ortamda çalışanlar arasındaki malî ve sosyal dengeyi bozarak çalışma barışını olumsuz etkilediği belirtilerek Anayasa’nın 2., 5., 10. ve 49. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.” şeklindedir. Sonuç olarak iptal kararının gerekçesinde ise; Kamu görevlilerinin yönetici kadro veya pozisyonlarına veya bu görevlerden alınarak başka bir kadroya atanmasına yönelik düzenlemeler kişilerin kariyerlerini etkileyeceği gibi meslek hayatında üçüncü kişilerle kuracağı ilişkiler ve bu kişiler nezdindeki itibarı üzerinde de etkili olabilir. Dolayısıyla kişilerin kariyerlerini önemli ölçüde etkileyen düzenlemelerin özel hayata saygı gösterilmesi hakkına sınırlama oluşturacağı açıktır…. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Anayasa’nın anılan maddesi uyarınca temel hak ve özgürlükler, yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak sınırlanabilir. Ayrıca getirilen bu sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. … …Komisyon tarafından yapılan değerlendirme sonucunda söz konusu örgüt, yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğuna karar verilenler yönünden başvurunun reddine; üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmadığına karar verilenler yönünden ise başvurunun kabulüne karar verilecektir. OHAL KHK’ları ile kamu görevinden çıkarılanların çıkarılma sebebi, bu kişilerin terör örgütlerine veya sözü edilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatının bulunmasıdır. Komisyon, kamu görevinden çıkarılanlar tarafından yapılan başvuruları sebep unsuru yönünden değerlendirecek ve kamu görevinden çıkarma koşullarının oluşmadığı durumlarda başvurunun kabulüne karar verecektir. Bu durumda Komisyona yapılan başvuruların kabulü, kamu görevinden çıkarılanların terör örgütlerine veya sözü edilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı bulunmadığı anlamına gelmektedir. Komisyon kararıyla kamu görevinden çıkarma işleminin sebep unsuru tamamen ortadan kalktığı hâlde yönetici pozisyonunda iken kamu görevinden çıkarılan ve Komisyon kararı sonrasında yeniden kamu görevine dönen kişilerin atanmasında yöneticilik görevlerinden önce bulundukları kadro ve pozisyon unvanlarının dikkate alınmasını öngören kural, bu kişilerin üyelik, mensubiyet, aidiyet, iltisak veya irtibatlarına dair şüphelerin tam olarak ortadan kalkmadığı izlenimini oluşturmaktadır. Bu durum, kişilerin meslek hayatlarında kişisel gelişimlerinin, üçüncü kişilerle olan ilişkilerinin ve itibarlarının olumsuz şekilde etkilenmesine sebebiyet verebilir. … Bu çerçevede kuralda terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı bulunmadığı kabul edilen bu kişilerin yöneticilik görevlerine atanmamasına neden olabilecek fiili veya hukuki bir zorunluluk belirtilmeden, kişilerin anılan görevlere atanması yönünde idareye bir takdir yetkisi tanınmadan ve emredici bir hükümle anılan kişilerin zorunlu olarak yöneticilik görevlerinden önceki görevlere atanacağının öngörülmesinin kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesi amacını gerçekleştirmek bakımından zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği anlaşılmaktadır. Anılan kişilerden yönetici olarak istifade edilmesi kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesi amacını gerçekleştirmek bakımından daha yararlı görülmesi durumunda bile kural uyarınca kategorik olarak bu kişilerin yöneticilik pozisyonunda değerlendirilmesi mümkün olmayacaktır. Bu anlamda kuralın anılan amaca ulaşılması bakımından elverişli bir araç öngörmediği de açıktır. Bu yönleriyle kuralla özel hayata saygı gösterilmesi hakkına getirilen sınırlama demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı gibi ölçülülük ilkesini de ihlal etmektedir. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.” Özet olarak diyebiliriz ki, kararın tamamı incelendiğinde Anayasanın 20. Maddesi gereğince öngörülen “Özel Hayata Saygı” hakkının önemine vurgu yapılmış, ancak bu hakkın sınırsız olmadığından ve Anayasa’nın 13. Maddesinde yer alan koşulların sağlanması halinde bu hakka müdahale edilebileceğinden bahsedilmiştir. Sonuç olarak Anayasanın 13. maddesinin “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” hükmü bağlamında itiraz konusu kuralın kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesi amacını gerçekleştirmek bakımından zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği, kuralın anılan amaca ulaşılması bakımından elverişli bir araç öngörmediği ve bu sebeplerle ölçülü olmadığı belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesinin ileri sürülen gerekçelere dayanma zorunluluğu olmadığı için kuralı ilgisi nedeniyle ilk olarak Anayasa’nın 13. Ve 20. Maddeleri kapsamında “özel hayata saygı hakkı” çerçevesinde incelemiştir. Sonuç olarak kuralın bu hakkı ihlal ettiğine karar verdiği için ayrıca Anayasa’nın 2., 5., 10. ve 49. maddeleri yönünden, yani “Kanun önünde eşitlik” ve Çalışma hakkı” yönünden inceleme yapmaya gerek görmemiştir. Araştırma merkezine atama yapılmasını öngören kanun maddesinin de aynı gerekçelerle Özel Hayata Saygı hakkına müdahale oluşturduğu iddia edilebilir. Zira idareye verilen takdir yetkisinin hangi nesnel kurallarla uygulanması gerektiği açıkça belirtilmemiştir. Bir zamanlar üniformalı görevleri icra eden asker ve polis şahısların veya Dışişleri Bakanlığı kariyer memurların sivil görevlere alınması üçüncü kişiler nezdinde itibarlarının sarsılmasına sebebiyet verebilir ve bu bir anlamda rütbe tenzili cezası olarak görülebilir. Öte taraftan OHAL Komisyonunun iade kararıyla birlikte ilgili KHK’ların sebep unsuru ortadan kalkan herkes eski görevine atanırken bir kısım personelin Araştırma Merkezine atanması kuralının “Kanun önünde eşitlik” ve Çalışma hakkının” ihlali anlamına geldiği iddia edilebilir. Karar 2 06.03.2014 tarihinde İdari Yargılama Usulü Kanununun Kararların Sonuçları Başlıklı 28. Maddesine eklenen “Kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, görevden alma, göreve son verme, naklen veya vekaleten atama, yer değiştirme, görev ve unvan değişikliği işlemleriyle ilgili olarak verilen iptal ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin mahkeme kararlarının gereği; dava konusu edilen kadronun boş olması halinde bu kadroya, boş olmaması halinde ise aynı kurumda kazanılmış hak aylık derecesine uygun başka bir kadroya atanmak suretiyle yerine getirilir…”cümlesi, görülmekte olan idari davalar sırasında üç yerel mahkeme tarafından (Ankara 11., Kocaeli 2. Ve Samsun 1. İdare Mahkemeleri) somut norm denetiminden geçmek ve iptal edilmek talebiyle Anayasa Mahkemesine gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu kuralın iptaline karar verdiği 25/11/2015 tarihli ve 2014/86 E.; 2015/109 K sayılı kararı incelendiğinde; Başvurucu yerel Mahkemelerin başvuru gerekçesi “…kamu görevlilerinin atanmaları, terfi işlemleri ve yer değiştirmeleri gibi işlemlere ilişkin olarak yapılan düzenlemenin, idari yargı yerlerine açılan davalarda verilen kararların yerine getirilmemesi sonucunu doğuracağı, bu durumun hukuk devletinde mahkeme kararlarının uygulanmasının zorunluluğu ilkesiyle çeliştiği, ayrıca kuralların kamu görevlileri arasında eşitsizliğe neden olacağı, hakkın özünü ihlal ettiği ve ölçüsüz bir düzenleme olduğu belirtilerek kuralların, Anayasa’nın 2., 10., 13., 36., 125. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.” şeklindedir. Sonuç olarak iptal kararının gerekçesinde ise; “… İdare hukukunda verilen iptal kararlarında dava konusu idari işlemin, tesis edildiği tarihten geçerli olmak üzere hukuksal varlığına son verilmekte, işlemin tesis edildiği tarihten önceki hukuki durumun geçerliği sağlanmaktadır. Böylece, hukuka aykırı olduğu belirlenmiş olan idari işlemin bütün sonuçları ile ortadan kaldırılarak hukuk düzeninin korunması amaçlanmaktadır… Hukuk devleti ilkesi, vatandaşların hukuki güvenlik içinde bulundukları, devletin hukuk kurallarıyla bağlı olduğu bir sistemi ifade etmekte olup devletin hukuk kurallarına bağlılığını sağlayacak en önemli mekanizma, idarenin yargısal denetimidir. İdare karşısında bireylerin hak arama özgürlüğünü kullanmaları, idarenin eylem ve işlemlerinin yargı denetimine açık olmasına bağlı olmakla birlikte bu husus, tek başına hukuk devleti ilkesi bakımından yeterli değildir. Hukuk devletinin gerçekleşmesi için aynı zamanda idarenin yargı kararlarına uyması ve bu kararların gereklerine göre işlem ya da eylemde bulunması zorunludur. İdarenin, yargı kararlarını uygulamaması durumunda, hukuk devleti ilkesinin varlığından söz edilemez. Anayasa’nın 138. maddesine göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. Buna göre, idare bağlı yetkiye sahiptir. İdarenin, yargı kararlarını uygulayıp uygulamama konusunda takdir yetkisi bulunmamaktadır. Bunun yanında idare, yargı kararını uygulamayı herhangi bir koşula da bağlayamaz. Aksine bir yaklaşım, iptal kararı ile ortadan kaldırılan işlemin sonuçlarını geçerli kılmak anlamına gelir. İdare iptal kararının gereğine göre yeni bir işlem yapmak ve iptal edilen işlemden doğan sonuçları ortadan kaldırmakla görevlidir. İdarenin başkaca bir tercih ve takdir hakkı yoktur. Kuşkusuz, ilgililerin atama ve benzeri işlemlere karşı dava açmalarının nedeni, tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmek ve yargı kararı ile dava konusu işlemin hukuka aykırılığının tespiti halinde önceki görevlerine dönebilmektir. ..Dolayısıyla yargı kararlarının uygulanmasının bu şekilde kadronun boş olması koşuluna bağlanmış olması hak arama özgürlüğünü etkisiz hale getiren ölçüsüz bir sınırlamadır. Kural idarenin yargısal denetimini ve hak arama özgürlüğünü etkisiz bırakacağından, hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturduğu gibi idarenin bütün işlemlerinin yargı yoluyla denetlenmesi ve yargı kararlarının bağlayıcılığı ilkelerini de ihlal etmektedir. Açıklanan nedenlerle itiraz konusu üçüncü cümle Anayasa’nın 2., 13., 36. ve 138. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.” Özet olarak diyebiliriz ki, İYUK md. 28’e eklenen kuralın yargı kararlarının uygulanması açısından bazı şartlar getirmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından olan hak arama özgürlüğüne, hukuk devleti ilkesine, idarenin bütün işlemlerinin yargı yoluyla denetlenmesi ve yargı kararlarının bağlayıcılığı ilkelerine aykırı bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin iptaline karar verdiği bu kural Mahkeme kararlarının uygulanması ile ilgili olup OHAL Komisyonu kararlarının sonuçlarını konu almamaktadır. Ancak OHAL KHK’larına karşı doğrudan doğruya dava açma yolu kapalı olduğu için hak arama hürriyeti adına ekili bir başvuru yolu olarak sunulan OHAL Komisyonun, kararlarının da sonuçları itibariyle en az idari yargıda verilen iptal kararlarının sonuçları kadar etkili olması gerektiği değerlendirilmektedir. Emniyet Personeli Açısından Geçmiş Tarihte Getirilen Benzer Bir Düzenleme 2015 yılında 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanuna eklenen geçici bir maddeyle bir kısım Emniyet personeli başka kurumlarda durumlarına uygun kadrolara atanmışlardır. Buna göre 27/3/2015 Tarihli Ve 6638 Sayılı Polis Vazife Ve Salâhiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev Ve Yetkileri Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun nun 33. Maddesi ile 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’na eklenen geçici 28. Madde disiplin kurullarınca meslekten veya Devlet memurluğundan çıkarma cezasıyla tecziye edilmesi gerektiği hâlde 657 sayılı Kanunun 127 nci maddesine göre ceza verme yetkisi zamanaşımına uğradığı için cezalandırılamayan Emniyet Teşkilatı mensuplarının, başka kamu kurum ve kuruluşlarına atanmalarını öngörmekteydi. Bu kanun maddesinin gerekçesine https://mevzuat.tbmm.gov.tr/[2] adresinden bakıldığında işledikleri fiiller nedeniyle emniyet hizmetlerinde çalışmaya devam ettirilmeleri kamu güvenliği bakımından sakıncalı olan personelin başka kurumlara atamasının öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Emniyet Teşkilatının özel yapısı ve hassas bir kurum olması sebebiyle ihraç olmayı gerektirecek fiileri işledikleri yapılan soruşturma sonucu sabit görülen bir kısım personelin başka kurumlara atamasının yapılması ölçülü bir tedbir olarak görülebilir. Ancak https://mevzuat.tbmm.gov.tr/[3] adresinden 7075 sayılı Kanuna eklenen 10A maddesinin gerekçesine bakıldığında sadece kanun metninin yazılmasıyla yetinildiği ve OHAL Komisyonu kararıyla terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğuna dair bir tespit bulunmadığına karar verilen personelin Araştırma Merkezine atanmasını öngören kural hakkında özel bir gerekçe yazılmadığı görülmektedir. İdarenin Takdir Yetkisinin Sınırları Başvurunun kabulü kararı verilenlerden, eski kadro, rütbe veya unvanına atanması ilgili bakan onayı ile uygun görülmeyenlerin araştırma merkezlerinde istihdam edilmesi öngörülmüş ve bu kapsamda ilgili bakanlığa takdir hakkı verilmiştir. Ancak Danıştay’ın vermiş olduğu birçok kararda da görüleceği üzere takdir yetkisi mutlak ve sınırsız değildir. Hukukun genel ilkeleri ile kamu yararı ve hizmet gerekleri ölçütü sınırları içerisinde bulunmalıdır. Bu nedenle idare Araştırma Merkezine yapılan atama işleminin nesnel ve somut gerekçelerini ortaya koyabilmelidir. Diğer bir deyişle eski kadro, rütbe veya unvanına atanması uygun görülmeyenlerin diğerlerinden ne gibi farkları bulunduğunu ve personel ihtiyacı olması sebebiyle her yıl ilk atama yoluyla personel alımı yapan idarelerin, bir kısım tecrübeli personeli bünyesinde istememesinin kamu yararı ve hizmet gereklerine uygunluğunu izah edebilmelidir. Sonuç olarak; Araştırma merkezine yapılan atamalar sonrasında bazı özlük haklarında da kayıplar yaşanacağı öngörülmektedir. Bu konu hakkındaki yazı serimizin devamında özlük haklarında meydana gelen kayıpları ele almak üzere bu yazımızı burada sonlandırıyoruz. Sonuç olarak Araştırma merkezine ataması yapılan personelden bu işlem sebebiyle maddi ve manevi bazı menfaatlerinin ihlal edildiğini düşünenlerin atama işleminin kendilerine tebliği edildiği tarihinden itibaren 60 (altmış) gün içerisinde idari dava açmaları gerekmektedir. Kaynak:ASG Hukuk ve Danışmanlıkhttps://www.asghukukdanismanlik.com/goreve-iade-sonrasi-arastirma-merkezine-atanan-memurlarin-haklari/[4] References^ Bir önceki yazımızda (www.asghukukdanismanlik.com)^ https://mevzuat.tbmm.gov.tr/ (mevzuat.tbmm.gov.tr)^ https://mevzuat.tbmm.gov.tr/ (mevzuat.tbmm.gov.tr)^ https://www.asghukukdanismanlik.com/goreve-iade-sonrasi-arastirma-merkezine-atanan-memurlarin-haklari/ (www.asghukukdanismanlik.com)Kaynak
  9. 1 puan
    Halkbank tarafından TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na gönderilen cevabi yazıda, KHK ile ihraç edilmenin kredi kartlarına kısıtlama getirilmesine gerekçe olarak gösterildiği ortaya çıktı. TBMM’ye gönderilen belge, KHK ile ihracın kredi kartlarına kısıtlama getirilmesine gerekçe olarak gösterildiğini ilk kez ortaya koydu. Samsun’da yaşayan ana sınıfı öğretmeni Nazmiye Aydın, sınıf öğretmeni olan eşiyle beraber 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 2016 yılının Eylül ayında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edildi. Aydın, 2019 yılında da Halkbank’tan gelen bir telefonla kredi kartının yenilendiğini öğrenerek bankaya gitti. Yeni kartı temin etti ancak markette ödeme yaptığı sırada kredi kartının çalışmadığını fark etti. Müşteri hizmetlerini arayınca kartına bloke konduğunu öğrendi. Oysa kredi kartı borcu yoktu. Nedenini anlamak için banka şubesine gittiğinde, iptalin neden olduğunu anlayamadığını söyleyen banka çalışanlarından “Yapabileceğimiz bir şey yok” yanıtını aldı. DW Türkçe’de yer alan habere göre, iki çocuk annesi Nazmiye Aydın, bir süre müşteri hizmetleri ile banka şubesi arasında mekik dokuduğunu anlatarak devam ediyor. Aydın, bankadaki bazı çalışanların KHK ile ihraç edilmesi nedeniyle olabileceğini düşündüğünü, ancak kendisine resmi bir açıklama yapılmadığını söylüyor. Kendisine, hakkında açılan davada beraat kararı çıkmadan karta konulan kısıtlamanın kalkmayacağının söylendiğini sözlerine ekliyor ve şöyle devam ediyor: “Kullanamadığım kartımın iptalini istemiştim ama bir süre sonra aidat borcu geldi. Sonrasında banka bu yanlışlığı düzeltti fakat karttaki kısıtlama kalkmadı. Birdenbire böyle bir durum olması dışlanmışlık hissi veriyor, çok üzüyor insanı.” Nazmiye Aydın sonrasında da yaşadığı durumu HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu ile paylaşmış. “MÜŞTERİNİN KHK’LI OLDUĞUNUN ANLAŞILMASI ÜZERİNE İPTAL EDİLDİ” Gergerlioğlu da Aydın’ın başvurusunu TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na iletti. Nazmiye Aydın’ın itirazı üzerine Halkbank Merkezi Operasyonlar Daire Başkanlığı da Komisyon’a bir yazı gönderdi. Söz konusu yazıda, “Müşterilerimiz hakkında yasal mercilerce tedbir, gözaltı, tutuklama vb. FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgili yasal işlemler yapıldığına ilişkin bankamızca duyum alındığında, bankamız tarafından risk doğmaması için anılan müşteri hesapları ile ilgili aksiyonlar alınmaktadır” ifadeleri yer alıyor. 13 Şubat 2020 tarihli yazıda ayrıca kararın yasaya aykırı olmadığı belirtilerek “Müşterinin KHK ile ihraç edildiğinin anlaşılması üzerine müşterinin bankamız ile imzaladığı sözleşmeler ve ilgili mevzuat hükümleri kapsamında kredi kartına işlem kısıtı konulmuş ve kullanıma kapatılmıştır. Yapılan işlem Bankacılık Kanunu, Bankamız mevzuatı ve BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu) düzenlemelerine uygundur” deniliyor. Kaynak[1] References^ Kaynak (www.karar.com)Kaynak
  10. 1 puan
    'Fetö Tek Ayaklı Değil 40 Ayaklı Zındık Bir Örgüt'' Fethullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) “siyasi ayağının” üzerine gidilmediği siyasetin, hukukçuların en çok konuştuğu, tartıştığı bir konu. Fethullahçıların terör örgütü sayılması için Adalet Bakanlığı döneminde gösterdiği çaba nedeniyle bu yapının hedefi haline gelen eski TBMM Başkanı Cemil Çiçek, bu yapıyı “40 ayaklı” olarak niteledi. Çiçek, “Siyasi ayak denildiğinde işin hukuki yönüne temas edilmiyor ve bir sonuca da varılamıyor. Bu durum kamplaşmayı, kutuplaşmayı artıyor. Böylece FETÖ'nün ekmeğine yağ sürmüş oluyoruz” diyor. “FETÖ'nün siyasi ayağı” siyasetçilerin de ana konusu olmaya devam ediyor. Deneyimli siyasetçi, hukukçu., TBMM eski başkanı Cemil Çiçek, SÖZCÜ'nün sorularını şöyle cevaplandırdı: SUÇLAMA GELENEĞİMİZ VAR “FETÖ, 40 ayaklı bir yaratık gibi bir şey. Bir ayağı, siyasi ayağı, iki ayağı yok. 40 ayaklı bir yapı bu. Bunu bir bütünlük içerisinde görmek gerekiyor. Maalesef tartışmalarda bu bütünlük yok. Konu sadece siyasetin konusu ve siyaset açısından değerlendiriliyor. Maalesef bizim siyaset geleneğimiz de bu konuda çok büyük bir imtihan vermedi. 1908 den bu tarafa siyasetimiz suçlama geleneği üzerine tartışmayı yapar. Yani İttihat Terakki'nin, Hürriyet İtilaf Fırkasını nelerle suçladığına ya da onun diğerini nasıl suçladığına bakalım. Bu suçlama yapılırken daldan dala nasıl çeteciliğin imparatorluğu parçalamak için yoğun bir çaba içinde olduğu ortada. Gerçek üzerinden değil suçlamalar üzerinden kamuoyları oluşturuldu. 100 yıllık geleneğimiz suçlama geleneğidir. Bu yalnız benim fikrim değil, bu konuyu sosyolojik olarak siyaset bilimi açısından araştıranların da ulaştığı sonuçtur. İLERİCİ-GERİCİ Daha sonra ilerici gerici tartışması yaşadık. 15-20 yıl bir parti diğerine gerici öbür parti bir başkasını başka sıfatlarla nitelemeye çalıştı. Bu siyasi tartışmalardan da toplumun huzuru kaçtı, bir çok insan devlete girerken ilerici- gerici gibi değersiz suçlamaların kurbanı oldu. 15 sene bu konuyu tartıştık. Bunun dayanağı yoktur. Öbür taraftan da memleketin bir beraberliğe ihtiyacı vardı. Bu 20 sene tartışmadan sonra bu defa sağcı-solcu tartışmalarına geçildi. Şimdi bu kavramların içi iyice boşaltıldı, başka bir tartışma yapılıyor. Cemil Çiçek, en son 4 gün önce yapılan YİK toplantısında tersine beyin göçüyle ilgili görüşlerini Ankara temsilcimiz Saygı Öztürk’e anlattı. SİYASETEN TARTIŞMA YERİNE Bir yapı siyaseten suçlama üslubuyla tartışılırsa buradan bir sonuca varma imkanımız yok. Çünkü suçlama esası üzerine konular tartışıldığında gerçek göz ardı edilir, insanlar ön yargılı olur. Siyasi pozisyonlarına göre bir algı oluşturulmaya çalışılır. Halbuki bu tartışmalarda bir gerçeğin ortaya çıkması lazım. Madem ki 40 ayaklı bir yapıdan bahsediyoruz bu gerçeği bütün boyutlarıyla ortaya çıkması isteniyorsa, bu suçlama üslubu eski alışkanlığımız bizi sağlıklı bir limana sağlıklı bir sonuca götürmez. Biz yine 100 yıla yakın bir süreden beri her konuyu siyasetten tartışıyoruz. Halbuki konunun birden fazla yönü olabilir. Bu FETÖ meselesinin tarihi, siyasi, sosyolojik boyutu 1969 yılından başlatıyoruz bu geleneği. Halbuki bu tip yapıların Osmanlı da da benzerleri vardı. Onları göz ardı ederek tartışıyoruz. Çünkü bu konular bizim açımızdan öncelik almıyor, sadece birilerini suçlayıp köşeye sıkıştırma esasından böyle bir tartışma yapılırsa biz bu yapıyı anlamakta halen zorlanırız. Bu tartışmalardan, geçmişteki tartışmalardan bir sonuç bir şey çıkmadı. Erdoğan ile düzenli olarak görüşüyor Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Toplantısı 4 gün önce yapıldı. Toplantıda, tersine beyin göçü konuşuldu. HUKUKİ YÖNÜ UNUTULUYOR Konun birden fazla yönü var ama mahkemelerde davalar devam ederken hukuki yönü üzerinde kimse durmuyor. Halbuki bir konuyu hukuki yönden tartışamazsak hukuken köşe noktalarını bulup ortaya çıkaramazsak gerçeği tümüyle kavramış olmayız. Siyasette uzlaşma kültürümüz yok. Geriye dönük 100 yıllık bir siyasi tartışmalardan bana uzlaştığımız bir tek konu gösteremezsiniz. Dolayısıyla uzlaşamayacağımız bir konuyu tartışıyoruz. Halbuki, hukuk uzlaştırır, hukuk orta yolu, makulü, gerçeği bulur. Ne televizyon tartışmalarında ne de siyaset adamlarımızın, genel başkanlarımızın konuşmalarında hukuki boyutuna temas eden bir konuşma dinlemedim. ZINDIK ADAM Hukuk yoksa o zaman neyi neye göre değerlendirmiş olacağız? Size göre, bana göre, siyasi pozisyonumuza, ideolojik duruşumuza, çizginin ne tarafında durduğumuza göre bir tartışma yapacağız, yapıyoruz . Ondan da bir sonuç çıkmıyor. Geriye dönüp baktığımızda belli bir süreden beri bu şahısla, bu zındık adamla ilgili -Ben zındık diyorum.- Osmanlı tarihi bir anlamda zındık yapılaşma tarihidir. ‘Osmanlı da Zındıklar ve Müritler' kitabını okusalar bugün Fethullah Gülen yapısının sürpriz yanının olmadığını görürler. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra da bunun ‘Post modern zındık bir darbe teşebbüsü' olduğunu söylemiştim. O ZAMAN HEPSİ YARGI ÖNÜNE Şimdi yargıya intikal etmiş soruşturmalar, kovuşturmalar, beraat kararları oldu bu kişi ve örgütüyle ilgili . Bunlar göz ardı edilirse neyi nasıl başlatacağız, kimi suçlayacağız? Mesela Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, parti grubunda örneğin MİT Müsteşarlığı'nın başbakana, hükümete gönderdiği raporlardan söz ediyor. Şimdi bunlara bakarsanız rahmetli Turgut Özal'ı, Süleyman Demirel'i, Bülent Ecevit'i de, bunların hükümetlerinde görev yapan kim varsa siyasi suçlamalara bakarsanız hepsini yargının önüne götürmeniz gerekecek. Halbuki bu suçlar yani terör örgütü kurmak, çalıştırmak, üye olmak şikayete bağlı bir suç değil. Böyle bir yapı Türkiye'de vardı ise konuları yargı önüne gelmiş, birinin mahkumiyeti için şikayet etmesini gerekmiyor. Kaldı ki şuan tartışmaya konu olan iddiaların tamamını Ankara cumhuriyet Savcısı henüz DGM'ler varken iddia olarak mahkemelerin önüne götürdü. Sonra bu yargıya gitti. Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu konularla hiç birinin mahrem olmadığına dair kararlar verdi. Bunları hiç kimse konuşmuyor. Bir kafa karışıklığı ile gidiyor. MGK, TERÖR ÖRGÜTÜ SAYAMAZ Ben diyorum ki bu konuda söylenmesi gerekenlerin hepsi söylendi. 3 gün sonra yeni bir şey söylemeyiz. O zaman bu ülkede 15 Temmuz' u, ondan evvel ki gelişmeleri yaşayan ceza hukukçularımız var. Bu işi hukuken nasıl anlamamız gerektiği ile ilgili hukukçuların bir karar vermesi gerekiyor. Bir şeyi tartışırken başka husus daha var: Bir örgüt ne zaman terör örgütü olur? Hayır kurumu, vakıf, dernek gibi kurulur ama ne zaman terör örgütüne dönüşmüş olur? Terör örgütü olduğu konusunda üç tip uygulama var. Onları sıralayalım: 1- Bazılarını Birleşmiş Milletlerin (BM) ilgili organları kabul eder o tüm dünyada terör örgütü olarak kabul edilir. DEAŞ, El Kaide, Boko Haram terör örgütleri gibi. İç hukukunuzda kabul edip etmemenizin bir önemi yoktur. Bu zaten BM'nin belirlediği terör örgütüdür. 2- 3- Her ülkenin kendi kurallarına, değerlendirmelerine göre kabul ettikleri var. Siz kabul edersiniz başka ülkeler kabul etmez. YPG/PYD gibi. Biz kabul ediyoruz ama Amerika da Rusya da kabul etmiyor. PKK mesela Avrupa Birliği ülkeleri kabul ediyor, İsviçre, Norveç, Rusya, Türk Cumhuriyetleri (Bakın enteresan) kabul etmiyor. Biz diyoruz ki ‘PKK terör örgütüdür'. Bazı ülkelerde mesela ABD'de örgütün terör örgütü olduğuna iç güvenlik makamlarıyla beraber Dışişleri bakanlığı karar veriyor. İngiltere de ilgili kurumlardan görüş alıyor bilgi alıyor ama İçişleri karar veriyor. 4- 5- Kıta Avrupası'nda, biz de ise yargı karar veriyor. Tartışma nereden yapılıyor: 2004' te MGK'da Fethullahçılar konuşulmuş. MGK'nın bu örgütü, terör örgütü kabul etme gibi bir durumu yok ki. O tarih itibariyle tam tersi bunun terör örgütü olmadığı yönünde kararlar var. Onları savunuyor anlamında söylemiyorum. MGK kararı ile bir örgüt terör örgütü kabul etmek ben bizim hukukumuza göre değil. Bir Başbakanın, İçişleri bakanının, Cumhurbaşkanın açıklamaları bir örgütü, terör örgütü ilan etmeye yeter mi? Bizim hukukumuza göre yetmez. Mutlaka bir yargı kararı lazım. Terör örgütü olduğuna yargı karar veriyor. DARBE GİRİŞİMİNDEN SONRA Bu yapı örneğin 1995'de, 2015'de terör örgütü mü? Değil. 16 Haziran 2016 darbeden bir ay evvel Erzincan mahkemesi karar veriyor. Ama darbe teşebbüsü olduğunda kesinleşmemiş. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 24 Nisan 2017 de iki hakimle ilgili kararıyla bunu örgüt kabul ediyor. Erzincan mahkemesinin 16.06.2016 da verdiği kararı 18.07. 2017 de kesinleşiyor. Terör örgütü kabul etmiş ama bunun Yargıtay da görülüp ‘doğru' denmesi 2017 yılında. Yargıtay'ın verdiği 24.4.2017 tarihli karar aynı yılın Eylül ayında ceza genel kurulunda onanmış. Bu tartışmalarda hiçbirine temas edilmeden bir tartışma yapılınca sonuca varılamıyor, kamplaşma kutuplaşma artıyor. Sonra da FETÖ'nün ekmeğine yağ sürmüş oluyoruz. Adamların istediği bu toplumda kaos yaratmak, kargaşaya itmek, kamplaşmayı, kutuplaşmayı, huzursuzluğu arttırmak. Hukuk zemininde bu işler tartışılmalı. BİRLEŞTİREN SİYASET DEĞİL HUKUKTUR Söylenecek her şey söylendi. Yeni bir şey söylemiyoruz. Ben siyaseten bir konuşma yapsam öncekilere benzer bir konuşma yapacağım. Eskileri tekrarlamış olacağız. Buradan bir sonuca varamayız. Siyasetin ayrıştırıcılığı tabiatında var. Birleştirici olmaz. Birleştirici olan hukuktur. Bu işin gırtlağına kadar hukuki boyutu var. MGK kararı geçmiş siyasi makamların beyanları olsa olsa bu örgütün terör örgütü olduğu noktasında gerekçe oluşturur. Tek başına yetmez. Örgüt ilan edersek benim politikama ters düşen sivil toplum örgütünü , derneği, vakfı, meslek örgütünü pek ala bunlar terör örgütüdür. ŞİKAYETE BAĞLI DEĞİL ‘Siyasi ayak' dediğiniz konu, şikayete bağlı değil. Ortada bir terör örgütü ve işlediği suçları var. Darbeye teşebbüs, örgüt kurma gibi şikayete tabi olmayan yönleriyle soruşturma yapılıyor onun için gidip birinin ayrıca Savcılığa dilekçe vermesine gerek yok. Savcılar bunların tartışmaların hepsini değerlendirme konusu yaparak, soruşturmalarını, sorguladıklarını tekrar sorgulayabilir. Elde ettikleri bilgi, belge, bulgu varsa defter, kayıt vs bunların hepsine bakabilir. Önünde hukuki bir engel yok. Elinde bilgi ve belge doküman olan varsa, örneğin ‘Bu darbe başarılı olsaydı, kimler nereye gelecekti?' Bu konuda ‘gözüme bak anlarsın' ya da ‘karınca aratır' gibi olmaz ki. Kimin elinde liste varsa, bunu da savcılığa verirlerse sorun kalmaz. Şikayete tabi bir şey olsa, ‘şikayet eden olmadı, bizde bir şey yapamadık' denilir. Böyle bir konu da yok zaten.” SAYGI ÖZTÜRK - SÖZCÜ
  11. 1 puan
    Yargı Reformu Strateji Belgesi kapsamında belirlenen amaç ve hedefler doğrultusunda düzenlemeler içeren Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapan Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı. - Yasaya göre, haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmayacak. - Baroya kayıtlı, en az 15 yıllık avukatlara yeşil pasaport verilebilecek. - 21 Temmuz 2016'da ilan edilen OHAL kapsamında terör örgütlerine üyeliği, iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle pasaportları iptal edilen ya da pasaport talepleri reddedilenlere, pasaportları İçişleri Bakanlığınca yapılan inceleme sonrası verilecek. - Avukatlık staj ve noterlik staj başvurularında, Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı'nda başarılı olma şartları aranacak. - İdari yargıda da ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla duruşma yapılabilecek. - Soruşturma aşamasında tutukluluk süresi, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde 6 ayı, görevine giren işlerde 1 yılı geçemeyecek. - Seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü, yargı sistemine dahil ediliyor. - Suçun sübutuna doğrudan etki edecek mevcut bir delil toplanmadan düzenlenen, soruşturma veya kovuşturma yapılması izne veya talebe bağlı olan suçlarda izin alınmaksızın veya talep olmaksızın düzenlenen iddianameler iade edilecek. - İş ve çalışma hürriyetinin ihlali; güveni kötüye kullanma; suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçları da uzlaştırma kapsamında olacak. - Uzlaştırma ve ön ödeme kapsamındaki suçlar hariç, cumhuriyet savcısı, üst sınırı 3 yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarda, kamu davasının açılmasını 5 yıl süreyle erteleyebilecek. - Cinsel istismar mağduru çocukların soruşturma evresindeki beyanları, bunlara yönelik hizmet veren merkezlerde cumhuriyet savcısının nezaretinde uzmanlar aracılığıyla alınacak. - Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin temyiz edilebilecek kararlarının kapsamı genişletiliyor. - Hakaret, halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit, suç işlemeye tahrik, halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama, cumhurbaşkanına hakaret, devletin egemenlik alametlerini aşağılama, Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni ve devletin kurum ve organlarını aşağılama, silahlı örgüt, halkı askerlikten soğutma suçları nedeniyle verilen bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları temyiz edilebilecek. - Kamu davasının açılmasının ertelenmesine ilişkin hapis cezalarının üst sınırı 15 yaşını doldurmamış çocuklar bakımından 5 yıl olarak uygulanacak. Kanuna göre, baroya kayıtlı ve en az 15 yıl kıdemi bulunan avukatlara hususi damgalı pasaport verilecek. Ancak avukatların haklarında, Türk Ceza Kanunu'nda belirtilen suçlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan dolayı soruşturma veya kovuşturma bulunmaması şartı aranacak. OHAL döneminde çıkartılan KHK'lerle pasaportları iptal edilenlere, haklarındaki idari veya adil işlemler lehine sonuçlanmışsa pasaportları iade edilecek. Bu şekilde pasaportları iptal edilenler veya pasaport talepleri reddedilenlere, belirli koşulların bulunması durumunda kolluk birimlerince yapılacak araştırma sonucuna göre İçişleri Bakanlığınca pasaportları verilebilecek. Bu maddeden, OHAL kapsamında kabul edilen kanunlar uyarınca kamu görevinden çıkarılmaları veya rütbelerinin alınması nedeniyle pasaportları iptal edilenler, OHAL Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin KHK'nin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 5. maddesi ve 375 sayılı KHK'nin geçici 35. maddesi uyarınca pasaportları iptal edilenler, mahkemelerce yurt dışına çıkmaları yasaklananlar hariç olmak üzere pasaportları iptal edilenler ile haklarında pasaport verilmemesine yönelik idari işlem tesis edilmiş olanlar yararlanacak. Ancak haklarında aynı nedenlerden dolayı devam eden herhangi bir idari, adli soruşturma, kovuşturma bulunmaması, kovuşturmaya yer olmadığına, beraatine, ceza verilmesine yer olmadığına, davanın reddine veya düşmesine karar verilmesi, mahkumiyet kararında cezasının tümüyle infaz edilmesi veya ertelenmesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi şartları aranacak. Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı Avukatlık staj ve noterlik staj başvurularında, Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı'nda başarılı olma şartları aranacak. İlgili kanunlarda belirtilen şartlara ek olarak; hakim adaylığı sınavına girmek ve avukatlık veya noterlik stajına başlamak için, Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı'nda veya İdari Yargı Ön Sınavı'nda başarılı olmak şartı gerekecek. Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı'na, hukuk fakültesi mezunları, yabancı bir hukuk fakültesini bitirip denklik belgesi alanlar girebilecek. Sınav yılda en az bir defa yapılacak. İdari Yargı Ön Sınavı'na, hukuk bilgisine programlarında yeterince yer veren siyasal bilgiler, idari bilimler, iktisat ve maliye alanlarında en az 4 yıllık yükseköğrenim yapmış veya bunlara denkliği kabul edilmiş yabancı öğretim kurumlarından mezun olanlar girebilecek. Sınav, 2 yılda en az bir defa olacak şekilde diğer sınav gibi Adalet Bakanlığı ile imzalanacak protokole göre Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezince yapılacak. Sınavlar test şeklinde olacak, en az 100 soru yöneltilecek ve 100 puan üzerinden en az 70 puan alanlar başarılı sayılacak. 3 ay içinde karara bağlanacak Aynı veya farklı bölge idare mahkemesi dairelerince benzer olaylarda verilen kesin nitelikteki kararlar arasındaki aykırılık veya uyuşmazlığın giderilmesine ilişkin gerekçeli istemler, uyuşmazlığın konusuna göre Danıştay İdari veya Vergi Dava Daireleri kurullarınca 3 ay içinde karara bağlanacak. Aykırılık veya uyuşmazlığın giderilmesine ilişkin olarak verilen kararlar kesin nitelikte olacak. Kanunla hukuk yargılamasında uygulanan ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla duruşma yapılmasına dair hükümler, idari yargıda da uygulanacak. Aday sayısının yüzde 20'sini geçemeyecek İdari yargı hakim adaylığına hukuk fakültesi mezunu olmayanlar arasından yapılacak atamalarda, alan ve sayı sınırlaması getiriliyor. Siyasal bilgiler, idari bilimler, iktisat ve maliye alanlarından mezun olanlar, hakim adaylığına atanabilecek. Ancak bu kişilerden atananların sayısı, her dönemde atanacak toplam aday sayısının yüzde 20'sini geçemeyecek. Hukuk fakültesi mezunlarının Adli veya İdari Yargı Hakim Adaylığı Yazılı Yarışma Sınavı'na girebilmeleri için Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı'nda; hukuk fakültesi mezunu olmayanların İdari Yargı Hakim Adaylığı Yazılı Yarışma Sınavı'na girebilmeleri için İdari Yargı Ön Sınavı'nda başarılı olmaları gerekecek. Adli yargı hakim adaylığı yazılı yarışma sınavı alan bilgisi konuları arasında iş hukuku da yer alacak. Mülakat Kurulu 7 üyeden oluşacak Mülakat Kurulunun üye sayısı 5'ten 7'ye çıkarılacak, Hakimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreteri ile Türkiye Adalet Akademisi Danışma Kurulundan bir üye de kurulda bulunacak. Türkiye Adalet Akademisi Danışma Kurulunda; Yargıtay veya Danıştay mensubunun birden fazla olması halinde bu kişiler arasından, Yargıtay veya Danıştay mensubu bulunmaması halinde kurulda görev yapan hakim ve savcılar arasından her sınav için Danışma Kurulunca, üye tam sayısının salt çoğunluğunun gizli oyuyla, sınavın türüne göre bir asıl üye Mülakat Kuruluna seçilecek. Kanun, Türkiye Adalet Akademisinde ders verenlere ödenecek ders ücretlerini de düzenliyor. Akademiye öğretim elemanı olarak atanan veya görevlendirilen hakim ve savcılar ile Yükseköğretim Kanunu hükümlerine göre akademide görevlendirilen öğretim elemanlarına haftalık 10 ders saatini aşan kısım için ders ücreti ödenecek. Akademide ders vermekle görevlendirilen Yargıtay ve Danıştay üyeleri, hakim, savcılar, avukatlar, noterler ve alanında uzman kişiler, verdikleri her ders için ders ücreti alacak. Akademide ders verenlerden üniversite öğretim elemanı olmayanlar bakımından birinci derecede olanlar için profesörlere, ikinci derecede olanlar için doçentlere, üç veya daha aşağı derecede olanlar ile kamu görevlisi olmayanlar için öğretim görevlilerine, Yükseköğretim Personel Kanunu'na göre ödenen kadar ders ücreti ödenecek. Üniversite öğretim elemanlarının akademide ders vermesini sağlamak amacıyla bu kişilere Yükseköğretim Personel Kanunu'na göre ödenenin bir kat fazlası ders ücreti ödenmesi de öngörülüyor. Terörle Mücadele Kanunu'na yapılan eklemeyle, haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmayacak. Kanunla, uzmanların aile mahkemesi bünyesine atanmaları usulünden vazgeçiliyor, adliyelerde kurulacak müdürlükler bünyesine alınıyor. Aile mahkemelerinde, Adalet Bakanlığınca adliyelerde görevlendirilen psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacılardan yararlanılacak. Soruşturma aşamasında tutukluluk süresi, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen suçlarda 6 ayı geçemeyecek, ağır cezanın alanına giren suçlarda bu süre en fazla 1 yıl olacak. Yargı Reformu Strateji Belgesi kapsamında belirlenen amaç ve hedefler doğrultusunda düzenlemeler içeren Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapan Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı. Kanuna göre, uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç, yalnız adli para cezasını gerektiren veya kanun maddesinde öngörülen hapis cezasının yukarı sınırı 6 ayı aşmayan suçlarda, ön ödeme miktarı birer ay ara ile üç eşit taksitle ödenebilecek. Taksitler süresinde ödenmezse, ön ödemenin gereğinin yerine getirilmediği kabul edilecek ve soruşturmaya devam edilecek. Cinsel saldırı ve cinsel istismar suçu mağdurlarının ifade ve beyanlarının hukuka aykırı olarak başkalarına verilmesi, yayılması, başkalarınca ele geçirilmesi fiilleri, söz konusu suçun nitelikli hali olarak kabul edilecek ve ceza bir kat artırılacak. Soruşturma evresinde tutukluluk süresi, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işler bakımından 6 ayı, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde ise 1 yılı geçemeyecek. Ancak Türk Ceza Kanunu'nun 2. kitap 4. kısmında yer alan "devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, milli savunmaya karşı suçlar ve devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk; Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar" bakımından bu süre en çok 1 yıl 6 ay olacak, gerekçesi gösterilerek 6 ay daha uzatılabilecek. Bu maddede öngörülen tutukluluk süreleri, fiili işlediği sırada 15 yaşını doldurmamış çocuklar bakımından yarı oranında, 18 yaşını doldurmamış çocuklarda ise dörtte üç oranında uygulanacak. Uzlaştırma ve ön ödeme kapsamındaki suçlar hariç, cumhuriyet savcısı, üst sınırı 3 yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı, yeterli şüphenin varlığına rağmen kamu davasının açılmasının 5 yıl süreyle ertelenmesine karar verebilecek. Suçtan zarar gören veya şüpheli, bu karara itiraz edebilecek. Bu madde hükümleri suç işlemek için örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçları ile örgüt faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlar, kamu görevlisi tarafından görevi sebebiyle veya kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenen suçlar ile asker kişiler tarafından işlenen askeri suçlar, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar hakkında uygulanmayacak. İade edilecek iddianameler Kanunda, iade edilecek iddianameler şöyle sıralandı: - Suçun sübutuna doğrudan etki edecek mevcut bir delil toplanmadan düzenlenen iddianameler. - Ön ödemeye veya uzlaştırmaya ya da seri muhakeme usulüne tabi olduğu soruşturma dosyasından açıkça anlaşılan işlerde ön ödeme veya uzlaştırma ya da seri muhakeme usulü uygulanmaksızın düzenlenen iddianameler. - Soruşturma veya kovuşturma yapılması izne veya talebe bağlı olan suçlarda izin alınmaksızın veya talep olmaksızın düzenlenen iddianameler. Soruşturma veya kovuşturma evresinde, dava nakli veya adli tıp işlemleri nedeniyle yerleşim yeri dışında bir yere gitme zorunluluğu doğması halinde mağdurun yapmış olduğu konaklama, iaşe ve ulaşım giderleri, Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanacak. Beyanlar uzmanlar aracılığıyla alınacak Cumhuriyet savcısı veya hakimin, ifade ve beyanının özel ortamda alınması gerektiği ya da şüpheli veya sanıkla yüz yüze gelmesinde sakınca bulunduğunu değerlendirdiği çocuk veya mağdurların ifade ve beyanları, özel ortamda uzmanlar aracılığıyla alınacak. Cinsel istismar mağduru olan çocukların soruşturma evresindeki beyanları, bunlara yönelik hizmet veren merkezlerde cumhuriyet savcısının nezaretinde uzmanlar aracılığıyla alınacak. Mağdur çocuğun beyan ve görüntüleri kayda alınacak. Kovuşturma evresinde ise ancak maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından mağdur çocuğun beyanının alınması veya başkaca bir işlem yapılmasında zorunluluk bulunması halinde bu işlem, mahkeme veya görevlendireceği naip hakim tarafından bu merkezlerde uzmanlar aracılığıyla yerine getirilecek. Mağdur çocuk yargı çevresi ve mülki sınırlara bakılmaksızın en yakın merkeze götürülerek işlemler yerine getirilecek. Gizlilik için gerekli önlemler alınacak Beyan ve görüntülerin kayda alınmasında mağdurun rızası aranacak. Alınan beyan ve görüntü kayıtları, dava dosyasında saklanacak, kimseye verilmeyecek, gizliliği için gerekli önlemler alınacak. Beyan ve görüntü kayıtları, yazılı tutanağa dönüştürülecek. Bu tutanak, talepte bulunan şüpheli, sanık, müdafili, mağdur, vekil veya kanunu temsilciye verilecek. Beyan ve görüntü kayıtları, bu kişilere soruşturma ve kovuşturma makamlarının gözetiminde gizliliği korunmak suretiyle izletilebilecek. Seri muhakeme usulü Kanunla, seri muhakeme usulü yargı sistemine dahil ediliyor. Soruşturma evresi sonunda kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verilmediği takdirde seri muhakeme usulü uygulanacak. Seri muhakeme usulü, TCK'de yer alan hakkı olmayan yere tecavüz; genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması; trafik güvenliğini tehlikeye sokma; gürültüye neden olma; parada sahtecilik; mühür bozma; resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan; kumar oynanması için yer ve imkan sağlama; başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçları ile Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun, Orman Kanunu; Rulet, Tilt, Langırt ve Benzeri Oyun Alet ve Makinaları Hakkında Kanun; Kooperatifler Kanunu'nda yer alan bazı suçlarda uygulanacak. Cumhuriyet savcısı veya kolluk görevlileri, şüpheliyi, seri muhakeme usulü hakkında bilgilendirecek. Cumhuriyet savcısı, seri muhakeme usulünün uygulanmasını şüpheliye teklif edecek. Şüphelinin müdafi huzurunda teklifi kabul etmesi halinde bu usul uygulanacak. Cumhuriyet savcısı, suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında tespit edeceği temel cezadan yarı oranında indirim uygulamak suretiyle yaptırımı belirleyecek. Sonuç olarak belirlenen hapis cezası, cumhuriyet savcısı tarafından koşulları bulunması halinde Türk Ceza Kanunu'na göre seçenek yaptırımlara çevrilebilecek veya ertelenebilecek. Bu madde kapsamında yaptırım uygulanması, güvenlik tedbirlerine ilişkin hükümlerin uygulanmasına engel teşkil etmeyecek. Cumhuriyet savcısı, şüpheli hakkında seri muhakeme usulünün uygulanmasını yazılı olarak görevli mahkemeden talep edecek. Mahkeme, şüpheliyi müdafi huzurunda dinledikten sonra eylemin seri muhakeme usulü kapsamında olduğu kanaatine varırsa talepte belirlenen yaptırım doğrultusunda hüküm kuracak; aksi takdirde talebi reddedecek ve soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması amacıyla dosyayı cumhuriyet başsavcılığına gönderecek. Mazeretsiz olarak mahkemeye gelmeyen şüpheli, bu usulden vazgeçmiş sayılacak. Seri muhakeme usulünün herhangi bir sebeple tamamlanamaması veya soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması amacıyla cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesi hallerinde, şüphelinin seri muhakeme usulünü kabul ettiğine ilişkin beyanları ile bu usulün uygulanmasına dair diğer belgeler, takip eden soruşturma ve kovuşturma işlemlerinde delil olarak kullanılamayacak. Suçun iştirak halinde işlenmesi durumunda şüphelilerden birinin bu usulün uygulanmasını kabul etmemesi halinde seri muhakeme usulü uygulanmayacak. Seri muhakeme usulü, yaş küçüklüğü ve akıl hastalığı ile sağır ve dilsizlik hallerinde uygulanmayacak. Resmi mercilere beyan edilmiş olup da soruşturma dosyasında yer alan adreste bulunmama, yurt dışında olma, başka bir nedenle şüpheliye ulaşılamaması halinde seri muhakeme usulü uygulanmayacak. Cumhuriyet savcısının talebi doğrultusunda mahkemece kurulan hükme itiraz edilebilecek. Basit yargılama usulü Kanunla, yargı sistemine dahil edilmesi öngörülen ikinci düzenleme ise "basit yargılama usulü" olacak. Asliye ceza mahkemesince, iddianamenin kabulünden sonra adli para cezasını veya üst sınırı 2 yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarda basit yargılama usulünün uygulanmasına karar verilebilecek. Basit yargılama usulünün uygulanmasına karar verildiği takdirde mahkemece iddianame, sanık, mağdur ve şikayetçiye tebliğ edilerek, beyan ve savunmalarını 15 gün içinde yazılı olarak bildirmeleri istenecek. Tebligatta duruşma yapılmaksızın hüküm verilebileceği hususu da belirtilecek. Ayrıca, toplanması gereken belgeler, ilgili kurum ve kuruluşlardan talep edilecek. Beyan ve savunma için verilen süre dolduktan sonra mahkemece duruşma yapılmaksızın ve cumhuriyet savcısının görüşü alınmaksızın hüküm kurulacak. Mahkumiyet kararı verildiği takdirde sonuç ceza dörtte bir oranında indirilecek. Mahkemece, koşulları bulunması halinde kısa süreli hapis cezası seçenek yaptırımlara çevrilebilecek veya hapis cezası ertelenebilecek ya da uygulanmasına sanık tarafından yazılı olarak karşı çıkılmaması kaydıyla hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek. Hükümde, itiraz usulü ile itirazın sonuçları belirtilecek. Mahkemece gerekli görülmesi halinde bu madde uyarınca hüküm verilinceye kadar her aşamada duruşma açmak suretiyle genel hükümler uyarınca yargılamaya devam edilebilecek. Basit yargılama usulü, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır ve dilsizlik halleri ile soruşturma veya kovuşturma yapılması izne ya da talebe bağlı olan suçlar hakkında uygulanmayacak. Bu kapsama giren bir suçun, kapsama girmeyen başka bir suçla işlenmiş olması halinde de bu usul uygulanmayacak. Basit yargılama usulünde itiraz Basit yargılama usulünce verilen hükümlere karşı itiraz edilebilecek. Süresi içinde itiraz edilmeyen hükümler kesinleşecek. İtiraz üzerine hükmü veren mahkemece duruşma açılacak ve genel hükümlere göre yargılamaya devam olunacak. Taraflar gelmese bile duruşma yapılacak ve yokluğunda hüküm verilebilecek. Seri muhakeme ve basit yargılama usulleri, 1 Ocak 2020'den itibaren uygulanacak. 1 Ocak 2020 tarihi itibarıyla kovuşturma evresine geçilmiş, hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü uygulanmayacak. Düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla; kovuşturma evresine geçilmiş dosyalarda kamu davasının açılmasının ertelenmesi hükümleri uygulanmayacak. Uzlaştırma kapsamı genişletiliyor "İş ve çalışma hürriyetinin ihlali; güveni kötüye kullanma; suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi" suçları da uzlaştırma kapsamına alınıyor. Uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen başka bir suçla "aynı mağdura karşı" işlenmiş olması halinde uzlaştırma hükümleri uygulanmayacak. Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerince duruşma açılmaksızın, cezayı kaldıran veya cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebeplere ya da şahsi cezasızlık sebeplerine bağlı olarak daha az ceza verilmesini veya cezaya yer olmadığına karar verilmesini gerektiren hallerde, hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilebilecek. Kanunla, bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin bozma yetkisine yenileri ekleniyor. Bölge adliye mahkemesi, soruşturma veya kovuşturma şartının gerçekleşmediğinin veya ön ödeme, uzlaştırma usulünün uygulanmadığının anlaşılması ya da davanın ilk derece mahkemesinde görülen bir dava ile birlikte yürütülmesinin zorunlu olması halinde, hükmün bozulmasına ve dosyanın yeniden incelenmek, hükmolunmak üzere hükmü bozulan ilk derece mahkemesine veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği diğer bir ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verebilecek. Kanunla, istinaf aşamasında uygulanması kabul edilen istisnai hükümlerin kapsamı genişletiliyor. Buna göre sanık, müdafi, katılan ve vekilinin duruşmaya gelmemesi halinde duruşmaya devam edilerek, sanığın sorgu tutanakları anlatılarak dava yokluklarında bitirilebilecek. Sanık hakkında verilecek ceza, ilk derece mahkemesinin verdiği cezadan daha ağır ise her durumda sanığın dinlenmesi gerekecek. Temyiz genişletiliyor Kanuna göre, bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin temyiz edilebilecek kararlarının kapsamı genişletiliyor. Türk Ceza Kanunu'nda yer alan hakaret, halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit, suç işlemeye tahrik, suçu ve suçluyu övme, halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama, kanunlara uymamaya tahrik, cumhurbaşkanına hakaret, devletin egemenlik alametlerini, Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, kurum ve organlarını aşağılama, silahlı örgüt, halkı askerlikten soğutma suçları nedeniyle verilen bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları temyiz edilebilecek. Hükmü veren ilk derece mahkemesi değerlendirecek Ayrıca, Terörle Mücadele Kanunu'nun, terör örgütlerinin; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösteren, öven, bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden bildiri veya açıklamalarını basmak, yayınlamak suçları, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenlemek, yönetmek ve katılmak suçları, kanuna aykırı propaganda vasıtaları ve suç işlemeye teşvik ile direnme suçları nedeniyle de verilen bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları da temyiz edilebilecek. Hüküm, kanunun yayımlandığı tarihten itibaren 15 gün içinde talep etmek koşuluyla aynı suçlarla ilgili olarak bölge adliye mahkemelerince verilmiş kesin nitelikteki kararlar hakkında da uygulanacak. Cezası infaz edilmekte olan hükümlülerin, tutukluluğunun devam edip etmeyeceği, hükmü veren ilk derece mahkemesince değerlendirilecek. Kanunla, bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kesin nitelikteki kararlarına karşı yapılan itirazların öncelikle kararı veren ceza dairesi tarafından incelenmesi, dairenin itirazı yerinde görürse kararını düzeltmesi, yerinde görmez ise itirazın ceza daireleri başkanlar kurulu tarafından incelenmesi için bu kurula gönderilmesi sağlanıyor. Kurula gönderilen itiraz dosyası hakkında, kararına itiraz edilen dairenin başkanı veya görevlendireceği üye tarafından kurula sunulmak üzere bir rapor hazırlanacak. Dairenin itirazı yerinde görmemesi üzerine başkanlar kurulunun itiraz hakkında vereceği kararlar ise kesin nitelikte olacak. Dörtten fazla ceza dairesi olan bölge adliye mahkemelerinde Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından daire başkanları arasından belirlenen ve dört üyeden oluşan başkanlar kurulu bu incelemeyi yapacak. Başkanlar kurulunun bu maddeye ilişkin çalışma usul ve esasları Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından belirlenecek. Düzenlemeyle yapılan değişiklikler, kanunun yayımlandığı tarihten önce itiraz yoluna başvurulup reddedilmiş olan itirazlar hakkında uygulanamayacak. İnfazın ertelenmesi ve durdurulması Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunu'nda yapılan değişiklikle infazın ertelenmesine ilişkin nedenler arasına yeni bir neden ekleniyor. Buna göre, bölge adliye mahkemesinde inceleme ve kovuşturmalarda verilen kararların sanık lehine olması halinde, bu hususların istinaf isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanma imkanı varsa bu sanıkların da istinaf isteminde bulunmuşçasına verilen kararlardan yararlanması ile hükmün bozulmasının diğer sanıklara etkisini düzenleyen maddenin uygulanma imkanı bulunduğu hallerde hükmü veren ilk derece mahkemesinden infazın ertelenmesine veya durdurulmasına ilişkin karar verilmesi istenebilecek. Karar verilmeden önce cumhuriyet savcısı ve hükümlünün görüşlerini yazılı olarak bildirmesi talep edilebilecek. Karar, duruşma açılmaksızın verilecek ve bu karara karşı itiraz yoluna gidilebilecek. Erteleme veya durdurma talebinin kabulü, güvence gösterilmesine veya diğer bir şarta bağlanabilecek. Kamu davasının ertelenmesinde 5 yıl Çocuk Koruma Kanunu'nda yapılan değişiklikle, kamu davasının açılmasının ertelenmesine ilişkin hapis cezalarının üst sınırı 15 yaşını doldurmamış çocuklar bakımından 5 yıl olarak uygulanacak. Kanunla, İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'da yapılan değişiklikle, bazı suçlarda verilen erişimin engellenmesi kararları, ihlalin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL, vb. şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle verilecek. Ancak teknik olarak ihlale ilişkin içeriğe erişimin engellenmesi yapılamadığı veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla ihlalin önlenemediği durumlarda, internet sitesinin tümüne yönelik olarak erişimin engellenmesi kararı verilebilecek. Teklifin yasalaşmasının ardından TBMM Başkanvekili Celal Adan, birleşimi 22 Ekim Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere kapattı.
  12. 1 puan
    FETÖ/PDY davalarından yargılanan yüz binlerce kişinin gözü kulağı Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin vereceği emsal kararlarda. Darbe girişiminin üzerinden geçen üç yıllık süre sonunda çok sayıda kişi hakkında verilen mahkumiyet kararları kesinleşti. Yargıtay, yerel mahkemelerin verdiği kararları incelerken yeni kriterler belirledi. Yargıtay, dosyaları incelerken suç örgütü üyeliği veya yöneticiliğine delil olarak gösterilen pek çok konuda içtihat oluşturan kararlara imza attı. İşte, Yargıtay’ın yeni FETÖ kriterleri... Zaman gazetesine üye olan değil, üye yaptıran… Örgüt üyesi veya yöneticisi olduğu gerekçesiyle yargılanıp mahkum olanlara dair gösterilen deliler arasında, örgütün yayın organı olarak kabul edilen Zaman gazetesine üye olunması yer alıyordu. FETÖ-PDY yargılamalarında sanık olarak yargılananların Zaman gazetesine üye olmaları, “Kanaati kuvvetlendirici delil” kabul ediliyordu. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, bu konuda verdiği kararlarda; Zaman gazetesinin yaklaşık 1 milyonu bulan tirajının olması ve bu nedenle gazeteye abone olan herkesin örgüt üyesi olarak kabul edilemeyeceğine dikkat çekti. Yargıtay, bu nedenle sanık olarak yargılanan kişinin Zaman gazetesine üye olması yerine, “Üye yaptırması” delil olarak kabul etti. Bu karara göre, Zaman gazetesine üye yaptırtan kişiler örgüt üyesi veya yöneticisi olmaktan mahkum olacak. Tek başına gazeteye abone olunması, örgüt üyeliği için kanaati güçlendirici delil olarak kabul edilmeyecek. Digitürk iptal ettirenlerin ses kayıtları dikkate alınacak… FETÖ-PDY Terör örgütüne yönelik yürütülen soruşturmalarda önemli delillerden biri de örgütün televizyon kanallarının DİGİTÜRK’den çıkartılmasının ardından aboneliklerin iptal edilmesi yer alıyordu. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, bu delile ilişkin olarak da içtihat oluşturacak kararlar verdi. Yargıtay, DİGİTÜRK’ü iptal ettirenlerin ses kayıtlarının getirtilmesi ve dinlenilmesi kriterini belirledi. Buna göre getirtilen ses kayıtlarında örgütsel tavır sergileyerek üyeliğini iptal ettirenler örgüt üyesi kabul edilirken, DİGİTÜRK’den memnun olmadığı için iptal ettirenler örgüt üyesi kabul edilmeyecek. Yargıtay aynı zamanda özgürlükçü düşünceye sahip kişilerin “düşünceye özgürlük” kapsamında DİGİTÜRK’ü iptal ettirdiğini söyleyenleri de örgüt kapsamı dışına aldı. Bank Asya’nın normal mudileri örgüt üyesi sayılmayacak Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin FETÖ-PDY davalarında örgüt üyeliğine dair önemli deliler arasında yer alan “Bank Asya’da hesabın olması” konusunda da kriterler belirledi. Buna göre Daire, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü soruşturmalarında tutuklama ve gözaltı gerekçeleri arasında yer alan Asya Katılım Bankası A.Ş. de hesabın bulunmasını, örgüt üyeliği için delil sayılamayacağına karar verdi. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, verdiği son kararda şöyle denildi: “BDDK nın 29-05-2015 tarihli kararı ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilen ve 22 Temmuz 2016 tarihli kararı ile de 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 107. maddesinin son fıkrası gereğince faaliyet izni kaldırılıncaya kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam eden, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı Asya Katılım Bankası A.Ş.’de gerçekleştirilen rutin hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etmek kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek, sanık F.Y. nin Bank Asya’daki hesabı üzerinden gerçekleştirdiği mutad bankacılık işlemlerinin örgütsel faaliyet olarak kabul edilmesi kanuna aykırıdır” FETÖ/PDY silahlı örgütüne üye olmak suçlamasıyla haklarında dava açılanlar, eğer örgütün talimatıyla bankada hesap açıp para yatırmamışlarsa, Bylock kullanıcısı bile olsalar daha az ceza alacaklar. Örgüt üyeliğinden mahkumiyet hükmü kurulurken örgütsel faaliyet sayısının azlığı veya fazlalığı verilecek cezanın artmasına veya azalmasına neden oluyor. Buna göre, FETÖ-PDY silahlı terör örgütü üyeleri BANK Asya’da örgütün emir verdiği tarihlerde işlem yapmamışsa daha az ceza alacak. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, verdiği kararla örgütün talimatıyla para yatıran kişilerle, örgütten habersiz bankada hesap açıp işlem yapanları birbirinden ayıracaklarını göstermiş oldu. FETÖ’ye himmet… FETÖ-PDY Terör örgütüne himmet veren örgüt üyelerine ilişkin verilen kararlarda da yeni kriterler belirlendi. Bazı sanıkların birden fazla tarikata para yatırdığını ve bunu dini inancı gereği yaptığını ifade etmesi üzerine Yargıtay 16. Ceza Dairesi, bu konuda da yeni kriterler belirledi. Buna göre “himmet” adı altında örgüte mali yardım yaptığı iddiasıyla mahkum olanlar, eğer başka dini tarikatlara da yardım yaptıklarını delilleriyle ispatlıyorlarsa örgüt üyeliğinden beraat edilecekler. FETÖ okullarında çocuk okutmak… Yargıtay 16. Ceza Dairesi, çocuklarını FETÖ okullarında okutup, dershanelerine gönderenlere ilişkin olarak da kriterler belirledi. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, bu konuda verdiği kararlarda, “Sanığın çocuğunu örgüte müzahir okula göndermesi örgütsel faaliyet kapmasında kabul edilmez” görüşüne yer verdi.
  13. 1 puan
    OHAL Komisyonu, 200'e yakın polis memuru için iade kararı almasına rağmen, Emniyet Genel Müdürlüğü, bu personeli göreve başlatmadı. OHAL Komisyonu, ihraç edilen personelin başvurularını değerlendirmeye devam ediyor. Ancak diğer kamu kurumları, iade kararları sonrasında, personeli hemen göreve başlatırken, Emniyet Genel Müdürlüğü, kanunun öngördüğü teşkilatı oluşturmadığı için hala iade kararı almış olan polisleri göreve başlatmadı. Bilindiği üzere 7075 sayılı Kanunun 10/A maddesi gereğince, OHAL Komisyonunca göreve iadesine karar verilen ancak eski kadro, rütbe veya unvanına atanması ilgili bakan onayı ile uygun görülmeyenler ilgisine göre Milli Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı bünyelerinde kurulan araştırma merkezlerinde istihdam edilecektir. Mezkur Kanun hükmü gereğince Emniyetin, ilgili araştırma merkezini hala kurmadığı, bu nedenle 200'e yakın iade kararı almış olan polis memurunun beklediği ifade edilmektedir.
  14. 1 puan
    Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Haşim Kılıç, "Bence şu anda Türkiye’de yaşanan krizin adını doğru koymak gerekir. Yaşanan “adalet” ve “özgürlük” krizidir. Türkiye bir adalet ve özgürlük krizi yaşıyorsa bunun doğal sonucu ekonomik krizdir." dedi. Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Haşim Kılıç, Milli Gazete’den Hayrettin Dincelir’in sorularını cevapladı. Kuvvetler ayrılığı ilkesinden Anayasa Mahkemesi’nin önemine, parlamenter sistemden başkanlık sisteminin açmazlarına, KHK’lardan hukuk fakültelerinin işlevselliğine, ekonomik krizden vesayet tartışmalarına kadar çok geniş bir yelpazede fikirlerini beyan eden Kılıç, çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Özgeçmişinizi kısaca anlatacak olursanız neler söylemek istersiniz? 1974 yılında Sayıştay’da, Sayıştay denetçisi olarak göreve başladım. On yedi yıl görev yaptıktan sonra Sayıştay genel kuruluna yapılan üye seçimlerinde 1985 yılında üye seçildim. Beş yıl daha Sayıştay üyesi olarak görev yaptıktan sonra 1990 yılında Anayasa Mahkemesi’ne seçilen üç kişi arasından, yani Sayıştay genel kurulunun seçtiği üç kişi arasından, rahmetli Turgut Özal beni Anayasa Mahkemesi’ne atadı.1990’dan 2015 Şubatına kadar da yirmi beş yıl Anayasa Mahkemesi’nde görev yaptık. Anayasa Mahkemesi’nde 2 dönem 4’er yıl başkan vekilliği, 2 dönem de başkanlık yaptım ve başkanlık yaptıktan sonra emekli oldum. Kuvvetler ayrılığı noktasından bakacak olursanız, Anayasa Mahkemesi’nin önemi hakkında neler söylemek istersiniz? Kuvvetler ayrılığı dendiği zaman yasaları meclis yapar, yürütme organı bunu uygular, yargı organı olarak Anayasa Mahkemesi de bunu denetler. Yani güçler ayrılığının temel esprisi yasayı yapan, yasayı uygulayan ve yasayı denetleyenlerin ayrı kişiler olmasıdır. Dolayısıyla güçler ayrılığı ilkesini oluşturamazsanız hukuk devleti anlayışına ulaşmanız oldukça zor olur. Anayasa Mahkemesi’nin önemi, yasaların, anayasaya uygunluk denetimini yapmak suretiyle bu gücü elinde bulunduranları denetlemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Sizin de yakından şahit olduğunuz 367 krizi akabinde gerçekleşen e-muhtıra olayı ve yine sürecin devamı niteliğindeki iktidar partisine yönelik kapatma davası sürecinde, bu yapılanları sivil, askeri veya bürokratik herhangi bir vesayet odağının girişimleri olarak algılayabilir miyiz? Gelişmeler demokratik hayatın tabii akışına terk edilmiş olsaydı, dediğiniz şeyler asla vuku bulmayacaktı. Ancak Türkiye’de, siyasi hayatı dizayn etmek isteyenlerin, cumhurbaşkanının kimin olması gerektiği konusunda kafalarına uymayan birinin cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesi ciddi anlamda sıkıntı oluşturdu. Tabii burada e-muhtıradan ziyade yargının tutumu çok önemliydi. Anayasa Mahkemesi bu konuda iyi bir sınav vermiş sayılmaz. Meclis’in toplantı nisabının ne olacağı konusunda Anayasa’da ve Meclis iç tüzüğünde çok açık hükümler olmasına rağmen, zorlayarak, dürüst yorum ilkesinden ayrılarak, Meclis’in toplantı nisabının 367 olması gerektiği konusunda bir yorum geliştirildi. Bu yorumun arkasına hem askerler düştü hem de yargı düştü. Meclis’te böyle bir toplantı nisabının olması için gerek Anayasada gerekse Meclis iç tüzüğünde özel bir hüküm olması gerekirdi. Genel kuralda da Meclis’in kaçla toplanacağı çok açık bir şekilde belirtiliyordu. Yani kavga çıkartmanın yollarından bir tanesiydi ve kavga çıkarttılar. Sonuçta hak ekseninden ayrıldığınız zaman halk bunu kendi oylarıyla düzeltiyor ve sonuçta düzeltti de. Zannediyorum o günkü iktidarın oyları 10-12 puan artarak, gereken cevap verildi. Dolayısıyla bu konu hukuk tarihinde yapılmış en fahiş hatalardan bir tanesidir. Keşke hiç olmasaydı, yaşanmasaydı ama maalesef böyle bir durumla karşı karşıya kaldık. Buna sebep olanlar, bu yorumu yapanlar, bu yoruma uygun karar verenler, tarihte yerlerini aldılar ve asla unutulmayacaklar, hayırla yâd edilmeyecekler. HARAM LOKMANIN GİRDİĞİ HER YER BOZULUR Geçen aylarda Rekabet Derneğinde düzenlenen ödül töreninde; ‘’Ne yazık ki ahlak ve maneviyat diye başlayan arkadaşlar şu an ne ahlak bıraktılar ne maneviyat’’ şeklinde bir açıklamanız olmuştu. Bu açıklamalarınızı daha geniş kapsamda değerlendirebilir misiniz? O gün Rekabet Derneğinin bir ödül töreniydi. Doğrusu orada geniş bir açıklama yapmış değilim, ödül verilirken yapmış olduğum kısa bir konuşmanın sonucudur bu. İhale kanununa bağlı olarak rekabetin nasıl gelişeceğine ilişkin bir arkadaşımızın yaptığı çalışma nedeniyle kendilerine ödülünü ben verdim. Yüzün üzerinde değişikliğe tabi tutulan bir ihale kanununun rekabeti sağlamasının mümkün olmayacağını bu kadar değiştirilmesinin bir tek sebebi olabileceğini, o da daha rahat hareket edebilmek, daha rahat birilerine öncelik vermek, birilerine ayrıcalık tanıma amacıyla bu değişikliklerin yapıldığını ifade ettim. Böylece insanları, toplumu, kurumları, denetlenecek ahlaki kuralların ve pozitif hukuk kuralların ortadan kaldırıldığı bir yerde kontrolü sağlayacak hiç bir şey olmadığından bahsettim. Ahlaki değerlerin bu dönemde erozyona uğraması, hemde insanların doğru, dürüst, kamu yararına uygun şekilde hareket etmesini sağlayacak pozitif kuralların ortadan kaldırılması, hepimizin kulağına gelen yolsuzluk olaylarının vahim boyutlara ulaşmasına neden olmuştur. Bu minvalde bakacak olursak hukuk düzeninde ki bu aksaklıkların sosyolojik, aile ve toplum yapısının bozulmasına yönelik etkilerini de görebiliyor muyuz? Haram lokmanın girdiği her yer bozulur. İşin özeti bu. Yine o süreçte yaşananlar perspektifinde, şahsınızın ya da başkanlığını yürütmüş olduğunuz Anayasa Mahkemesi’nin karşılaşmış olduğu bir baskı veya yönlendirmeye şahit oldunuz mu? Benim için böyle bir şey asla söz konusu olmadı. Ama başka arkadaşlar için olduysa, o arkadaşların millete bu konuda gerekli açıklamaları yapmaları konusunda vicdan borçları vardır. Ancak ben onunla ilgili yazdığım muhalefet şerhinin başındaki tarihe not düşmek bölümünde neler olup bittiğini açıkladım, o açıklamanın ötesinde açıklama yapmakta bu işin muhatabı olan arkadaşlara düşer. Onların açıklaması lazım. ELE GEÇİRME PSİKOLOJİSİNİN MUTLAKA ORTADAN KALDIRILMASI GEREKİYOR Bildiğiniz üzere 16 Nisan 2017’de bir referandum yapıldı. Bu referandumla parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş oldu. Siz bu değişimi adalet mekanizması ve yargı bağımsızlığı açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Cumhuriyetin kurulduğu günden beri Türkiye’de maalesef yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı konusunda ciddi sorunlar yaşandı ve halen de yaşanmaya devam ediyor, bunun altını çizmek lazım. Yargının tarafsız ve bağımsızlığından rahatsız olanlar dün başkalarıydı bugün başkaları oldu, yani neticede renk değiştirdi. Dediğim gibi bu konudaki sorunlarımız daha da ağırlaşarak devam etmekte. Getirilen cumhurbaşkanlığı sistemiyle ilgili birkaç örnek vererek ağırlaşan bu soruna açıklık getirmek isterim. Birincisi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı ve onun seçim sistemi. İkincisi, Anayasa Mahkemesinin yapısı ve seçim sistemi. Bu iki kurum yargının en önemli ve en vazgeçilmez kurumlarındandır. Söz konusu kurumlarda ki atama sistemini güçler ayrılığı ilkesine dikkat etmeden yaparsanız yargının bağımsızlık sorununu çözemezsiniz. Anayasa Mahkemesine baktığınız zaman an itibariyle 15 üyesi var. Bu 15 üyenin 12 tanesini Sayın Cumhurbaşkanı seçiyor, diğer kalan 3 tanesi de meclisten seçiliyor. Mecliste de hepinizin bildiği üzere çoğunluğu olan parti bu üyeleri seçecektir. Meclisteki çoğunluğun cumhurbaşkanının partisinin olma ihtimali oldukça yüksek tabi ki. Böyle olunca da Anayasa Mahkemesindeki yargıçlarımızı atayacak olan irade tek bir irade haline geliyor. Bu da bağımsızlık ve tarafsızlık sorununu da beraberinde getiriyor. Ben orada ki arkadaşlara bunlar bağımsız tarafsız değil anlamında bir ithamda bulunmuyorum. Teorik olarak baktığınız zaman sistemin ne getirip ne götüreceğiyle ilgili bir tespit. Dolayısıyla gerek Anayasa Mahkemesi’nin gerekse HSK’ da çoğulculuğu sağlayacak bir sistemin öngörülmesi lazım. Çoğulculuğun sağlanması lazım. İki kuruma da aynı görüşten, aynı düşünceden, aynı inançtan insanları oraya atayacak olursanız bir müddet sonra tarafsızlık ve bağımsızlık konusunda sorunlar kaçınılmaz olacaktır. Farklı düşünceden farklı inançlardan seçim yapabilirseniz kendi aralarında denge ve denetim sistemi oluşacağı için daha sağlıklı daha adil kararların çıkmasına zemin hazırlamış olursunuz. Ancak, Türkiye’de çok yakıcı bir kimlik siyaseti yürütüldüğü için yargıyı da etkileyen manyetik bir alan oluşuyor. Kimlik siyasetiyle beraber devletin elindeki güçleri ele geçirme düşüncesi doğuyor. Örneğin yargı, polis, asker, maliye gibi kurumların ele geçirilmesi ve bunlar aracılığıyla kendi politikalarını ve ideolojisini topluma hâkim kılmayı dışarıdan söylemeseler bile iç dünyalarında amaçladıkları görülüyor. Bu anlayış yargıyı da etkiliyor. Yargıyı rahat bırakabilmemiz için bu ele geçirme psikolojisinin mutlaka ortadan kaldırılması gerekiyor. Ve siyasi aktörlerin kimlik siyasetinden uzaklaşarak daha evrensel değerler üzerinden yürüyen bir siyasi platforma geçmesi lazım. MECLİS’İN DENETİM ENSTRÜMANLARI ORTADAN KALKTI, SIKINTILAR DA BAŞLADI Parlamenter sistemle karşılaştırdığımızda yeni sistemde meclisin ve milletvekillerinin ağırlıklarının ve etkilerinin azaldığını görüyoruz. Siz bu durumu nasıl değerlendirirsiniz? Şüphesiz meclisin parlamenter sistemde sahip olduğu birtakım yetkileri ve kontrol sistemleri yok edildi. Meclisin, yürütme organını kontrol edecek, denetleyecek enstrümanları ortadan kalktı ve sıkıntılar da başladı. Eğer denge ve denetleme sistemi tam anlamıyla kurulmuş olsaydı bence sistemin isminin bir önemi yoktu. Parlamenter sistem de olabilir, başkanlık sistemi de olabilir. Şuan Türkiye’de getirilen sistem dünyada uygulaması olmayan bir sistem. Böyle bir şeyi ilk defa Türkiye’de yaşıyoruz. Dolayısıyla güçler ayrılığı dediğimiz denge ve denetleme sistemini öngörmeyen bir sistemle karşı karşıya kaldık. Böyle olunca da problemler çıkıyor ve nitekim yavaş yavaş sistemde arızalar baş göstermeye başladı. Bununla ilgili yeniden bir değişiklik ve sorunları çözmek üzere yeni projeler üretilmeye başladı. Hep beraber göreceğiz. ADALET KRİZİNİN DOĞAL SONUCU, EKONOMİK KRİZDİR Ülkemizde şuan da ekonomik darboğaz ve yargıya olan bir güven problemi var. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın açıkladığı anket sonucuna göre yargıya olan güven yüzde 38 oranında. Bunları birbirleriyle ilişkili olarak değerlendirdiğimizde ekonomik darboğaz ve yargıya olan güven arasındaki ilişki hakkında neler söyleyebilirsiniz? Bence şu anda Türkiye’de yaşanan krizin adını doğru koymak gerekir. Yaşanan “adalet” ve “özgürlük” krizidir. Türkiye bir adalet ve özgürlük krizi yaşıyorsa bunun doğal sonucu ekonomik krizdir. Ekonomik kriz bunlardan bağımsız olarak ortaya çıkmış bir nitelik arz etmiyor. Belirttiğim krizlerin sonucunda ortaya çıkan bir ekonomik kriz var. Türkiye hem adalet yönünden yaşamış olduğumuz krizleri, hem de özellikle ifade özgürlüğü konusunda yaşadığımız krizleri aşabilirsek ekonominin düzelmemesi için bir sebep görmüyorum. Çünkü bunlar aşıldığı takdirde hukuk güvenliğinin olduğu ülkeyle karşı karşıya kalacaksınız. Hukuk güvenliğinin olduğu yere para da gelir yatırımda gelir. Dolayısıyla para güvensiz alana asla gitmez. Türkiye’nin yaşadığı durum bu. Dolayısıyla bu krizleri aşmadan döviz, faiz v.s para politikalarıyla krizleri çözmenin mümkün olmayacağını hep beraber göreceğiz. Bahsettiğiniz çözüm önerileri birçok siyasi tarafından da toplum nezdinde de dile getiriliyor. Sizce neden bu önerilerine kulak tıkanıyor? Türkiye’de kimlik politikalarının bir sonucu olarak inanılmaz bir kutuplaşma ve gerilim yaşanıyor Bu gerilim ve kutuplaşmadan siyasi rant elde edenler var. Bunu bırakmak istemiyorlar işin özeti bu. Bu gerilim ve kutuplaşmaya ivme kazandıranlar bundan siyasi sonuç elde ediyor, seçim kazanıyor. Yürütülen siyasi çizgi yukarıda belirttiğim sorunları da beraberinde getiriyor. OLAĞANÜSTÜ HAL KHK’LERİN DENETLENMESİ… “DURUMUN GEREKLİ KILDIĞI ÖLÇÜ”YÜ KİM NASIL BELİRLİYOR? Genel olarak Kanun Hükmünde Kararnameleri ve Olağanüstü Hal dönemi uygulamalarını nasıl değerlendirirsiniz? Kanun Hükmünde Kararnameler, daha doğrusu “olağanüstü hal” anayasal bir kurumdur. Dolayısıyla siyasi irade eğer olağanüstü bir halin gerekliliğine inanmış ve ilan etmiş ise yadırganacak çok fazla bir durum yok. Ancak buna yönelik eleştiriler yok mu var. Mesela, olağanüstü hal döneminde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin denetlenemiyor olması, bence en büyük sorun. Bunun denetime tabi tutulması lazım. Nitekim geçmişte Anayasa Mahkemesi verdiği bir kararda bunu denetleyebilir hale getirmişti. Ancak son olağanüstü halden sonra Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurularda olağanüstü hal kararnamelerinin denetlenemeyeceği noktasında bir karar ortaya çıktı. Bu nedenle işlemler denetim dışı kaldı. Gerçi sonradan KHK bağlı işlemleri denetlenebilir hale getirmek için biliyorsunuz araştırma Komisyonu kuruldu. Komisyona başvurmak suretiyle o komisyondan alınan karara karşı yargı yoluna başvurma yolunu açtılar. Böyle bir çözüm getirdiler. Ancak şunu da ifade edeyim: olağanüstü hali düzenleyen anayasanın 15.maddesinde:’’durumun gerekli kıldığı ölçüde.’’ diye bir ifade var. Durumun gerekli kıldığı ölçü nedir, bunu kim tayin edecek, kim belirleyecek ve bunun yeterli ya da yetersiz olduğunu kim tespit edecek? Sorun burada. Anayasa Mahkemesi eğer bunu denetlemiş olsaydı olağanüstü halin gerekli kıldığı bir durum var mıdır yok mudur? Bunu denetleme imkânına sahip olacaktı. Örnek veriyorum; mesela olağanüstü dönemde gözaltı süreleri 30 gündü yani 30 gün gözaltında tutulabiliniyordu. Bunu 60 gün de yapabilirlerdi Hatta 6 ay da yapabilirlerdi bunu denetleyen bir kurum yok. Dolayısıyla burada bu tür aşırılıkları denetleyebilecek bir denetim sisteminin de olması lazım. Anayasa Mahkemesi bunu aşabilirdi ama aşamadı. Belki anayasal bir değişiklikle öyle bir yolun açılmış olması gelecekte yaşanacak sıkıntıların da önünü kapatmış olur. Sıkıntı bu konuda bir denetimin olmayışından kaynaklanıyor. Yoksa olağanüstü hal anayasal bir kurum yani hukuk dışı bir uygulama değil. KİM İKTİDARI ELE GEÇİRİRSE “BİZİM MAHALLENİN ÇOCUKLARI GELSİN” DİYOR.. Gerek kamu gerekse de özel sektör alanında iyice belirgin hale gelen; nepotizm, adam kayırmaca, torpil gibi kamu vicdanın yaralayıcı çarpıklıkların nedenlerine ve çözümüne ilişkin görüşlerinizi alabilir miyiz? Dikkat ederseniz, konu hep başta ifade ettiğimiz kimlik siyasetine dayanıyor. Bunlar kimlik siyasetinin getirdiği sonuçlardır. Kim iktidarı ele geçirirse: “bizim mahallenin çocukları” gelsin diyor. Bizim mahallenin çocukları; yeterli ya da yetersiz veya liyakatli ya da liyakatsiz önemli değil. Yeter ki bizim mahallenin çocuğu olsun. Bu anlayış durumu maalesef bu hale getirdi. Oysa devlet yönetiminde iki unsur aranır; birisi liyakatli olmak diğeri de dürüst ve ahlaklı bir yapıya sahip olmaktır. Eğer bu ikisi varsa, hangi düşünceye, hangi inanca hangi mezhebe hangi ırka mensup olduğu hiç önemli olmaz, olmamalı. Söylediğiniz anlamda bu ayrışmanın temel sebeplerinden birisi devlete kamu görevlisi alınırken yapılan sözlü sınavlardır. Bu sözlü sınavlar bu ülkede kanayan bir yaradır. Bu mülakat sistemi söylediğimiz:’’ bizim mahallenin çocukları olmalı.’’ anlayışı için çok uygun bir alan. Dolayısıyla da sözlü sınav ve mülakatların kaldırılması lazım. Polisine, yargısına, askerine kim alınacaksa bunların iyi yapılmış bir yazılı sınavdan sonra alınması lazım. Staj döneminde belirli sürelerde zaten bunları yetiştireceksiniz. Yetişme aşamasında o insanların, hukuk dışı bir durumları ortaya çıkarsa bu evrede sorunu çözebilirsiniz. Ama İşin başında daha bizim mahallenin çocuklarını oraya sokma adına, oraya doldurma adına bu elemeyi yaptığınız zaman; liyakatli, gerçekten deneyimli, birikimli o kadar çok insan dışarıda kalıyor ki; bunu hiçbir vicdan kabul etmez etmemeli.
  15. 1 puan
    TBMM’de temsil edilen bütün siyasal partileri ve Adalet Bakanlığı’nı da çalışmaya davet ettiklerini, ilk toplantıya 5 parti temsilcisinin katıldığını söyleyen grubun koordinatörlüğünü yapan CHP’li İbrahim Kaboğlu, “Dileğimiz, ilerleyen toplantılarda bu sayının artması” dedi. İktidarın yaptığı “Yargı Reformu” çalışmasını yetersiz bulan ve daha geniş kapsamlı bir reform çalışması gerçekleştiren CHP İstanbul Milletvekili, Anayasa Hukukçusu Prof. İbrahim Kaboğlu ve beraberindeki diğer parti temsilcileri, 18 Ağustos’ta ilk toplantılarını yaptı. İkinci toplantıyı bugün yapacak olan grubun koordinatörlüğünü yapan Kaboğlu, çalışmalarının ne aşamada olduğunu ve yargı sistemindeki hangi sorunlara değindiklerini gazetemize anlattı. Kaboğlu, “Anayasa ve özgürlükler konusunda genellikle üç katmanlı bilgi kirliliği, adeta devlet eliyle yaratılır oldu. Saray’da açıklanan Yargı Reformu Strateji Belgesi (YRSB), yaygın ve sistematik adil yargılanma hakkı ihlallerini gölgeleyici bir özelliğe de sahip. Çalışmalarımızda, asgari standartlar olarak, adil yargılanma hakkının 7 temel ilkesini ölçüt almakla işe koyulduk” diye konuştu. Kaboğlu sorularımızı şöyle yanıtladı: - Şu an çalışmalarınız ne aşamada? Öncelikle sadece muhalefet partilerini değil, TBMM’de temsil edilen bütün siyasal partileri davet ettik; Adalet Bakanlığı’nı da. İlk toplantıya toplam beş parti temsilcisi katıldı. Dileğimiz, ilerleyen toplantılarda bu sayının artması. 18 Ağustos günü yaptığımız ilk toplantıda çalışma usul ve yöntemine öncelik verdik. Başlıca 6 çalışma grubu oluşturduk. Böylece, çalışmalarımızı iki kanatlı yürütebileceğiz. Çalışma grupları somut öneriler sunacaklar, bunlar genel kurul olarak yapılacak toplantılarda tartışılacak ve ortak ilkeler çıkarılacak. Hedef, gerekçeleri ile birlikte somut bir yasa öneri metnini ortaya çıkarmak ve bunu 1 Ekim’de TBMM Başkanlığı’na sunmak. Bu bakımdan yazım işini eylül ayı içinde tamamlamayı tasarlıyoruz. Toplantılara, demokratik meşruluk açısından, siyasal partilerin dışında, başta barolar gelmek üzere kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, sendikaların, ilgili vakıf ve derneklerin katılım pek değerli ve bunu elden geldiğince geniş tutmaya özen gösterdik. - Çalışmanızda yargı sistemindeki hangi sorunlara değindiniz? Çözüm olarak ne öneri getirildi? ‘Kırmızı çizgilerimiz...’ Çalışmalarımızda, asgari standartlar olarak, adil yargılanma hakkının 7 temel ilkesini ölçüt almakla işe koyulduk: Mahkemeye ulaşma hakkı, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme hakkı, açık usul ve çabukluk ilkesi, suçsuzluk karinesi, savunma hakları, silahların eşitliği ilkesi, yargı kararlarına uyma yükümlülüğü. Bu asgari gerekliliklere aykırı yasal düzenlemeleri ayıklama, sorunlu maddelerde değişiklik yapma ve yeni madde yazımı biçiminde bir yol haritası benimsedik. Birincisi yasal düzlem; düşünce ve ifade özgürlüğünün suçlandırılmaması, OHAL’de yapılan anayasa ve hukuk dışı, hatta akla aykırı düzenlemelere dokunulmadan adil yargılanma hakkının güvence altına alınamayacağı, seçilmişlerin anayasal güvencelerinin ihlal edilmemesi, kişi özgürlüğü ve güvenliğinin temel alınması gereği vb. hususlar, çalışmanın kırmızı çizgileri olarak kaydedilebilir. İkincisi anayasal düzlem; ikili bir bakış açısı: Yürürlükteki anayasal hükümlere saygı gerekliliği: örnek madde 138 (mahkemelerin bağımsızlığı), md.19 (kişi özgürlüğü ve güvenliği), md. 13 (hak ve özgürlük güvenceleri) vb. Örneğin, görevden alınan Diyarbakır, Mardin ve Van BB başkanları için yürütülen “yargısız infaz” kampanyası. Anayasaya aykırı biçimde uzaklaştırma bir yana; yargı kararını bekleme söylemi eşliğinde devlet eliyle ve medya yoluyla yürütülen linç kampanyası karşısında, adı geçen “üç ildeki yargıçlar kararlarını bağımsız olarak nasıl verecekler” sorusunu sorma gereği var... Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS) adı verilen anayasal düzenlemenin sürdürülemez özelliğini hiçbir zaman gözardı etmeksizin, adil yargılanma hakkının asgari güvenceleri olarak öncelikli anayasal değişiklikler... Bunların başında da, Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) geliyor. Sınırlı anayasa değişikliği önerisinin başında HSK düzenlemesi yer alacak. ‘SARAY ATANMIŞLARI TARAFINDAN BASTIRILDI’ - Mevcut anayasayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Anayasa ve özgürlükler konusunda genellikle üç katmanlı bilgi kirliliği, adeta devlet eliyle yaratılır oldu: var olan anayasal durum üzerine, izlenmesi gereken yol ve yöntem üzerine ve anayasal hedef üzerine. Bu üç katmanlı kirlilik, 15 Temmuz darbe girişimi öncesi pek yaygındı; OHAL ortam ve koşullarında dayatılan anayasa değişiklik sürecinde bir yöntem olarak kullanıldı; bugün de bu üçlü bilgi kirliliği geçerli: Birincisi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin (CBHS) ne olduğu ve olmadığı konusunda: CBHS’nin sürdürülemez özelliği, bir yıllık uygulama ile gün ışığına çıktı; seçilmişlerin başladığı tartışma, Saray atanmışları tarafından bastırıldı. İkincisi Saray’da açıklanan Yargı Reformu Strateji Belgesi, yaygın ve sistematik adil yargılanma hakkı ihlallerini gölgeleyici bir özelliğe de sahip. Üçüncüsü anayasal hedef konusunda: İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik hukuk devleti, anayasal denge ve denetim düzenekleri eşliğinde, hesap verebilir bir hükümet öngören parlamenter rejime dönüş hedef olmalı. Buna karşın, Saray atanmışlarının, “gerekirse Meclis’in güçlenmesini de biz sağlarız; bin yıl sonra da CBHS geçerli olacak…” vb. açıklamaları, anayasal hedef kirliliğini devlet organları eliyle sürdürme iradesinin dışa vurumu.
  16. 1 puan
    HAMİT PİŞKİN/TÜRKİYE BAŞVURUSU VE KHK’LAR ÜZERİNE DEĞERLENDİRME Değerli dostlar bugün sizlerle, AİHM’in OHAL KHK’leriyle sözleşmesi feshedilen bir kişinin başvurusu kapsamında hükümete sorduğu ve cevaplandırılmasını istediği soruları ve bu sorular bağlamında AİHM’in vermesi muhtemel kararını değerlendirmek istiyorum (Hamit Pişkin/Türkiye Başvurusu, Başvuru No:33399/18, Başvuru Tarihi: 06/07/208; Hükümete Bildirim Tarihi: 15/01/2019 https://www.doctrine.fr/d/CEDH/HFCOM/COMMUNICATEDCASES/2019/CEDH001-189936). OLAYLAR Ankara Kalkınma Ajansı’nda uzman olarak çalışan başvuranın iş akdi, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 4 (1) (g) maddesinin "Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen" kişilerin işlerine son verilebileceğine ilişkin hükme dayanılarak feshedilmiştir. Başvuran, iş mahkemesine dava açmıştır. Davada, gerekçe gösterilmeden işten çıkarıldığını, FETÖ/PDY ile bir bağlantısının olmadığını, işverenin savunma hakkı gibi temel usulü güvencelerin kullanılmasını engellemek için KHK hükmüne dayandığını, subjektif biçimde anılan örgütle ilişkili olduğunun söylenmesinin masumiyet karinesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Mahkeme, fesih kararının KHK'da belirtilen yetkili organ tarafından alındığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvuran, gerekçesiz olduğu, KHK uyarınca işten çıkarılmasının itibarına zarar verdiğini ve keyfi olduğunu, mahkûmiyet hükmünün yokluğunda bir terör örgütüyle irtibatının olduğunun belirtilmesinin masumiyet karinesine aykırı olduğunu belirterek istinaf talebinde bulunmuş ama karar onanmıştır. Temyizde de karar onanmış ve dava kesinleşmiştir. Başvuran, bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu kapsamda, iş akdinin geçerli neden olmaksızın 677 sayılı KHK'ya dayanılarak feshedilmesinin kanunsuz ceza olmaz ilkesini ihlal ettiğini, bu tedbirin şahsi ve ailevi hayatı üzerinde olumsuz ve kalıcı etki yaptığını belirtmiştir. Ayrıca, adil bir yargılama yapılmadığını, savunması alınmaksızın ve bir soruşturma yürütülmeksizin işten çıkarıldığını söylemiştir. Başvuran, kendisine yöneltilen suçlamalardan haberdar edilmediğinden şikâyet etmiştir. Son olarak, kamu görevine bir daha giremeyeceğinden çalışma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru 10/05/2018 tarihinde adil yargılanma yönünden açıkça dayanaktan yoksun olduğu, çalışma hakkı yönünden ise konu itibariyle bireysel başvurunun kapsamına girmediği (ratione materiae) gerekçesiyle reddedilmiştir. AİHM’E ŞİKAYETLER Başvuran, bir terör örgütüyle ilişkili olduğu gerekçesiyle, savunma hakkı verilmeksizin iş akdinin feshedilmesini 3. maddeye aykırı bir muamele oluşturduğundan şikayet etmiştir. İkinci olarak, 13. madde ile birlikte 6/1, 2 ve 3 bağlamında, ne iş akdinin feshi ne de yargılama aşamasında silahların eşitliği ve çelişkili yargılama ilkelerine uyulmadığı belirtilmiştir. Fesih aşamasında, ön soruşturma ve savunma hakkı gibi asgari garantiler sağlanmamış, bu eksiklikler mahkeme aşamasında da giderilmemiştir. Mahkeme sadece KHK'ya atıf yapmış fakat feshin haklılığına ilişkin bir gerekçe sunmamıştır. Kendisine bir terör örgütüyle ilişkili olduğu isnadının yöneltilmesi dolayısıyla, fesih tedbirinin dayanağı olan ölçüt ve deliller hakkında hiçbir bilgi verilmemiş ve bu husus çelişmeli biçimde incelenmemiştir. 6/2 maddesine ilişkin olarak ise bir ceza soruşturmasına dayanmaksızın, MGK tarafından belirtilen yapılarla ilişkili olduğundan bahisle işten çıkarılmasının masumiyet karinesine aykırılık taşıdığından şikâyet etmiştir. Başvuran, 6/3 (a) maddesi altında kendisine yöneltilen suçlamanın mahiyet ve nedenlerine dair bilgi verilmediğini söylemiştir. İş akdinin feshi ve feshin asıl nedenlerini öğrenebilme bakımından etkili bir yolun bulunmadığını ileri sürmüştür. Başvuran, işlendikleri zaman suç olmayan eylemlere dayalı olarak işten çıkarılması nedeniyle 7. maddenin ihlal edildiğinden şikâyet etmiştir. AİHM TARAFINDAN HÜKÜMETE YÖNELTİLEN SORULAR AİHM, Hükümet ve başvurandan, iş akdinin ve işten çıkarılmanın tabi olduğu hukuki kurallara dair bilgi istemiş ve aşağıdaki soruların Hükümetçe cevaplanması istenmiştir: 1. Başvuranın 3. madde uyarınca yaptığı ama 8. madde altında incelenen şikayeti bağlamında, KHK’ya dayanılarak işten çıkarılması ve feshin sonuçları itibariyle, Denisov/Ukrayna ([BD], B. No. 76639/11, 25/09/2018, p. 95) kararı doğrultusunda,[1] özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı bu başvuruya uygulanabilir mi? Eğer uygulanırsa, bu müdahale, bir yasaya dayanmakta mıdır ve demokratik bir toplumda gerekli midir? Ayrıca, ön soruşturma yapılmaması, asgari savunma haklarının tanınmaması ve etkili bir yargısal inceleme yapılmaması dolayısıyla başvuruya konu olayda, keyfi muameleyi önlemeye yeterli teminatlar başvurana sunulmuş mudur (bkz., gerekli uyarlamalarla, Özpınar/Türkiye, B. No. 20999/04, p. 78, 19/10/2010)[2]? 2. 6. maddenin cezai kısmı bu davaya uygulanabilir mi (Matyjek/Polonya (Kabul Edilebilirlik Kararı), B. No. 38184/03, 30/05/2006)?[3] Uygulanıyorsa, başvuran adil bir yargılamadan faydalanmış mıdır; silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uyulmadığı, ilk derece mahkemeleri ve Anayasa Mahkemesinin kararlarını yeterince gerekçelendirilmediği, hakkındaki isnattan haberdar edilmediği yönündeki şikâyetler haklı mıdır? 3. Somut olayda, masumiyet karinesi ihlal edilmiş midir? 4. Başvuranın asgari usulü güvencelerden faydalandırılmaması, savunma hakkına uyulmaması ve etkili adli kontrol gerçekleştirilmemesi dolayısıyla etkili başvuru hakkı ihlal edilmiş midir? 5. Sözleşme'nin 7. maddesi ihlal edilmiş midir (G.I.E.M. S.R.L. ve Diğerleri/İtalya [BD], B: No. 1828/06, p. 211, 28/06/2018)?[4] 6. Türkiye’nin Sözleşme’yi askıya alması, bu başvuru bakımından geçerli midir? DEĞERLENDİRME Sorulan sorulardan da anlaşılacağı üzere, OHAL KHK’leriyle ilgili eleştirilen hususların tamamı Hükümete sorulmuştur. Sorulardan, Hükümetin Sözleşme hükümlerini askıya aldığını bildirmesine rağmen, bu konuda inceleme ve askıya alma rejiminin yerindeliğini denetleme yetkisi kendinde olan AİHM’in daha önce ülkemizle ilgili verdiği kararlarında olduğu gibi[5] askıya alma kararını yerinde görmeyerek (ki, mevcut durum itibariyle görmesi çok zor) belirtilen haklardan dolayı ihlal kararı vermesi büyük olasılıktır. Burada bir hususun belirtilmesinde de fayda görüyorum. Başvuruya konu olayda başvurucu iş akdiyle çalışan bir kişidir, yani devlet memuru değildir. Devlet memuru olarak 657 sayılı kanunda veya haklarında özel düzenleme bulunan (2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu gibi) kişilerle ilgili yasalarda öngörülen hiçbir teminata ve en temel hak olan savunma hakkına dahi uyulmadan uygulanan kamu görevinden çıkarma tedbiri nedeniyle AİHM’in daha katı bir tutum takınacağını ve bu kişilere tanınan hiçbir yasal teminata neden uyulmadığını Hükümetten ayrıntılı şekilde soracağını ve bu şekilde ihraç edilen 125.678 kişi lehine ihlal kararı vereceğini tahmin etmek zor olmasa gerektir. Yine AİHM’in önceki uygulamalarından hareketle,[6]bir pilot karar vererek Türkiye’nin bu konudaki uyuşmazlıkları Tazminat Komisyonu veya OHAL Komisyonu gibi bir yapı kurmak suretiyle çözmesini isteyeceği ve AİHM’in uzun yıllar sonra vereceği kararlardan çok daha önce uyuşmazlıkların çözüme kavuşacağı değerlendirilmektedir. Yukarıda yer verilen nedenlerle, bu başvuru kapsamında sorulan soruların çok önemli olduğunu ve OHAL KHK’leri ile mağduriyet yaşayan yüz binden fazla kişiyle ilgili hukuki sürecin eksiksiz şekilde devam ettirilip, hukuki çabadan asla vazgeçilmemesi gerektiğini düşünüyorum. KHK’larda yer verilmeyen ancak önemli ölçüde mağdur olduğu açık olan askeri öğrenciler de dahil olmak üzere hiçbir meslek grubu hukuki mücadeleden vazgeçmemeli ve hukuk içinde kalınarak yürütülen hak mücadelesi son aşamaya kadar eksiksiz bir şekilde devam ettirilmelidir. [1] Denisov/Ukrayna ([BD], B. No:76639/11: Özel hayat kişinin fiziksel ve sosyal kimliğinin çeşitli görünümlerini içine almaktadır. Bu kapsamda, diğer kişilerle ve dış dünyayla ilişkiye kurma ve bunu geliştirme de özel hayat içerisinde değerlendirilmektedir (P.95) [2] Özpınar/Türkiye, B. No. 20999/04: Özel hayatına ilişkin bir konu nedeniyle meslekten çıkartılan hakim, keyfiliği önleyecek teminatlara sahip olmalıdır. Bunların başında, yapılan müdahaleyi, hukuki olup olmadığını inceleyebilecek, değilse iptal edebilecek, çelişmeli yargılama ilkesi uyarınca kişinin kendi iddialarını dile getirebileceği ve kendisine yöneltilen iddialara karşı çıkabileceği bağımsız ve tarafsız bir mahkemeye önüne götürme hakkı gelmektedir (P.78) [3] Matyjek/Polonya (Kabul Edilebilirlik Kararı), B. No. 38184/03: Başvuranlar hakkında, komünist dönem gizli servisiyle işbirliği yapmadığına ilişkin kamuda arınma (lustration) bildiriminde yalan söylediğinden bahisle bu konulardan sorumlu hükümet temsilcisinin başvurusu üzerine işlem başlatılmıştır. Kamuda Arınma Mahkemesi sıfatıyla hareket eden Varşova İstinaf Mahkemesi başvuranın yalan söylediğine hükmetmiş, temyiz başvurusu ise üst derece mahkemesi olarak inceleyen aynı istinaf mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Kamuda temizlik davasıyla, ceza yargılaması arasında yakın bir bağ vardır. Öncelikle bu yargılamalara, CMK'nın ilgili hükümleri uygulanmaktadır. Örneğin ilgili hükümet görevlisi, savcınınkilerle aynı yetkilere sahiptir. Ayrıca bu yargılamalara tabi kişilerin durumu, her ne kadar suçlu ve suçlama terimleri kullanılmasa dahi, ceza kovuşturmasındaki suçlunun durumuna benzetilmiştir (P.49). Özetle, ulusal hukukta cezai olarak nitelendirilmeseler dahi kamuda temizlik davaları güçlü cezai cağrışımlar içermektedir (P.51). Kamuda arınmaya ilişkin hükümler, disiplin yargılamaları gibi belirli statüdeki küçük bir grubunu değil çeşitli kamu görevlerinde bulunan ya da devlet memurluğu, avukatlık, milletvekilliği gibi çok sayıda mesleği yapmak isteyen geniş bir toplum kesimini ilgilendirmektedir (P.53). Mahiyeti ve cezanın ağırlığıyla bağlamında ise kamuda arınma beyanında yalan söylediği tespit edilen kişiler kamudan ihraç edilmekte ve geniş kapsamdaki kamusal işlere 10 yıl boyunca başvuramamaktadır. Bir kişinin yalan söylediği yönündeki tespit, iyi karakter sahibi olması şartını içeren pek çok kamusal işe girmesini engellemektedir. (P.54). İHAM, mahiyetini ve etki süresini dikkate alarak kamuda arınma kapsamındaki tespitin başvuran açısından ciddi sonuçları olduğuna karar vermiştir (P.57). İHAM, cezai çağrışımların baskınlığını dikkate almış ve uygulanan cezanın mahiyet ve ağırlığıyla birlikte cürmün niteliği itibariyle, başvuranın maruz kaldığı durumun 6. madde anlamında cezai bir isnat içerdiğine hükmetmiştir (P.58) [4] G.I.E.M. S.R.L. ve Diğerleri/İtalya [BD], B: No. 1828/06: Belediyenin uyguladığı Site Gelişim Planı'na aykırı inşaat yapıldığı gerekçesiyle başvuran şirkete ait arazi ve üzerindeki binalara el konulup Bari Belediyesi'nin mülkiyetine geçirilir. 7/1 maddesinin ilk cümlesi, bir tedbirinin ceza oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesi bakımından hareket noktasının, kişinin bir suçu işlediğine dair mahkumiyet hükmünün varlığı olduğunu belirtmektedir. Ancak, söz konusu tedbirin mahiyet ve amacı, ulusal hukuktaki nitelendirilmesi, tedbirin uygulanmasında izlenen süreç ve ağırlığı gibi diğer hususlar da dikkate alınmalıdır (P.211). Bir tedbirin 7. madde anlamında "ceza"olduğunun belirlenmesi için gereken şartlardan biri ceza mahkemelerince verilmiş bir mahkumiyet kararı olmakla birlikte mahkumiyet hükmünün yokluğu tek başına, 7. maddenin uygulanmayacağı anlamına gelmez (P.217). Sözleşme'nin 7. maddesindeki "ceza" kavramının ulusal hukuklardaki nitelendirmelerden bağımsız yorumlayan İHAM sonuç olarak, uygulanan el koyma tedbirinin ceza oluşturduğuna karar vermiştir (P.233) [5] AİHM'in Demir ve Diğerleri/Türkiye Kararı, B.No: 21380/93, 23/09/1998; Aksoy/Türkiye Kararı, B.No: 21987/93, 18112/1996. [6] AİHM'in İçyer/Türkiye Kararı, B.No: 18888/02, 12/01/2006; Ümmühan Kaplan/Türkiye Kararı, B.No:24240/07, 20/3/2012; Demopoulos ve Diğerleri/Türkiye Kararı, B.No: 46113/99, 01/3/2010. LEVENT MAZILIGÜNEY https://www.patreon.com/posts/aihm-hamit-ve-24972029?utm_medium=social&utm_source=twitter&utm_campaign=postshare


×
×
  • Yeni Oluştur...