İçeriği gör
Konuk

Gündem Dışı Sohbet

Önerilen Yorum

Konuk
RosedewittbukateR, 2 dakika önce yazdı:

Küçükken hep ipana diş macunu kullanırdık, nenemin evinde signal olurdu...

Nenemde kaldığımızda dişlerimi fırçalamayı çok severdim, çünki orda yatacağımız anlamına geliyordu, en sevdiğim yerde...

O yüzden dişimi fırçalarken signal diş macununa denk geldiğim zaman, gözlerimi kapatırım ve kendimi sanki nenemin evinde, oradaymış gibi hissederdim, bi an gerçek gibi sanki...

Ben de naptım, tabi ki hep signal diş macunu almaya başladım, çok güzeldi başlarda, gözümü kapatıyordum, sanki geçmişe dönüyordum, sonra tadı ve kokusu kayboldu, aslında kaybolmadı; sadece nöronlarım bu tada ve kokuya alıştı...

Artık beynim bu tat ve kokuyu sıradan kabul etti, tekrarlanan davranışlar, nöronlarımın işleyişini etkiledi belki...

Keşke dedim, bu kadar sık kullanmasaydım, sıradan oldu, özeldi oysa...

Özlemek de böyle bişey, hayal etmek, eski günler, işimiz, geride bıraktıklarımız, özlerken güzel...

Bazen bi şarkı, belki bir kalem, bazen eski bir evrak, bazen bir resim, ya da eskiden çay içtiğiniz kupa...

Hepsi nasıl alıyor, götürüyor insanı...

Ama işte mesela o günlerden kalan, o günleri hatırlatan bi şarkıyı, hiç beklemediğiniz bir anda duyunca güzel...

İndirip sürekli dinleyince, eskisi gibi alıp götürmüyor, kokular da öyle, alışıyor insanın burnu...

Mesela herkes evde aynı şampuanı kullanırsa, kimse kimseye temiz kokmaz demişti bir sinirbilimci, sizinkinden farklı bir şampuanı kullanmalı ki, farklı gelsin...

İnsan neyi özlüyorsa, onu hatırlatan şeyleri de sadece arada bi tatmalı...

Bir de;

Anladım ki özlediğiniz ne varsa, kavuştuğunuz zaman da herşeyin büyüsü kayboluyor...

O yüzden özlemek, kavuşmaktan daha mutluluk veriyor, özleyen insanlar daha çok umut besliyor...

"Hayallerdir insanı hayata bağlayan, gerçekleştikçe yerini doldurmak lazım, yoksa yaşamak çok sıkıcı..."

Yaaa evi süpürüyordum, kendini bunu yazarken buldum... ?
 

İnsanoğlunun doyumsuz olmasın da kaynaklanıyor biraz bunlar. Benim için memurluk kutsaldı. Memurluğu kul hakkı yememek için kılı kırk yararak yapıyordum. O yüzden memurluk için şuan çektiğim çileleri de kutsalım olarak görüyorum. Memurluk yaparken de her zaman takdir görmedim ama hep çabaladım. İnşallah memurluğu iş olarak değil de vatana millete hizmet şuuru ile yapan herkes bir an evvel görevine geri döner.

İletiyi paylaş


İleti bağlantısı
Sosyal Ağlarda Paylaş
Konuk
Konu Sahibi Gönderim • (düzenlendi)

Boşanmayı düşünenlere gelsin. 

Sabır örneği

Bir akşam eve geldiğimde eşim akşam yemeğini servis ediyordu. Elini tuttum ve ona söyleyeceğim şeyler olduğunu söyledim. Masaya oturdu ve sessizce yemeğini yemeye başladı. Ve yine gözlerinde o korkuyu gördüm. Bir anda kasıldım, ağzımı açamıyordum ama düşüncelerimi söylemem lazımdı. Ben boşanmak istiyorum. Sinirlenmedi, sözlerime karşılık vermedi, sadece sebebini sordu.

Bir cevap veremedim ve buna çok sinirlendi. Elindeki çatal bıçakları fırlattı. Bana bağırdı ve adam olmadığımı söyledi. O akşam tek kelime konuşmadık. Eşim bütün gece ağladı. Farkındaydım evliliğimize ne olacağını merak ediyordu, ama onu tatmin edecek bir şey söyleyemeyecektim. Ben Jane'e aşık oldum, eşimi sevmiyorum artık.

Bu vicdan azabıyla bir evlilik sözleşmesi hazırladım; evi, arabayı ve şirketin %30'unu ona verecektim. Sözleşmeye kısa bir süre baktı ve yırttı. 10 yıl hayatımı paylaştığım bu kadın bana yabancı olmuştu. Onun harcadığı zamana ve enerjiye üzülüyordum ama geri dönemezdim, Jane'e çok aşık olmuştum. Sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, bu beklediğim bir tepkiydi. Onun ağlaması benim hafiflememe sebep olmuştu. Bir süredir aklımdan geçiriyordum boşanmayı, bu fikir bende saplantı haline gelmişti; şimdi bu duyguyu daha da güçlü hissediyordum ve doğru karardı.

Bir sonraki akşam eve geç gelmiştim ve eşimi masada yazı yazarken gördüm. Çok uykum vardı ve akşam yemeğini yemeden uyumaya gittim. Jane ile geçirdiğim o kadar saat beni yormuştu. Bir ara uyandım ve onu hala yazı yazarken gördüm masada. Ama bu benim umurumda değildi ve başımı çevirip uyumaya devam ettim...

Ertesi sabah bana şartlarını yazı halinde sundu. Benden hiçbir şey istemiyordu, sadece boşanmamızı ilan etmek için bir ay müsaade istedi ve bu zamanda normal bir aile gibi davranmamızı istedi. Bunun sebebi oğlumuzun bir ay sonra sınavlarının olması ve bu dönemde ona bu yükü bindirmemekti. Bu kabul edilebilirdi. Bir şey daha vardı, benden onu evlilik gecesinde nasıl kapıdan içeriye taşıdığımı hatırlamaktı, ve 1 ay boyunca her sabah onu yatak odasında kapıya kadar taşımamı istedi. Kafayı yediğini düşündüm, ama son günlerimizin iyi geçmesi acısından kabul ettim.

Sonra bu şartlardan Jane'e bahsettim, yüksek sesle gülüp bunun çok saçma olduğunu ve eninde sonunda boşanmayı kabul etmek zorunda kalacağını söyledi.

Eşimle boşanma konusunu açtığımdan beri fiziksel temasta bulunmadık. Bu sebepten ilk gün onu kucağıma alıp kapıya götürdüğümde tuhaf bir duygu yaşadım. Oğlumuz arkamızda duruyordu ve alkış yapmaya başladı. 'Babam annemi kucağında taşıyor'  dedi. Bu onu çok sevindirmişti, sözleri canımı acıtmıştı... Yatak odasından evin kapısına kadar 10 metre taşıdım. Eşim gözlerini kapattı ve kulağıma "Oğlumuza boşanmamız dan bahsetme," diye fısıldadı. Ben de başımı öne eğerek tamam, dedim ve içime bir üzüntü çöktü. Kapı önünde onu bıraktım, eşim otobüs durağına gitti ve onu işe götürecek olan otobüsü bekledi. Ben de tek başıma ofise gittim.

2. gün bu oyunu oynamak bize daha kolay gelmişti. Eşim başını göğsüme yasladı ve onun kokusunu duydum. Birden eşime uzun süredir bakmadığımı anladım ve onun evlendiğim zamanki kadar genç olmadığını fark ettim. Yüzünde hafif çizgiler oluşmuş, saçlarına ak düşmüştü. Geçen yıllar öylesine yanından geçmemişti, o an kendime ona bununla neler yaptığımı sordum.

4. gün onu kucağıma aldığımda bir güven duygusu yaşadım. Bu, bana hayatının 10 yılını hediye eden kadındı.

5. gün bu güven duygusu daha da büyümüştü. Bundan Jane'e bahsetmedim. Günler geçtikçe onu taşımak daha da kolaylaşmıştı, belki de bu sayede yaptığım antrenmandan dolayıdır bu.

Bir sabah onu ne giyeceğini düşünürken izledim. İsyan ederek her gün kıyafetlerin biraz daha bol geldiğini söyledi. Birden onun ne kadar süzüldüğünü ve kilo verdiğini fark ettim. Demek ki onu her sabah daha kolay taşıyabilmenin sebebi buydu. Birden yüzüme yumruk gibi vurdu. Bu kadar acıyı ve üzüntüyü kalbinde taşıyordu. Farkında olmadan başını okşadım. O an oğlumuz da geldi ve "Baba, annemi taşıman lazım." dedi. Bu hayatımızın bir parçası olmuştu, babasının annesini odadan kapıya taşıması. Eşim oğlumuzu yanına çağırdı ve ona sıkı sıkı sarıldı. Ben başımı çevirdim, son anda kararımdan vazgeçmek istemiyordum. Onu kucağıma aldım ve yatak odasından kapıya kadar taşıdım. Elini enseme koymuştu ve ben onu sıkı sıkı tutmuştum. Tıpkı evlendiğimiz gün gibi.

Artık huzursuzlaşmıştım bu kadar kilo vermesinden. Son gün onu kucağımda taşıdığımda hareket etmedim. Oğlumuz okuldaydı ve eşime hayatımızdaki yakınlığın ne kadar eksildiğini söyledim. Ofise gittim ve kapıyı kilitlemeden arabadan fırladım, bunun için zaman yoktu. Her anın kararımı değiştirmesinden korkuyordum ve merdivenden yukarı koştum, yukarı varınca Jane kapıyı açtı. Ona karımdan boşanmayacağımı söyledim.

Şaşkın bir ifadeyle elini alnıma koydu ve 'Senin ateşin mi var?' diye sordu. "Üzgünüm Jane ama ben artık boşanmak istemiyorum." dedim. Evliliğimizin renksiz kalması sevgi eksikliğinden değil, birbirimizin değerini unuttuğumuzdandı. Şimdi aklıma geldi ona evlendiğimiz gün kapıdan içeri taşıyınca ömrümün sonuna kadar sadakat yemini verdiğim... Jane olayı anlayınca yüzüme bir tokat attı ve kapıyı kapatarak ağlamaya başladı. Hemen aşağı koşup ilk çiçekçiye gidip eşime bir buket çiçek aldım, üzerindeki karta da ''Seni her sabah hayatımın sonuna kadar taşıyacağım." yazdım.

Eve vardığımda yüzümü bir gülümseme kapladı, elimde çiçeklerle yatak odasına gittim ve eşimi yatağın üstünde ölü buldum. Eşim aylardır kanser ile savaşıyordu ve ben Jane ile ilgilenmekten bunu fark etmemiştim. Fazla yaşamayacağını bildiği için beni, oğlumun bana negatif tutumundan korumaya çalışmıştı. En azından oğlumun gözünde iyi bir eş olarak kalmamı istemişti.

İlişkideki küçük şeylerdir önemli olan. Villalar, arabalar çok paralar değil. Bunlar hayatı kolaylaştırır ama asla mutluluğun temeli olamazlar.

İlişkine zaman ayır ve ilişkinin güven ve huzur anlamına gelecek şeylere meşgul ol.

Mutlu bir beraberlik yaşa.

Çoğu hayatın yıkılmasının sebebi, insanların hedefe ulaşmaya az kala pes etmesindendir.

Güncelleme • • Konuk
boşluk azaltma

İletiyi paylaş


İleti bağlantısı
Sosyal Ağlarda Paylaş
Konuk

Boşanmayı düşünenlere gelsin. 

BİR BABADAN GELİN OLAN KIZINA MEKTUP

Gelin arabasında adeta cenaze havası vardı. Gelin ve damadın ikisi de bir karış suratla, hiç konuşmadan oturuyorlardı. Düğün az önce bitmiş, evlerine gidiyorlardı. Arabaya oturana kadar düğünde ikisi de zoraki gülümsemişlerdi. Artık bütün enerjileri bitmişti.

Oysa bu günü ne çok beklemişlerdi… İki yıl olmuştu tanışmalarına. Çok sevmişlerdi birbirlerini. Düğün günü ömrünün en mutlu günü olacak diye düşünmüştü Mehlika. Bu yüzden bugünü burnundan getiren kayınvalidesini bir kaşık suda boğmak istiyordu. Kayınvalidesi hiç kimseyi dinlememiş, ucuza gelsin diye kendi istediği düğün salonunu tutmuştu. Salon davetlilere küçük gelmiş, ayakta kalanlar olmuştu.

Mehlika ve annesi “Ele güne mahcup olduk!” diye çok fena sinirlenmişlerdi. Mehlika düğün boyunca söylenmese Abdullah için bir problem yoktu. Anne babası aksaklıkları gidermek için uğraşıyorlardı. Ayakta kalanlara sandalye ve masa ayarlamaya çalışıyorlardı.

Düğün bittiğinde Mehlika salonda anne babası ile vedalaştı. Annesinin yüzünden düşen bin parçaydı. “Seviyorum, aşığım demeseydin ben bu pintilere kız mı verirdim?” diye söylendi. Mehlika ne diyeceğini bilemedi. Babası kimseye göstermemeye çalışarak eline bir zarf tutuşturdu. “Bunu eve gidince mutlaka oku.” diye eğilip kulağına fısıldadı. Mehlika zarfı çantasının içine koydu.

Eve varana kadar hiç konuşmadılar. Kapıya geldiklerinde Abdullah anahtarı çıkardı, kilidin üzerine taktı fakat kapıyı açmadı. Döndü, Melika’ya baktı:

“Karıcığım gel şu an itibariyle bütün tatsızlıkları dışarıda bırakalım ve evimize iki sevgili olarak girelim. Yaşadığımız hiçbir şey bizden daha mühim değil.” dedi.

Mehlika “Tamam…” diyemedi. Düğün boyunca içinde biriktirip söyleyemediği şeyler vardı. Onları Abdullah'a söylemeden rahat edemezdi.

“Senin için söylemek kolay…” dedi. “Düğünüm burnumdan geldi. Tabii annenin yaptıklarını duymak istemiyorsun. Bundan sonra anneni asla görmek istemiyorum.”

“O düğün aynı zamanda benim de düğünümdü, sen üzüldüğün için benim de burnumdan geldi… Ne yapalım, olan oldu. Bunların hepsini dışarıda bırakalım diye sana gül uzatıyorum.”

“Kapıyı aç, ben çok yorgunum, ayakta durur halim yok.” dedi Mehlika.

“İyi o zaman, ben de yorgunum, bu akşam düğüne ait hiçbir şey duymak istemiyorum, yarın konuşuruz.” dedi ona karşılık Abdullah.

Evlerine girdiler ve hiç konuşmadan sessizce yattılar. Birbirlerine dokunmak bile istemiyorlardı. Mehlika düğün gecesi giymek için hazırladığı seksi ipek gecelik yerine ayıcıklı pijama takımlarını giyip yatağın bir ucuna kıvrıldı. Abdullah da diğer ucuna yattı. Çok yorgun olmalarına rağmen ikisini de uyku tutmuyordu, yatakta dönüp durdular.

Mehlika’nın aklına babasının verdiği zarf geldi. Yataktan usulca kalkarak çantasını alıp salona geçti. Zarfı açtığında içinden bir mektup çıktı. Babası ona mektup yazmıştı. Merak içinde hemen okumaya başladı.

Sevgili kızım, Mehlikam!

Bugün yuvadan uçtun. Artık kendi yuvanı kurma zamanı. İnşallah çok mutlu olursun. Mutluluğuna katkısı olsun diye bir baba olarak sana nasihatlerim var. Bunları sana söylemeyi düşündüm fakat “Söz uçar, yazı kalır…” derler. 

Kalıcı olsun diye yazmaya karar verdim.

Belki diyeceksin ki “Baba senin çok mutlu bir evliliğin mi vardı ki bana nasihat ediyorsun?” Biliyorum kızım, mutlu bir evliliğimiz yok, zaten bunun için yazıyorum sana.

Biz annenle birbirimize aşık olarak evlenmiştik; fakat aşkımız pek uzun ömürlü olmadı. Ben de annen de hata yaptık. Bu aşkın neden bittiğini, neden sevgisiz bir evliliğe kendimizi mahkum ettiğimizi ben ayrı izah ediyorum, annen de kendine göre açıklıyor. “Kızlar annelerini model alır.” derler. Beni annenden soğutan hataları bu yüzden yazıyorum ki sen de aynısını yapma. Çünkü sen bir kadın olarak erkeklerin nelerden çok incindiğini bilemezsin. Bu sözlerim kulağına küpe olsun.

Yavrucuğum, erkeği üç şey çok incitir:

Birincisi: Karısı tarafından saygı görmemek, adam yerine konmamak erkeği çok incitir ve karısına olan sevgisini bitirir. Kadın kocasını evin reisi olarak değil de terbiye edilmesi gereken bir çocuk olarak görür, tenkit eder, azarlarsa yani erkeğin erkek olmasına izin vermezse karı-koca arasında muhabbet olması mümkün değildir. Aman kızım, kocana saygılı ol ki o da sana sevgisini göstersin.

İkincisi: Bir kadın kocasının ailesini sevmiyorsa, saygı duymuyorsa erkek karısına çok kırılır.

Canım kızım, eşinin ailesine saygılı ol ve onları sevmeye gayret et. Arkalarından konuşma. Hataları elbette olacaktır, hepimizin olduğu gibi. Hatalarına takılma, gözünde büyütme.

Hiçbir erkek “Seni çok seviyorum aşkım ama anneni sevmiyorum…” diyen bir kadının sevgisinin gerçek olduğuna inanmaz. Kadınların çoğu bu ifadeyle söylemese de eşlerine annesini sevmediğini her vesile ile anlatırlar. Bir erkeğe “ Annen dedikoducu, annen cimri, annen arkamdan konuşuyor, annen temiz değil…” denmesi erkek için “ Sen dedikoducu, kötü bir kadının kötü oğlusun…” demektir. Erkekler bunu “Sen kötü kadının iyi oğlusun…” diye anlamazlar.

Erkekler korumacıdır. Vatanı aileyi korumak bizim vazifemizdir. Sadece eşimizi ve çocuklarımızı değil; annemizi ve kız kardeşlerimizi de korumak isteriz.

Kocanın annesi hakkında söyleyeceğin her kötü söz; kocanın kalbine attığın kocaman bir ısırıktır. O ısırık yüreğini kanatır, içini sızlatır. Isırık izleri yan yana çoğaldıkça büyük bir yaraya dönüşür. O yaralı yürekle seni ne kadar sevmesini bekleyebilirsin?

Erkeğin kalbi kadınındır; kadının kalbi de erkeğindir. Eşin kalbinde senin sevgini taşıdığı için o kalp sana aittir. O kalbi kırma, yaralama, iyi bak ki sevginiz zarar görmesin.

Kocana annesinin hatalarını göstermek için boş yere uğraşıp onu kırma. Kadınlar zannederler ki biz erkekler annelerimizin hatalarını görmüyoruz. Oysa annelerimizin bütün hatalarını görürüz; fakat eşlerimize itiraf etmek zorumuza gider. Annemiz nasıl küçükken bizi koruyup kollamışsa biz de onu koruyup kollamak isteriz. İşte bu yüzden kadın kayınvalidesinin hatalarını söyleyince erkek hatasını gördüğü halde annesini savunur.

Kayınvaliden senin arkandan konuşsa bile sen onun için kötü bir şey söyleme kızım. Birbirini kötüleyen iki kadının ortasında kalan erkek daha çok annesinin tarafında olur, ona inanır. Onunla kan bağı ve uzun bir geçmişi vardır. Onu doğuran, büyüten, üzerinde o kadar emeği olan annesine sırtını dönüp karısının yanında yer almak istemez. Akıllı bir kadın hiçbir zaman kocasını annesi ile kendi arasında bırakmaz.

Kocana annesinin hatalarını göstermek istiyorsan ona annesini öv, annesi hakkında iyi şeyler söyle. Mesela annesi:”Karın kötü, dağınık…” diyor; sen “Annen çok iyi bir kadın, onu seviyorum” diyorsun. Ne düşünür erkek? “Karım ne kadar iyi bir kadın, demek ki annem onu kıskandığı için arkasından konuşuyor.” O zaman annesi senin için ne söylerse söylesin kocan ona inanmaz, tam aksi, güzel tutumundan dolayı seni takdir eder.

İşte böyle güzel kızım. Kocanın ailesi ile uğraşma. Sevginize kendi elinle zarar verme. Kayınvaliden ne yaparsa yapsın, sen doğru davranışı gösterirsen mutluluğunuza gölge bile düşüremez. Gelinler yardım etmezse kayınvalideler evliliklere zarar veremezler. Kocanla yapacağın hiçbir tartışmaya ailesini karıştırma. Ailelerimiz bizim zayıf yanlarımızdır. Onlara gücümüz yetmez, istesek de değiştiremeyiz onları. Bu yüzden kocanı hiçbir zaman zayıf noktasından vurma ki senden nefret etmesin.

Üçüncüsü: Bir babanın kızına söylemesi ne kadar uygun olur bilmiyorum ama erkeğin yatakta karısı tarafından reddedilmesidir. Bu da erkeği çok fazla yaralar, incitir, karısından soğutur.

Sevgili kızım Mehlika’m,

Benim söyleyeceklerim bu kadar. Sözlerimi okuyup geçme, bu sözlerde yılların tecrübesi var. Bunları annene anlatamadım, biz mutlu olamadık; ama sen anla ve mutlu ol kızım.

Seni çok seven baban.

Mehlika, elinde mektup, uzun uzun düşündü. Mektubu iki kez daha okudu. Sonra gitti, bu gece için önceden hazırladığı geceliğini giydi, saçlarını taradı ve yatağa girip sırtı dönük yatan kocasına sarıldı. Kulağına “Tatsızlıkları bir daha açmamak üzere geride bırakacağıma ve bundan sonra ‘sevdiğimi doğuran kadına’ iyi davranacağıma söz veriyorum.” dedi. Ona dönüp bakan kocasının gözlerinde gördüğü sevgiden dünyada daha değerli hiçbir şeyin olmadığını düşündü.

İletiyi paylaş


İleti bağlantısı
Sosyal Ağlarda Paylaş
Konuk RosedewittbukateR
Konu Sahibi Gönderim • (düzenlendi)

Ne zaman evlenecek/evli çiftlere tavsiyeler ile ilgili bişey/yazı/hikaye vs okusam, hep bayana hitaben eden kısmının daha çok oluşu dikkatimi çekmiştir...

Oysaaa...

Amaaan neyse...

?

Güncelleme • • RosedewittbukateR

İletiyi paylaş


İleti bağlantısı
Sosyal Ağlarda Paylaş
Konuk
RosedewittbukateR, Bir saat önce yazdı:

Küçükken hep ipana diş macunu kullanırdık, nenemin evinde signal olurdu...

Nenemde kaldığımızda dişlerimi fırçalamayı çok severdim, çünki orda yatacağımız anlamına geliyordu, en sevdiğim yerde...

O yüzden dişimi fırçalarken signal diş macununa denk geldiğim zaman, gözlerimi kapatırım ve kendimi sanki nenemin evinde, oradaymış gibi hissederdim, bi an gerçek gibi sanki...

Ben de naptım, tabi ki hep signal diş macunu almaya başladım, çok güzeldi başlarda, gözümü kapatıyordum, sanki geçmişe dönüyordum, sonra tadı ve kokusu kayboldu, aslında kaybolmadı; sadece nöronlarım bu tada ve kokuya alıştı...

Artık beynim bu tat ve kokuyu sıradan kabul etti, tekrarlanan davranışlar, nöronlarımın işleyişini etkiledi belki...

Keşke dedim, bu kadar sık kullanmasaydım, sıradan oldu, özeldi oysa...

Özlemek de böyle bişey, hayal etmek, eski günler, işimiz, geride bıraktıklarımız, özlerken güzel...

Bazen bi şarkı, belki bir kalem, bazen eski bir evrak, bazen bir resim, ya da eskiden çay içtiğiniz kupa...

Hepsi nasıl alıyor, götürüyor insanı...

Ama işte mesela o günlerden kalan, o günleri hatırlatan bi şarkıyı, hiç beklemediğiniz bir anda duyunca güzel...

İndirip sürekli dinleyince, eskisi gibi alıp götürmüyor, kokular da öyle, alışıyor insanın burnu...

Mesela herkes evde aynı şampuanı kullanırsa, kimse kimseye temiz kokmaz demişti bir sinirbilimci, sizinkinden farklı bir şampuanı kullanmalı ki, farklı gelsin...

İnsan neyi özlüyorsa, onu hatırlatan şeyleri de sadece arada bi tatmalı...

Bir de;

Anladım ki özlediğiniz ne varsa, kavuştuğunuz zaman da herşeyin büyüsü kayboluyor...

O yüzden özlemek, kavuşmaktan daha mutluluk veriyor, özleyen insanlar daha çok umut besliyor...

"Hayallerdir insanı hayata bağlayan, gerçekleştikçe yerini doldurmak lazım, yoksa yaşamak çok sıkıcı..."

Yaaa evi süpürüyordum, kendini bunu yazarken buldum... ?
 

Hocam sinirbilime ilgiliyseniz kitap tavsiyesi yapabilirim ?

İletiyi paylaş


İleti bağlantısı
Sosyal Ağlarda Paylaş
Konuk RosedewittbukateR
Dianeji, 28 dakika önce yazdı:

Hocam sinirbilime ilgiliyseniz kitap tavsiyesi yapabilirim ?

Acil yapın... ???

İletiyi paylaş


İleti bağlantısı
Sosyal Ağlarda Paylaş
Konuk
RosedewittbukateR, 41 dakika önce yazdı:

Acil yapın... ???

Geliyorrr

İletiyi paylaş


İleti bağlantısı
Sosyal Ağlarda Paylaş
Konuk RosedewittbukateR
Dianeji, 9 dakika önce yazdı:

Geliyorrr

Bakalım bildiğim bi kitap mı...??

İletiyi paylaş


İleti bağlantısı
Sosyal Ağlarda Paylaş
Konuk
Konu Sahibi Gönderim • (düzenlendi)

Beyninize Hoş Geldiniz ve İncognito'yu biliyor musunuz? 

Okumamışsanız bunlar, tavsiyemdir. 

Bunlar dışında canım ciğerim, üstadım, fahri dedem nörolog yazar Oliver Sacks'ın kitapları var tabii ki. Mars'ta Bir Antropolog, Karısını Şapka Sanan Adam, ve benim kişisel sebeplerle çok sevdiğim Sesleri Görmek tavsiyemdir. Sonuncuyu piyasada bulmak zor. 

Oliver Sacks'in Uyanışlar kitabı da var ama nörolog olmayanlara - mesela kendime- önermiyorum. Ama ondan uyarlanan Awakennings filmi harikadır. Bu filmde Robin Williams bizzat Oliver Sacks'ı canlandırır. Çok da güzel, duygu dolu bir performanstır. 

Güncelleme • • Konuk

İletiyi paylaş


İleti bağlantısı
Sosyal Ağlarda Paylaş
Konuk RosedewittbukateR

Vücuttaki tüm ağrıları hissettiği halde, kendi ağrılarını hissetmeyen organdır beyin...

 

İletiyi paylaş


İleti bağlantısı
Sosyal Ağlarda Paylaş



  • İletiler

    • Hocam, kendinize haksızlık etmeyin. Devlet söz vermiş 657ye uyduğun sürece sorun yok demiş. Birçok kişi de buna güvenip kendini o memuriyet için hazırlamıştı ve o işe kendini adamıştı. Özellikle belli bir yaştan sonra gerçekten zordu bu işler. Birçok kişiye de yedikleri damga çok ağır geldi, yeni bir hayat kurmak için o psikolojik gücü kendilerinde bulamadılar. Bunun üstüne uğraştığımız davaları parçalanan aileleri ekleyin. Hayatta kalabilmeniz bile başarı aslında.
    • 8 sene geçti ve hiç bir şey değişmedi. Parkomatta  çalışdım, inşaatlarda çalıştım, tarla işlerinde çalıştım, bir buçuk sene kadar dershanede çalıştım (depremden sonra kapandı) fabrikada 3-5 ay çalıştım ödeme sorunu olunca  ayrıldım yine inşaattayım. 8 yılda bir kazmaya sap olamadım, ortalamaya baksan 8 yıl asgari ücret altında kazandım. Hep günü kurtarma uğraşıyla  geçti 8 sene. Bu 8  sene bana ne kadar beceriksiz işe yaramaz olduğumu gösterdi. Bazen düşünüyorum nasıl bir günahım varmışta bu duruma düştüm ve kurtulamıyorum ... Ülkenin hukuk olsun adalet olsun ekonomi olsun vesaire memnun değilizya, ben bunun bin katı kendimden memnun değilim ...
    • Yeminle şaka gibiyiz ya. Herkese açık bir forumda birbirine dilekçe dava danışan, fikir alış verişi yapan, sabır tavsiye eden, gündem hakkında analizler yapan "terörist" mi olur arkadaş? İçinde olmasak tam bir komedi değil mi şu durum aslında? 8 sene be.
    • Bir düşüncem de KHK mağdurlarıyla ilgili... Mağdurlar bu işin çözümünün peyder pey olacağını bir türlü anlayamadı... pazarlamada "foot at the door" diye bir tabir vardır, yani ayağınızı kapıya koyabilirseniz, satışı büyük ihtimalle halledersiniz... burada da o ayak, ufak da olsa, KHK'lı bir grubun toplu iade olmasıydı... mesela takipsizlik-beraat alanlar iade olabilseydi, orta-uzun vadede birçok KHK'lının iade olma yolu açılacaktı, çünkü o kapı açılmış olacaktı bir kere... ama bunun yerine ne zaman takipsizlik alanların iadesi gündeme gelse, diğer tüm KHK'lılar "bizde, bizde, bizde..." demeye başladı ve o kapıya ayak bu yüzden hiç konulamadı, çünkü kapı hiç açılamadı... Bu talepler nedeniyle, iade işi toplum nazarında en ağır kişinin iade olacağı şeklinde ve çok ağır mali külfete neden olacak şeklinde yorumlandı veya imajı o şekilde verildi (Abdurrahman Dilipak'ın idareyi KHK'lılarla ilgili mali külfetle korkutma twitini hatırlayın)... halbuki hep beraber en azından takipsizlik-beraat alanlar gibi toplum vicdanını da kanatan bir kesimin iade olmasını savunsaydık, orta-uzun vadede birçok KHK'lının iadesi toplum nazarında daha kabul edilebilir hale gelecekti...
    • dostlar cidden olanağı olan yurtdışı da düşünsün. yıllardır söyledik. şahsen iade olunca da geri dönmeyi düşünmüyorum. 
  • Şimdi Popüler

×
×
  • Yeni Oluştur...